23 Ocak 2009

Bağımsız ruhlu fırlamalar evlenebilir mi?



‘Yaşam destek ünitelerim’ adını verdiğim bir listem var. Listenin adını ekşisözlük’ten çaldığımı inkar edemem; ama içerik tamamen bana ve benim hayatıma özgü. Devamlı gülümseyerek ortalıkta dolaşmamın sebebini “Neden hep mutlusun? Yoksa mutluymuş taklidi mi yapıyorsun?” şeklinde şüpheyle sorgulayanlara ‘yaşam destek ünitelerim’i bol bol kullandığımı açıklarım. Bu açıklamamdan bir şey anladıklarından emin değilim; ama bu liste benim için gerçekten çok önemli.

Bu listeye son günlerde Starbucks da eklendi. “Ne yani İstanbul’da yaşıyorsun, bu kadar gezip tozuyorsun, Starbucks’ı yeni mi keşfettin?” demeye kalkmayın, bir kahve bağımlısı olarak Starbucks’ı ilk açıldığı günden beri biliyorum; ama arkadaşlarımla gidip dedikodu yaparak kahve tüketmek ve kendi kendime dergimi / kitabımı okumak yerine, elimde kahvem, yanında dereotlu peynirli kekim veya kepekli pufum ile en merkezdeki masaya oturup, uzaklara dalmış pozlarında sağımı solumu dinleme terbiyesizliği yapmam yeni.

O kadar eğlenceli ki! Hele de otuz yaşlarını devirmiş, yeni yeni tanışan kadınlar varsa, şöyle çocukluktan başlayıp şimdiye kadar olan hayatlarını -en çok da evliliklerini- anlatıyorlarsa değmeyin keyfime! Lattemin yanında hiçbir dergi bu kadar keyif veremez.

Geçen gün yine şanslı bir günümdeydim. Yanımda iki tane oldukça fit vücutlu, iyi giyimli ve bakımlı kadın oturuyordu. Benden büyük oğulları olduğuna göre yaşları kırkın altında değildi; ama yüzlerine ve vücutlarına bakarak bu yaşı tahmin etmek mümkün değildi. 35’in üstüne ihtimal vermezdim.

Daha konuşkan olanı tipik bir Türk kadını hayatını çizip önüme koydu resmen. Güzel sanatlar okumak istemişti; ama babası “O işte para yok” diyerek karşı çıktığı için işletme bölümünden mezun olmuştu. Kendini alaya alarak, “Ne oldu işletme okudum da müdür mü oldum! Evlenip çoluğa çocuğa karıştım. Güzel sanatlar okusaydım en azından tüm gün televizyon izlemek yerine iki tane resim yapardım.” diye durumunu büyük bir dürüstlükle açıkladı.

Kocası kendisinden on yaş kadar büyükmüş. Kadın üniversitede okuyup, ailesiyle birlikte otururken; kocası bekar evinde yaşayan genç eğlenceli bir adammış. Adamın bekar evinin ortamı ve ailesinden ayrı bir şeyler yapıyor olmak çok cazip gelmiş. Evcilik oynuyormuş gibi evlenivermiş. Daha üniversitede okurken, karnı burnunda hamileymiş. “Kocam yazdı ben oynadım. Hiç bir şeyin farkında değildim o zamanlar.” Cümlesi, kadını hiç tanımıyor olmama rağmen içimi sızlattı.

Kocasının sevmediği arkadaşlarıyla görüşmeyi kesmiş. Sorgulamadan, karşı çıkmadan... Şimdi durup baktığında arkadaşlarının tamamının aslında kocasının arkadaşları olduğunu fark ediyormuş. Kocasının eski arkadaşları, onların eşleri, kocasının iş çevresi…

Kızına ne kadar imrendiğini anlattı sonra uzun uzun. Kızı arkadaşlarıyla dünyayı gezmiş, ama kendisi daha tek başına veya kendi arkadaşlarıyla Ağva’ya bile gitmemiş. Evlenmeden önceki tüm tatillerini ailesiyle yapıyormuş, evlendikten sonraki tüm tatillerini de kocasıyla yapar olmuş. Tabii parayı kazanan kocası olduğu için, tatil seçimlerinde söz hakkı da ona aitmiş. Kadın tatile çıkmak isteyip, ‘hadi şuraya gidelim’ dediğinde, “Biz burada para mı basıyoruz?!” diye homurdanıyormuş adam. Sonra gidip motosiklet almak gibi çok fuzuli ve tatilden daha yüksek bir bedelli harcama yapıveriyormuş.

Bu kadın kocasından dayak yemeyen, dışarıda gezip tozma ve alışveriş yapma hakkı olan, büyük ihtimalle güzel bir evde yaşayan, biri Amerika’da biri Türkiye’deki vakıf üniversitelerinden mezun iki çocuğa sahip olanlardan… Şanslı olarak nitelendirdiklerimizden yani…


Hayatında bir kere bile seçme hakkını kullanamamış oysa ki. Ne hangi bölümde okuyacağını seçebilmiş, ne evleneceği adamı… “Canım ne isterse yaparım.” Duygusunu hiç tadamamış. O yüzden bu evliliğe katlanabiliyor. Kabullenip, dalgasını geçerek durumunu anlatabiliyor.

Ben çocukluğundan beri hep özgür olanlardan kendi kararlarını kendisi verenlerden oldum. Bir adamın bekar evinin rahatlığına kanmam söz konusu değil, zaten ben o hayatı yaşıyorum. Canım istediğinde Amerika’ya road-trip yapmaya gidebiliyor veya trenle Avrupa’yı dolaşabiliyorum. İstediğim bölümde okuyorum falan filan. Peki benim böyle bir evliliğe katlanma sebebim ne olacak? Veya bundan başka bir evlilik çeşidi var mı? “Ben şimdi gelemem tatile toplantım var” diyen adamı olduğu yerde bırakıp valizimi toplayıp kızlarla tatile çıkmama katlanabilecek bir adam var mıdır? Veya onun yediği haltların aynısını belki de daha fazlasını yemiş olduğumu kabullenebilecek bir adam? Benim fırlama arkadaşlarımdan rahatsız olmayacak olan? Bana asla onunla görüşme, şunu giyme demeye kalkmayacak adam?

Şimdi hangimize yazık? Özgürlüğün, başını alıp gitmenin, ben kendime yeterim duygularının hiçbirini yaşayamamış olan kadınlara mı; yoksa benim gibi, evliliğe aykırı “bağımsız ruh”a çoktan ayak uydurmuş, ama bir gün evlenmesi gerekecek, evlenmediği için kendisini garip hissedecek, çevresi tarafından sıkıştırılıp yadırganacak kadınlara mı?

3 yorum:

past_is_prologue dedi ki...

süpermişş :)keyifle okudum...
son cümlene yanıt vermek için yazmıorum bu yorumu. sanırım erkekler de bu durumda gerceğiyle yüzleştim bi anda..but in a different way:) paylaşaım dedim:)

zillosh dedi ki...

hihih çok tesekkur ederim =))

hem kadınLar hem erkekLer bu durumdaysa biriLeri bi cozum buLmaLı ama di mi?! imdaaat diyorum yetkiLiLere =p

moda tasarım stil dedi ki...

canım sen ne güzel istediklerini yapabiliyormuşsun ama bu birazda maddi durumla alakalı

Pinterest'im

Instagram'ım