25 Ocak 2009

Prensle bir işim yok benim derdim evrim geçirten öpücükLe!

Üst not:
2008'e başlarken Radikal'de yazdığım bir yazıdır bu.

Bunun devamı olan yazım sayesinde de artık www.tempo24.com.tr deyim. "Her şeyi başlatan yazıdır bu." diyebilirim çok rahat.



Masallar masallar masallar... Ders verenler, nostaljik olanlar, erotik uyarlamalar hiç fark etmez, hepsini çok severim. Sıradan masallarla büyümedim ben, ağlayınca gözünden inciler akan minik kızın, büyüyünce yürüdüğü yolları gül bahçesine çevirerek prensi tavlama masallarını dinledim anneannemden. Babaannem ise, hiç uğraşmazdı bu kadar hayali şeylerle, babamla halamın yaptığı muzurlukları masallaştırıp anlatırdı.

Dolayısıyla “beyaz atlı prens” veya moda deyişle “beyaz yatlı taş” sendromuna kapılacak bir masal geçmişim hiç olmadı. Hatta ailede erkek bile pek yoktu. Anne tarafım düpedüz “dişi”lerden oluşuyordu. Erkekleri ya gömmüş, ya postalamışlardı. “Koca sülalenin tek erkeği benim” diye takılırdı babam onlara.

Kuzenimle bitmez tükenmez evcilik oyunlarımızda bile inatla erkek olurdum. Kadın olan “ev” olarak belirlenmiş sınırlarda (genellikle koltuklardan birinin arkası ) oturup, bebekleri uyutup, yemek yaparken; erkek çok daha geniş bir alanda (tüm ev ) bisikletle gezer, kötü adamlarla savaşır, macera yaşardı. Üstelik hayatımdaki ilk aşkım da beni inanılmaz bir hayal kırıklığına uğratmıştı. Çocukluğunu her anıyla hatırlayan bir insan olmasam da, bu anım -garip bir şekilde- çok net. Anaokulunda, o zamanki aklımla aşık olduğum bir çocuk vardı, bir gün altına yapmıştı. Yıkılmıştım, ağlayıp durmuştum tüm gün. Zaten olmayan “mükemmel erkek” inancım da bilinç altımdan büsbütün silinmişti böylece.

Buket Uzuner, bir romanında “Peri masallarındaki erkek, kızların yalnızca mutsuz kadınlar olmasına neden olan bir kara bir kahramandır, ölümcül bir fantezidir. Peri masallarıyla büyütülen kızların, hayatta ne kadar başarılı, zeki, üretken, cesur veya çalışkan olursa olsunlar kendilerini eksik hissetmeleri gerçekte olmayan erkek modeline bir türlü rastlayamayışlarındaki hayal kırıklığıdır ” der. Ben tamamen tesadüf eseri, pamuk prenses ve külkedisi gibi pek çok masalın gizliden gizliye zerk ettiği bu zehirden paçayı kurtarmışım; ama bambaşka bir masalın zehirinde resmen boğulmuşum: Kurbağa prens! Bugün hayatıma giren erkekler konusunda hiçbir katı kuralım olmamasına, hatta uç noktalardaki insanlara garip bir ilgi duymama karşın, resmen takıntılı olduğum bir konu var: öpüşmek! Bu “önemsemek” olarak nitelendirilemez, fetiş gibi engellenemez, göz ardı edilemez bir takıntı. Kızlar bir erkekten ne bekler ? Sürpriz dolu olsun, arasın sorsun, yakışıklı olsun, şımartsın, güzel planlar yapsın... Bir erkek bunların bir kısmını iyi yapıyorsa, kalanını göz ardı edilebilir. Ama işte ben öyle değilim. Bir erkek istediği kadar “ideal, aranan erkek” kalıplarına uysun, onu öptüğüm anda kendimi süper hissetmiyorsam, o harika adamı saniyede istemsiz olarak harcıyorum. Dili fazla kullanma, köpekleşme merakı olan erkeklerin sayısı hiç az değil, onlara zaten “defolu” damgası basmışımdır anında; ama “iyi işte öyle kötü de değil aşmış da değil “ öpüşenler bile kesmiyor beni. Nedir bu işin sırrı, iyi öpücük nasıldır dense, cevap veremem heralde; ama iyi öpen kimdir, sorusuna cevap olarak verebileceğim birkaç kişim (ne yazık ki sadece 3) var.

“Kurbağa prens” masalından kim ne dersler manalar çıkarmıştır bilemem; ama ben bugün o masaldan şunu anlıyorum: Bir erkek, isterse ilgi alanınıza girmeyen bir erkek olsun, güzel öpüyorsa, olay biter! Son prensinizdir. Bu yüzden dönem dönem saçmaladığım, acaba bu son prensim mi diye her önüme çıkan kurbağayı (Buradaki kurbağa kapsamıma son derece yakışıklı adamlar da dahildir. Kurbağa çirkinlik sembolü değil, belirsizlik sembolüdür benim için. Neye dönüşeceği kestirilemez. ) öptüğüm olmuştur. Bol bol hayal kırıklığı da yaşamışımdır. Bugün hala doğru düzgün bir ilişki yaşayamamamın , dengesiz davranışlar sergilememin sebeplerinden biri bu takıntımdır. Bu yüzden masallara mı, bu konuda beni eğiten benden 6 yaş büyük ilk hocama mı, yoksa yakın geçmişte güzel öpücüğün nasıl olduğunu bir kere daha bana kanıtlayan insana mi kızsam karar veremiyorum. Ama sanırım yapılacak bir şey yok. Arabası olan erkek, esmer erkek, uzun boylu erkek, çalışan erkek , zengin erkek takıntım yok, benim de takıntım bu!

Yeni yılınız az kurbağalı, bol prensli olsun!


Lady Gaga'nın stiL ikonu Wonder Women!



Lady Gaga'yı takibe aLınca, giyim tarzının hep mayomsu elbiselerden oluştuğunu ve sembolünün şimşek olduğunu fark ettim. Bu da bende inanıLmaz bir Wonder Women çağrışımı yaptı! Sorunlarla savaşmak yerine "Sadece dans et, her şey güzel oLacak" diyen çağa uygun, kayıtsızından bir dişi super-kahraman!





this is GOOP



Eskiden seyahat etmek zor bir şeymiş, her konuda seçenekler bugünküne göre çok daha azmış, nerdeyse herkes aynı şeyleri yapar, aynı müzikleri dinler ve aynı yemekleri yermiş. Seçenekler gittikçe sınırsızlaşırken ve biz birilerinin bize yol göstermesine ihtiyaç duyarken "lifestyle" konseptLi dergiler, web siteleri ve bloglar da patlama yaptı.

Bunların yeni ve güzel bir örneği de Gwyneth Paltrow'un "Goop"u... Keşfetmek için buradan buyrun...


Lady Gaga


Son zamanlarda gittiğim her yerde duyduğum ve her seferinde de çıLgınLar gibi dans etmeme neden olan şarkının ne oLduğunu buLdum! "Lady Gaga" deniLen bu hatun son favorim! Siz bu sayfayı okurken çalan "just dance" dışında "disco heaven" ve "beautiful, dirty, rich" benim en favorilerim oldu."Toplu taşıma araçlarında keyifli kalma" pLayList'imdeki yerLerini de çoktan aLdıLar biLe!


- Lady GaGa Lyrics










Just Dance ft. Colby ODonis - Lady Gaga

23 Ocak 2009

Kürklü Merkür // Mercury Fur


Sanat anlayışı Babylon ve Parkorman konserleri ve kahvaltıdan sonra İstanbul Modern sergilerinden ibaret olan ben, aylardır niyetlendiğim şeyi sonunda başardım ve Kürklü Merkür'ü izledim.

"Futuristik bir masal" diye tanımlanmış bu oyun, bildiğim duyduğum bütün tiyatro kalıplarını yıktı. Etkiledi, sarstı, rahatsız etti, büyüledi. Bundan sonra "Parti zamanı!!" cümlesini duyduğumda irkilmemem imkansız.

Konusuna gelince, uyuşturucu etkileri gösteren "kelebek" ticareti yapan bir kaç adam,üst düzey yöneticilerinin sapkın fantazilerini gerçekleştiren partiler düzenlemektedirler. Fantazide kullanılacak kişi de "parti hediyesi" olarak adlandırılmaktadır.

Bir şirketin üst düzey yöneticisinin, bir oğlan çocuğuna tecavüz edeceği ve sonunda onu vahşice öldüreceği partinin hazırlıkları ile oyun başlıyor. Sahnede abi- kardeşi canlandıran Rıza Kocaoğlu ile Serkan Altunorak'ı görüyoruz. Oyun şak diye başlıyor. Birbirlerinin boğazına sarılıp küfretmeleriyle. Küfürler de şiddet de oyun boyunca sürüyor. "Küfürlü oyun yenilikçiyiz biz" yapaylığından eser yok, gerçeklik had safada! Slip bir don ile yatan "parti hediyesi"ne de, çok masumca "Hadi 31 çekelim mi?" diye soran Nez'e de, Lola diye bahsedilen kişinin erkek çıkmasına da, elini pantolonun içine sokmuş kendini sertleştirmeye çalışan yöneticiye de, küfürlere de, şiddete de hazırlayın kendinizi. Bu muhtemelen izleyeceğiniz en sarsıcı oyun!


Rıza Kocaoğlu ile Serkan Altunorak oyunculuklarıyla, hızlı replikleri tökezlemeden şaşmadan nefes molası vermeden söyleyebilmeleriyle, Engin Altan Düzyatan da vücuduyla ve kasığındaki dövmeyle beni büyüledi. (Oyundan kopup adamın kasıklarına ve dövmesine kilitlenen sadece ben değilmişim, şimdi oyun hakkında yazılan yorumları okurken anladım ve rahatladım.) Sadece bu oyuncular değil, hepsi inanılmaz bir performans sergiliyor. "Şu o role oturmamış, şöyle biri olsa daha iyi olurdu. Böyle oynasa iyi olurdu." şeklinde eleştirilebilecek hiç bir şey yok. Hepsini coşkuyla alkışladık oyun bitiminde.

Benim satırlarca anlatmak istediklerimi bir kaç cümlede özetleyenler de olmuş:

sizi iki saatlik bir cehennem yolculuğuna çıkarıp, oradan yara almadan çıkmanıza izin vermeyen; fazasıyla yara almış karakterlerin elinden zorla tutturup sizi onlarla yol almaya zorlayan; bittiğinde bitmeyen oyun...
mısır apartmanı 'ndan çıkıp hayatlarınıza dağılırken yanınızda götürdüğünüz, arkanızda bırakamadığınız oyun...

(kaktus, 02.12.2007 15:38 ~ 15.12.2007 00:11) -- eksisozLuk



http://www.go-dot.org/







bilgisayar facebook dışında bir şeylere daha yarasın! :p






Bağımsız ruhlu fırlamalar evlenebilir mi?



‘Yaşam destek ünitelerim’ adını verdiğim bir listem var. Listenin adını ekşisözlük’ten çaldığımı inkar edemem; ama içerik tamamen bana ve benim hayatıma özgü. Devamlı gülümseyerek ortalıkta dolaşmamın sebebini “Neden hep mutlusun? Yoksa mutluymuş taklidi mi yapıyorsun?” şeklinde şüpheyle sorgulayanlara ‘yaşam destek ünitelerim’i bol bol kullandığımı açıklarım. Bu açıklamamdan bir şey anladıklarından emin değilim; ama bu liste benim için gerçekten çok önemli.

Bu listeye son günlerde Starbucks da eklendi. “Ne yani İstanbul’da yaşıyorsun, bu kadar gezip tozuyorsun, Starbucks’ı yeni mi keşfettin?” demeye kalkmayın, bir kahve bağımlısı olarak Starbucks’ı ilk açıldığı günden beri biliyorum; ama arkadaşlarımla gidip dedikodu yaparak kahve tüketmek ve kendi kendime dergimi / kitabımı okumak yerine, elimde kahvem, yanında dereotlu peynirli kekim veya kepekli pufum ile en merkezdeki masaya oturup, uzaklara dalmış pozlarında sağımı solumu dinleme terbiyesizliği yapmam yeni.

O kadar eğlenceli ki! Hele de otuz yaşlarını devirmiş, yeni yeni tanışan kadınlar varsa, şöyle çocukluktan başlayıp şimdiye kadar olan hayatlarını -en çok da evliliklerini- anlatıyorlarsa değmeyin keyfime! Lattemin yanında hiçbir dergi bu kadar keyif veremez.

Geçen gün yine şanslı bir günümdeydim. Yanımda iki tane oldukça fit vücutlu, iyi giyimli ve bakımlı kadın oturuyordu. Benden büyük oğulları olduğuna göre yaşları kırkın altında değildi; ama yüzlerine ve vücutlarına bakarak bu yaşı tahmin etmek mümkün değildi. 35’in üstüne ihtimal vermezdim.

Daha konuşkan olanı tipik bir Türk kadını hayatını çizip önüme koydu resmen. Güzel sanatlar okumak istemişti; ama babası “O işte para yok” diyerek karşı çıktığı için işletme bölümünden mezun olmuştu. Kendini alaya alarak, “Ne oldu işletme okudum da müdür mü oldum! Evlenip çoluğa çocuğa karıştım. Güzel sanatlar okusaydım en azından tüm gün televizyon izlemek yerine iki tane resim yapardım.” diye durumunu büyük bir dürüstlükle açıkladı.

Kocası kendisinden on yaş kadar büyükmüş. Kadın üniversitede okuyup, ailesiyle birlikte otururken; kocası bekar evinde yaşayan genç eğlenceli bir adammış. Adamın bekar evinin ortamı ve ailesinden ayrı bir şeyler yapıyor olmak çok cazip gelmiş. Evcilik oynuyormuş gibi evlenivermiş. Daha üniversitede okurken, karnı burnunda hamileymiş. “Kocam yazdı ben oynadım. Hiç bir şeyin farkında değildim o zamanlar.” Cümlesi, kadını hiç tanımıyor olmama rağmen içimi sızlattı.

Kocasının sevmediği arkadaşlarıyla görüşmeyi kesmiş. Sorgulamadan, karşı çıkmadan... Şimdi durup baktığında arkadaşlarının tamamının aslında kocasının arkadaşları olduğunu fark ediyormuş. Kocasının eski arkadaşları, onların eşleri, kocasının iş çevresi…

Kızına ne kadar imrendiğini anlattı sonra uzun uzun. Kızı arkadaşlarıyla dünyayı gezmiş, ama kendisi daha tek başına veya kendi arkadaşlarıyla Ağva’ya bile gitmemiş. Evlenmeden önceki tüm tatillerini ailesiyle yapıyormuş, evlendikten sonraki tüm tatillerini de kocasıyla yapar olmuş. Tabii parayı kazanan kocası olduğu için, tatil seçimlerinde söz hakkı da ona aitmiş. Kadın tatile çıkmak isteyip, ‘hadi şuraya gidelim’ dediğinde, “Biz burada para mı basıyoruz?!” diye homurdanıyormuş adam. Sonra gidip motosiklet almak gibi çok fuzuli ve tatilden daha yüksek bir bedelli harcama yapıveriyormuş.

Bu kadın kocasından dayak yemeyen, dışarıda gezip tozma ve alışveriş yapma hakkı olan, büyük ihtimalle güzel bir evde yaşayan, biri Amerika’da biri Türkiye’deki vakıf üniversitelerinden mezun iki çocuğa sahip olanlardan… Şanslı olarak nitelendirdiklerimizden yani…


Hayatında bir kere bile seçme hakkını kullanamamış oysa ki. Ne hangi bölümde okuyacağını seçebilmiş, ne evleneceği adamı… “Canım ne isterse yaparım.” Duygusunu hiç tadamamış. O yüzden bu evliliğe katlanabiliyor. Kabullenip, dalgasını geçerek durumunu anlatabiliyor.

Ben çocukluğundan beri hep özgür olanlardan kendi kararlarını kendisi verenlerden oldum. Bir adamın bekar evinin rahatlığına kanmam söz konusu değil, zaten ben o hayatı yaşıyorum. Canım istediğinde Amerika’ya road-trip yapmaya gidebiliyor veya trenle Avrupa’yı dolaşabiliyorum. İstediğim bölümde okuyorum falan filan. Peki benim böyle bir evliliğe katlanma sebebim ne olacak? Veya bundan başka bir evlilik çeşidi var mı? “Ben şimdi gelemem tatile toplantım var” diyen adamı olduğu yerde bırakıp valizimi toplayıp kızlarla tatile çıkmama katlanabilecek bir adam var mıdır? Veya onun yediği haltların aynısını belki de daha fazlasını yemiş olduğumu kabullenebilecek bir adam? Benim fırlama arkadaşlarımdan rahatsız olmayacak olan? Bana asla onunla görüşme, şunu giyme demeye kalkmayacak adam?

Şimdi hangimize yazık? Özgürlüğün, başını alıp gitmenin, ben kendime yeterim duygularının hiçbirini yaşayamamış olan kadınlara mı; yoksa benim gibi, evliliğe aykırı “bağımsız ruh”a çoktan ayak uydurmuş, ama bir gün evlenmesi gerekecek, evlenmediği için kendisini garip hissedecek, çevresi tarafından sıkıştırılıp yadırganacak kadınlara mı?

22 Ocak 2009

"ıssız adam" içinizi baydıysa burdan buyrun

Çağan Irmak'ın yaptığı filmleri seven, bayıla bayıla bir kaç defa izleyenlerdenim; ama "ıssız adam" filminin adını bile duymaktan sıkıldım artık. Bu kadar çok konuşulmasını, hakkında yazılıp çizilmesini, her yerde bir "ıssız adam" muhabbeti dönmesini kendi çapımda protesto ederek izlemedim filmi. Evet biliyorum herkes unuttuğunda ben izleyeceğim ve çok çok beğeneceğim; ama şu an için "Issız" bile tabu bir kelime hayatımda.

Ve her tapılan şeyde olduğu gibi sıra geldi geyik kısmına... Favorim bilge adam! =)




21 Ocak 2009

Parasına mı kendisine mi aşığız?

Her ne kadar kalıplara karşı bir insan olursam olayım, benim de aşamadığım kalıplarım olduğu gerçeği ile yüzleşmek zorunda kalıyorum bazen. Bugün Sabah gazetesinin ekinde Sadıka Sabancı - Cenk Eren çiftiyle yapılan bir röpörtaj vardı. İkisini de tanımıyor olmama rağmen daha röportajın tek kelimesini dahi okumadan, “Peeeh aşkmış!” diye düşünürken yakaladım kendimi.

Çok sık rastlarız ya, bir adam vardır, kesinlikle yakışıklı değildir, yaşlanmıştır, göbeği yağ bağlamaya, keli parlamaya başlamıştır; ama kolunda gencecik ve kendisine dönüp dönüp baktırtacak kadar güzel bir kadın vardır. Çünkü çok zengindir. Direk parası yüzünden birlikte olmayabilir o kadın o adamla; ama mutlaka paranın da etkisi vardır.

Yakın bir arkadaşımın kendisinden yirmi yaş kadar büyük bir adamla ilişkisinin başlangıcında sebep para değildi . Adamın olgunluğundan, alışılagelmişten farklı tavırlarından ve işteki başarılı imajının yarattığı karizmadan etkilenmişti; fakat daha sonra adamı vazgeçilmez yapan 20’li yaşlardaki erkeklerin yapamadığı lüks jestler olmuştu.

Dolayısıyla bu röportajı daha okumadan, resimlere bakarak “zengin yaşlı adam- genç güzel kadın” durumunun zıt bir örneği ile karşı karşıya olduğumu düşündüm. Cenk Eren Türkiye’nin en yakışıklı adamı değil belki ama hoşça bir adam, iyi giyiniyor. Sadıka Sabancı ise 0 beden modasının olduğu 38 beden giyenin kilolu sayıldığı şu dönemde, pörtlemiş kolları ve kat kat yağlanmış göbeği ile şişman bir kadın. Ama çok zengin! İstese aslında birkaç ameliyat, birkaç sihirli diyetisyen ve spor kürü ile benden daha genç ve fit görünebilir. Yani bunu yapmak için tüm imkanları (= parası) var; fakat resimlerden anladığım kadarıyla hiç öyle bir çabası yok. Özetle Sıdıka Sabancı, Cenk Eren’in bulabileceği en havalı, en ilgi çekici kadın değil; ama kesinlikle en zengini!

Sonra bunun ne kadar yoz bir bakış açısı olduğunu fark ettim. Bir kadının başarısından, birikiminden, ailesinin durumundan etkilenmek, aslında kalçasından, göğsünden, yataktaki marifetlerinden etkilenmekten daha klastı, asla daha basit değil! Cenk Eren’in yanında çakma Aysun Kayacı tipli dudaklarını büze büze konuşup, üç kelimeyi yan yana getiremeyen güzelinden ve şapşalından bir kadın olsa, bu durum hiçbirimize batmayacaktı. Hiçbir art niyet aramayacak, doğal kabul edecektik. Gelgelelim yanındaki kültürlü, büyük bir aileden gelen, iyi eğitimli, ama “güzellik kalıplarımız”a uymayan bir kadın olunca art niyet arayışına giriveriyoruz.

Oysa ki alkışlamak lazım kendilerini. Sıdıka Sabancı gibi bir kadının Cenk Eren gibi bir adamı boş ve ‘fazla laylaylom’ bulacağı; Cenk Eren gibi bir adamın dış görünüşü daha standart üstü kadınlara ilgi duyacağı gibi klişeleri yıktıkları için.

07.12.2008
dip not: Bu benzeri ilişki temalı yazılarım için ayrı bir blog açmıştım ama o kadar da üretken olmadığım gerçeği ile yüzleşince, bir blogtan bir etiket'e indirgeyip buraya alıyorum onları da...

15 Ocak 2009

giLLespenaut


Harry Potter gibi modern masal çağrışımı yaptı bende bu fotoğraflar. Mantık dışı, canlı renkli, çok eğlenceli! Flickr'da "giLLespenaut" adlı kullanıcının çalışmaları... Şu andan itibaren sıkı takipçisiyim... =)

















Pinterest'im

Instagram'ım