31 Aralık 2009

Benim yılbaşımın tarçın, zencefil ve karanfil kokulu

Bu sene bir türlü yılbaşı ruhuna girememiştim.
Yeni kararlar almayı, hayaller kurmayı, hayatımda geride kalmış bir sürece bakıp değerlendirme yapmayı gerçekten sevmeme rağmen, bunları yapmak için en büyük bahane olan "yeni yıl" bu sene umurumda değildi.

Facebook'tan yılbaşıyla dalga geçen iletiler yazıp duruyordum:

"Sevgili noel baba, senden bir yeşil pasaport, siyah ve ten rengi hiiiç kaçmayan çorap, bütün sınav ve sunumlarım için bol şans bir de egomu azıcık küçültmeni istiyorum =)) Bu kadar alçakgönüllü olduğum için ikramiye çıkacak piyango biletiyle ödüllendirebilirsin beni...
"

"YıLbaşı ruhu mu?!! Hımss evde çam ağacının ayağını bulamıyorum, 30 aralıkta icra hukuku sınavım, 31 aralıkta ajansta sunumum var, kırmızı iç çamaşırı sadece yeni yıla özel bir şey değil, santayı da fazla yaşlı buluyorum... : ))"


Hatta olayı bir adım daha ileri taşıyıp, "Kırmızı donu giyince kısmetimiz açılıyor, yıllardır kısmetimiz açıla açıla bir hal olduk, kafaya takınca tek eşli olabilir miyiz?" geyikleri yaptık. Çok eğlendik.

2010'a girerken çam ağaçları da trendlere uymalı dedik, buna en çok uyan çam ağacını seçtik:


Buradan yazdığım bir yazı ile
hayatımdaki insanlara teşekkür etme fırsatı buldum. Hani hayatımızda değer verdiğimiz insanlara durup durduk yerde -nedense- "Seni seviyorum" demeyiz ya, bunu yeniyıl bahanesiyle söyledim, çok güzel oldu.

Facebook'un yılbaşı fotoğraf applicationına ayrıca bayıldım. 2009 yılında taglendiğiniz fotoğraflardan bir kolaj yapıveriyor. Gerçekten de bütün bir senemi özetliyor: agm oc aegee summer university, karış karış yunanistan, beachy network meeting, ailemizin en yenisi en minisi ezo, couch surfing misafirlerimiz, "ecevesezen"in ortaya çıkışı, chuchalar toplantıları, anneannemli günler, kerime ile istanbuL ve youngguns...

Facebook'ta onlarca yılbaşı fotoğrafında taglendim. Bu da yeni yılbaşı kutlama usulü oldu. Yılbaşı konseptli bir fotoğraf koyup, "İyi yıllar" demek istenen herkesi taglemek. Kuşkusuz içlerinde en yaratıcısı ve komiği Sibel'in yaptığı Young Guns ve Project House fotoğrafıydı:

(En soldaki ben olmak üzere masanın sol kısmı YoungGuns ekibi, sağ kısmı Project House ekibi, ortada da sevgili hocamız Uğur Özmen...)
Bugün okulda sınavıma girdim. Çıkışta tramvaya binip dağılmak yerine, Eminönü'ne yürüdük. Yıllardır okulum Sultanahmet'te Kapalıçarşı'ya da az çok girip çıkmışlığım vardır; ama Eminönü'ndeki o hanlara, hediyelik eşyacılara filan daha önce hiç gitmemiştim ben. Cennete düşmüş gibi oldum. Mudo Concept'te filan satılan ahşap eşyaların, hasır sepetlerin, bibloların kat be kat güzelleri, milyonlarca çeşit üstelik de bir sıfır eksik fiyatına!!

Bizde sınavlar oldukça uzun sürdüğü için akşam oluyordu neredeyse sınavdan çıktığımızda o yüzden fazla takılamadım oralarda, sadece görmüş oldum; ama en kısa zamanda talan etmek için oraların yollarını yeniden tutacağım ve bol fotoğraf bol tavsiye mekan ile huzurlarınızda olacağımdan hiç şüpheniz olmasın. :)

Bugünlük sadece yarınki yılbaşı partisi için çatlak aksesuarlar ve Nimet Abla'dan piyango bileti almakla yetindik, sahilde sahlep içtim. Ve bir anda yılbaşı ruhuna kavuştum. Piyango biletlerinden midir, Taksim'i ışıklı ışıklı eli torbalarla dolu insanlarla görmekten midir, sonunda yılbaşı gecesi için plan yapmış olmaktan mıdır bilmiyorum. Eve gelip de IKEA'dan aldığım yılbaşı kurabiyelerine yumulurken, benim yılbaşımın tarçın, zencefil ve karanfil kokulu olduğuna da kesinlikle karar verdim.

Hayatımda YoungGuns gibi yepyeni bir soluk var.
Üzerine bir de kendi tepkilerime bile şaştığım, telefonumda adını görünce mutlu olduğum, "bok kafa" ve "canımmm yerimmmm" uçları arasında gidip gelmek gibi çocukluklar yapmama neden olan bir adam var.
Daha pek çok güzel şey var tabii de bunlar en yenileri.


Bu da yarınki yeniyıl partisi kostümüm hakkında ufak bir ipucu içeren bir kare:


Sevgili blog ahalisi!
Sizi de çok seviyorum biliyorsunuz. Benim ruhumu, mesaj vermek gibi bir kaygım olmadığını, edebiyat şahaneleri yaratmak için yırtınmadığımı, sadece keyif almak, bir yandan da keyif ve yaşama ilhamı verebilmek için yazdığımı anlıyorsunuz. (Hiç kimsenin bunu bir türlü anlamadığı bir başka yerde de yazdığım ve oradaki okurlar sürekli "Eee ne anlatmak istiyorsun bu yazıyla bize?, "İyi de nereye bağlanacak bu yazı?" gibi sorular sordukları için kıymetinizi biliyorum.)

Bu blog günüm nasıl geçerse geçsin uyumadan önce başına oturduğum ve sonunda da yüzümde bir gülücük ile yatağıma gitmemi sağlayan alan. Yazdığınız bütün yorumlar, yolladığınız bütün mesaj ve mailler için de teşekkür ediyorum.

2010 en güzelinden bir yıl olsun sizin için.

Daha harika şeylerle 2010'da görüşmek üzere...

29 Aralık 2009

Ajansta Meyhane =)

Sabah defterimi açıyorum bakıyorum, öyle bir yapılacaklar listesi ile karşılaşıyorum ki; benden üç tane daha olsa yetişemez o işler. Bütün gün dalgın ve düşünceli oluyorum. Bunun sebebi aklımda fikirlerin uçuşup duruyor olması, yoksa durumdan en ufak bir şikayetim yok.

Tamam minicik bir şikayetim var, paçozlaşıyorum. Cildim resmen bakıma ihtiyacım var diye bağırıyor, iki haftadır dip boya yaptırıp saçımı kestireceğim güya bir türlü sıra ona gelemedi...

Çalışmalarımın hiçbiri de iç sıkan işler değil, pek şanslıyım. Mesela pazar günü önce AGM PR toplantısı yaptık, Ortaköy Starbucks'a yerleşip web sitesi içeriği ile boğuştuk.

Sonra benim daha önce bahsetmiş olduğum Beachy Network Meeting'ten tanıştığım çok şeker bir arkadaşım İstanbul'a gelmişti, onunla Aşşk Cafe'ye yerleştik. Boğazın dibinde oturup şaraplarımızı içip dedikodu yaptık.

Hemen Kuruçeşme sahildeki Macrocenter'ın arasından girilen, Aşşk Cafe'ye henüz gitmemişseniz, büyük bir kayıp. Eskiden brunch için giderdik çok da keyifli olurdu, artık daha çok akşam ziyaretçisiyiz.


Dün sabah YoungGuns olarak ajansta toplandık, bütün gün çalıştıktan sonra, ajans yılbaşı kutlaması sebebiyle meyhaneye dönüştü. Şaka filan değil, gerçekten meyhane oldu. İki upuzun masa, leziz mezeler, rakılar... Malesef hiç fotoğraf yok elimde dün geceden diyordum ki, Cüneyt Bey'in feedinden arakladım hemen birkaç kare =)


Çok esprili, yaratıcı ve motive edici olan2010 hedefleri sunumunu izlemek, üzerine rakı kadehlerini tokuşturarak yeni yıl kutlaması yapmak "Ne güzel bir yerde ne güzel insanlarla çalışıyorum ben yahu!" cümlesini bana kaçıncı defa kurdurttu artık sayamıyorum bile.




Bugün de ders çalışma günü!!
Yarın ilk finalim Ceza Usul Hukuku!!

Share/Bookmark

27 Aralık 2009

Şahane afiş tasarımları!





Modern çizgisi olan her türlü sanat dalına gerçekten ilgi duyuyorum. Saatlerce deviantart ve flickr'da geziniyorum, bazen bir görselin karşısında saatlerimi harcıyorum.

Posterler, fotoğraflar, kolajlar bazen o kadar güzel oluyorlar ki!

Hepsinin print edip evimin bütün duvarlarını onlarla kaplamak her gün yeniden bakmak istiyorum.

Bazen renklerin kullanılışına bayılıyorum, bazen yarattığı hislere bazen de içerdiği espriye...

Baba tarafımın ressam, mimar derken sanatçı bir çizgiye sahip olması; terazi burcunun özellikleri ve etrafımdaki sanatçıların ben o daldan bir şey anlamıyor olsam bile estetik zevkime güvenip yaptıkları işler hakkında ne düşündüğümü sorup durmalarına rağmen hala sadece "izleyici" çizgimi koruyorum.

Ama bazen bazı işler karşısında fena gaza geliyorum. Örneğin şu afiş tasarımlarını gördükten sonra, bir acaba olarak aklımdaki varlığını sürdüren grafik tasarım kursu aklıma iyice yattı. Girdiğim ve baş koyduğum reklam sektörü bakımından da işe yarayabilecek bir eğitim olur üstelik.

Şahane afişlerden birkaç örnek. Hepsini yaratan aynı kişi: Pavel Fuksa hakkında daha detaylı bilgi için buraya TIK TIK!

















Bu ilk bakışta özellikli gelmiyor; ama altındaki satırları okumayı deneyin : ))

LOVE YOUR WORK,
by work i mean clients
by your i mean all
and by love i mean fuck!





















Share/Bookmark

25 Aralık 2009

Yaşlandıkça duygusallaşıyorum! =))


Yepyeni bir yıl 2010...
Hayatımdaki en hızlı bitiveren sene oldu bu. Geçen seneki yılbaşı partisi hayatımda gördüğüm en başarılı ev partilerinden biriydi ve daha bir kaç ay önceymiş gibi geliyor bana.

360 güne pek çok iş, hayatıma girdikleri için gerçekten mutlu olduğum yeni tanışılan insanlar, seyahatler, kahkahalar, gözyaşları, alkollü geceler, elvedalar ve yaramazlıklar sığdı.

Hep hayalini kurmuş olduğum köşeye kavuşup, "Mr.Big"im ve Maroon'da yapılan dedikodu seansları ile kendimi Sex and City'nin Carriesi sanmam da; bana Aegee ruhu aşılayan, "Ms. bootilicious" ve "Ms. alcololic" sıfatlarını edinmemi, nefis bir bronz tene kavuşmamı sağlayan Yunanistan yaz üniversitesine katılımım da, reklam sektörüne atılmam da hep 2009'da oldu.

2009'un hiç şüphesiz en tatsız olayı, Özgecanımı kaybetmemdi. Üzerinden aylar geçmesine rağmen hala kabullenemiyorum onun artık olmadığını... Cep telefonumdan numarasını silmeye bile içim el vermiyor. Birlikte yaptığımız ve hayata geçirmeye fırsat bulamadığımız bütün planlar da beni en az onun artık olmayışı kadar çok acıtıyor.

Yine aynı dönemlerde sağlıksal olarak nitelendirebileceğim bir başka sıkıntı daha yaşadım. Zordu...

Bütün bunlara rağmen, yaşama karşı olan yüksek enerji ve şevkimi hala koruyorsam ve yepyeni işlere el atacak motivasyonu bulabiliyorsam bu hayatımdaki insanların şahaneliğinden kaynaklanıyor.

Başı her zaman güçlü ve güzel bir kadın olarak bana harika bir örnek olan annem, inanılmaz anlayışıyla yediğim her bokta arkamda olan babam ve büyüdükçe daha iyi arkadaşım olan kardeşim çekiyor.

Doğduğum andan beri arkadaşım olan bütün kuzenlerimden bile daha yakınım olan Zepo;

İlkokuldan arkadaşlarım olan ama sırf son zamanlarda moda olan ilkokul arkadaşları buluşmaları trendlerine uymak için değil, gerçekten birbirimizi çok sevdiğimiz ve çok iyi anlaştığımız için görüşmeye devam ettiğimiz, neredeyse kız kardeşlerim olan, malesef şu anda Kanada, İspanya ve İngiltere'de ikamet eden Ayşe, Kerime ve Susu;

Tanışıklığımız o kadar geçmişe dayanmasa da, samimiyetimiz ve payaştıklarımız 5 yılla kesinlikle sınırlanamayacak kadar çok olan, hayatımızdaki her şeyi birbirimizle sansürsüz ve çekincesiz paylaşabildiğimiz Simge, Özge ve Güzin;

Amerika macerası ile hayatıma girip vazgeçilmezim olan Terleç kardeşler, veya tekilleştirirsem sevgili chucham Sinem ile cici eşim Gizem;

AGM sebebiyle tanıştığım ama son 3-4 ayda pek çok arkadaşımdan daha sık görüştüğüm, şahane bir AGM ortaya çıkardıktan sonra da hayatımda kalmaya devam etmelerini istediğim güzel AGM OC insanları; (Tabii ki Ececiğim torpilli)

Sık sık çok güzel bir kafayla arayıp, hiç bir şey içmediğini, alkolü kesinlikle bıraktığını iddia eden, birlikte çok eğlenceli geceler geçirmiş olduğumuz Aytaç;

Yeri geldiğinde abim, yeri geldiğinde kocam, yeri geldiğinde arkadaşım, yeri geldiğinde flörtüm gibi davranabilmiş olup hayatıma güzellikler katmış, bütün şımarıklıklarımı çeken aşklarım;

Son zamanlardaki zevk ve huzur kaynağım uykucu, mutfağını seven evcil adam;

Aynı ofiste çalıştığımızdaki kadar sık görüşemesek de sürekli iletişim halinde kaldığımız, biri evlenerek dedikodularımızdan elini ayağını çekmiş, biri Fuji tahtıma göz dikmiş olsa da ( =) ) pek çok sevdiğim Oben ve Öznur;

Başta Gürdal, Alex ve "bitches room" sakinleri olmak üzere Greek me move me katılımcıları;

Network Meeting sayesinde tanıştığım AEGEE- İzmir'in müthiş ve bu aralar inanılmaz çok özlediğim üyeleri; (Senem, Cansu, Tansu, Gülten ve Bilge'yi biraz kayırsam kimse kızmaz herhalde =) )

Henüz gerçekten tanışamamış olsak da şeker yorumlarıyla beni hep mutlu eden Doğuş;

Süpriz karşılaşmalarla, hep moral verici mesajlarla bazen de seyahat havadisi pislikleriyle sevdiğim Sinan;

Nefis tatlı mesajlar çekerek, İspanyolcanın ne kadar seksi bir dil olduğunu bana her seferinde hatırlatan CS ganimetim Meksikalı;

Arada işkolikliğinden başını kaldırabildiğinde "bebeeek", "özledimmm", "mummmph" mesajları ile beni gülümseten, nefis iletiler yazıp duran güzel beyinli insan;

Pek çok sıkıntıya rağmen şu anda bu kadar keyifle 2009'a veda edebilmemde ve 2010'a ilişkin içimde sadece güzel hisler olmasında gerçekten payınız var. 2010'da da benimle kalın! =))

Dip Not: Çok sevdiğim, ama bir türlü görüşemediğim o yüzden 2009'da bir şeyler paylaşamadığım; ama karşılıklı sevgimizden en ufak bir tereddütüm olmayan canlarım (en başta oya, büşra, burcu, gökçe, elif, ezgi ve hediş ) 2010'da birlikte daha fazla vakit geçirmeyi ve eski anılarımıza yenilerini eklemeyi umuyorum! Kocaman öpüyorummm!

Share/Bookmark

24 Aralık 2009

Aşk = Teoman! =)



Bu otel güzel adını sevdim, orda öyle yerlerime dokun dokunmadığı kimsenin
(...) Sarhoş olsak ya tek vücut olsak ya... Yüksek doz aşk alıp burda mutlu öLsek ya! (...)


MadMan'in bugün izlediğim bölümünde Don şöyle bir laf etti: "Aşkı hiç hissetmemiş olmanızın nedeni, böyle bir şeyin aslında var olmaması. Aşk dediğiniz şey benim gibi adamların çorap satabilmek için icat ettiği bir şey"

İçime su serpildi, "aşk" diye bir hissin var olması ve benim onu bir türlü keşfedemiyor olmam fikri beni çıldırtıyor! İlgi, beğenme, hoşlanma, arzulama tamam bunların hepsiyle defalarca tanıştım; ama aşk?!

Özellikle hiç tanımadığım insanlar bile, beni erkek arkadaşımla cilveleşirken görüp de "Ne kadar aşık, ne güzel bir çiftsiniz." dediklerinde kilitleniyorum. "Yahu benim ilişkimdeki aşkı sen bile görüyorsan, ben niye hissedemiyorum?!" diye sinirleniyorum.

Hele ki bir gece bir mekanda çok şeker bir kız grubunun bir peçetenin üzerine yazıp bana yolladığı bir mektup vardır ki, resmen şaka! "Aşkın varlığına inancımızı yitirdiğimiz bu günlerde, böyle aşık bir çift görmek o kadar iyi geldi ki." diye bir cümle vardı mektupta.

Bence çok ütopik, herkesin peşinden koştuğu ve kimsenin bulamadığı ya da yukarıda saydığım diğer hislerle karıştırdığı bir şey aşk!

Romanlar daha sürükleyici olsun, fotoğraflar ve resimler daha güzel görünsün, şarkılar daha güzel olsun diye yaratılmış bir his... Mesela yukarıdaki fotoğraflara bakınca aşkı görebiliyorum, bazı mektupları okurken aşkı hissedebiliyorum; ama bir ilişki yaşarken ı-ıh!

Teoman'ın tarafından ilişkilere bakmayı seviyorum ben.

Sarhoş olsak ya kimiz unutsak ya. Sarhoş olsak ya tek vücut olsak ya. Yüksek doz aşk alıp burda mutlu ölsek ya... (renkli rüyalar oteli)

Ben de vazgeçip kaybolurum esmer ıslak vücudunda... Acıtıyor güzelliğin farkında mısın? Tenin esmer, ruhun sarışın. Çağırıyorsun günaha sen farkında mısın? (ruhun sarışın)

Çok mutluyum şu anda, ellerim vücudunda umurumda değil artık dünya. Son defaymış gibi kaybederken kendimi en ucuz şaraplarda.... (duş) Hatta Duş'un şu versiyonu da mutlaka dinlenmeli!

Share/Bookmark

21 Aralık 2009

ikea-food ve mutfakla ilişkilerim

Güzel sofralarla ruh hali tamamen güzelleşen, yemek yemeyi ihtiyaçtan ziyade zevk olarak algılayan ve değişik tatlara ilgi duyan biri olmama rağmen, mutfağa neredeyse hiç girmiyorum. Hani ne yaparsa yapsın pişirdikleri bir türlü lezzetli olmayanlardan da değilim üstelik. Benimki düpedüz tembellik!

Örneğin akşam yemeğimi beş dakikada hazırladığım schnitzel ve baharatlı patates kızartmasının yanına açtığım bir şarap ile geçiştirdiğim de oluyor.


Akşam yemeğini pas geçip, direk atıştırmalık bir şeyle öğünü geçirdiğim de oluyor:

Neyse ki arada sırada bana ev yemekleri getiren veya yollayan bir annem ile, hem market alışverişlerimi yapıp, hem de mutfağa girip italyan şovları yapan bir babam var. Yoksa ne yapardım biLmiyorum.

Bazen çok gaza geliyorum, özellikle de mutfak sever bir adam ile tanışınca inanılmaz bir yemek yapma arzusu içimi kaplıyor. Yine öyle oldu... En kısa zamanda mutfak ile ilişkilerimi geliştirmek için çalışmalara başlayacağım. O zamana kadar yeni keşfim olan tatları sizinle paylaşıyorum:

IKEA'nın yemekleri ile ilişkileriniz ne durumda bilmiyorum; ama ben onların meşhur soslu köftelerinin ve somonlu salatalarının sıkı bir hayranıyım.

Bu hayranlığıma bir de tatlıları eklendi. Üzerinde cocos bullar yazan paketteki hindistancevizi ve çikolatadan oluşan muffinler orgazmik bir lezzet. Son 4 saat içinde gidip gelip tamamını bitirdim.

Bir de şekli tam amatör ev kekine benzeyen bir tartlarını denedim. Kremasız, çikolatası yoğun tatlıları seviyorsanız, denemelisiniz. Yoğun badem ve çikolatasına rağmen, krema içermediği için hafif bir şeçim.



Evde uzun süredir yatan, nereden çıktığı hakkında hiçbir fikrim olmayan şarabı da sonunda açtım. Uzak durmak, başka seçenekleri denemek lazım.



Yarra Yering diye bir şarap markası var gerçekten. Dün gece saatlerce güldüm: http://www.yarrayering.com/ Üzerine eksisozlukten baktım, inanılmaz diyaloglar da yazmışlar. Onları okumak size en azından gülümsemeyi garanti ediyor.


Artık günün şarkısı ve fotoğrafı bu blogun bir nevi uzantısı olan tumblr'ımda, tıklayın resme ulaşın oraya! =)






Share/Bookmark

20 Aralık 2009

Alternatif brunch mekanları

Olağan hafta içi tempomda kahvaltı benim için ya evden çıkmadan önce yenilen bir kase k-flakes, ya sokağın köşesindeki Tutku pastanesinden alınan bir poğaça ya Starbucks'tan kepekli puf ya da sadece bir kahve oluyor. Ama günlerden pazar olunca canım gerçekten kahvaltı istiyor. Üstelik de hava güneşli ya da yağmurlu olsun o kahvaltıyı dışarıda bir yerlerde denizi görerek, saatlerce yayılarak, biraz gazete okuyup, biraz laflayarak, biraz da manzaraya karşı hayallere dalarak yapmak istiyorum.

Üniversitenin ilk yıllarında asla değişmeyen bir pazar ritüeli geliştirmiştik: Öğlene doğru Bahar Pastanesi veya Bebek Kahve'de bir şeyler yer, Hisar'a kadar yürür orada bir kahve içer ve sinemaya giderdik. Artık o Ortaköy- Hisar hattının haftasonlarındaki trafiği beni yoruyor, ama kahvaltı keyfinden de vazgeçemediğim için alternatif arayışına giriyorum.

Bu pazar oldukça hoş iki farklı yer keşfettik:

İlki Beylerbeyi sahili; kalabalık değil, iskele esintiyi kestiği için donulmuyor ve manzarası şahane.

Annem ve babam yukarıda.
Kendini insan sanıp sırt üstü uyuyan çok komik köpek aşağıda:

Sonra da Otağtepe diye bir yere gittik. İkinci köprünün ayağından Kavacık'ın içine girince, Otağtepe tabelalarını takip ettiğiniz zaman ulaşıyorsunuz buraya.

İlk karşınıza çıkan cafe'ye aldanmayın. Tam manzaranın karşısına mutfağı koymuş, müşterilerini ağırladığı çadırı kesinlikle manzara görmeyen yere kondurmuş, kış diye dışarı çay servisi yapmayan, masalar ve sandalyeler durmasına rağmen, "Dışarıda oturamazsınız, dışarısı kapalı." diyen bu mekana girdiğimiz gibi aynen geri çıktık.

Bir sonraki Güzelcehisar çok daha keyifliydi, hem manzarası ile, hem de garsonlar kadar ortalıkta koşturan işletmecisiyle... Zaten tıklım tıklım da doluydu. Kendi fırınlarında pişirdikleri mantarlı kaşarlı pide lezizdi. Manzarası güzeldi, çaylarımız hiç gecikmeden tazelenip durdu. Kesinlikle yazın çok daha keyifli oluyordur eminim.


Günün şarkısı: Tegan and Sara'dan

Günün fotoğrafı:


Share/Bookmark

Pinterest'im

Instagram'ım