24 Haziran 2009

Maraz'ın keyiflisi











Ne yazsa bayıla bayıla okurum dediğim iki tane Türk yazar vardır: Biri Elif Şafak, diğeri Murathan Mungan. Elif Şafak’ın kurguları ve dili muhteşemdir, Murathan Mungan’ın ise kişi analizleri ve ruh hallerini kelimelere dökme yeteneği ona her seferinde aşık olmama neden olur. Eskiden bunlara Orhan Pamuk da dahildi, ama artık Orhan Pamuk içimi bayıyor, tahammül edemiyorum kitaplarına.

Yeni üçüncüm: Hande Altaylı! Ne öyle çok sıra dışı bir dil kullanıyor, ne de inanılmaz bir kurgusu oluyor romanlarının; ama bir solukta büyük zevkle okutuyor. Ve romanını okurken gerçekten kahkaha atmama neden olan tek yazar. Çok muzur bir kalemi var. Karakterler içimizden birileri, yaşananlar bizim yaşadıklarımız / yaşayacaklarımız ve az karakterle bol aksiyon = elden bırakılamayan kitapla keyif dolu saatler!

İlk romanı “Aşka şeytan karışır”ı okumaya gerçekten önyargılı başlamıştım. Fatih Altaylı’nın karısı olmanın avantajını kullanmak olduğunu düşünmüştüm nedense… Sonra da bu düşüncemden utanmama neden olacak kadar çok beğenmiştim romanı. İkinci ve sonuncu romanı Maraz’ı da yine çok sevdim. Hukuk çalışma aralarında, hafif, yormayan, keyifli cinsten bir kitap ihtiyacımı en iyi şekilde karşıladı.

Tatile çıkıyorsanız, boyutuyla da içeriğiyle de tam plaj çantasına atmalık cinsten bu roman!

Ve her kitaptan sonra olduğu gibi yine altında benim pembe kalemimin gezmiş olduğu satırlar:




<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Artık hayatında Cenk olmadığına göre o daha mı az Aslı’ydı? Aslı’dan Cenk çıkınca sonuç ne olurdu? ‘Saçmalama’ dedi kendi kendine, ‘Elmalardan armutları çıkartamayız. Yoksa çıkartabiliyor muyduk?’

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Aynı mahallede büyümüş, çocukluk ve gençliklerini hiç ayrılmadan bir arada geçirmişlerdi ama son yıllarda birbirlerinin hayatında gittikçe daha az yer kaplar hale gelmişlerdi. Bu kimsenin suçu değildi, sadece hayatın temposu çok hızlıydı.

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->O ölünce benim hayatımın bir kısmı kayboldu. Aynı şey sizin için de geçerli. Bizimle ilgili bir sürü şey onun hafızasındaydı ve artık kaybolup gittiler. Ölmek yok olmaksa, yok olmaya başladık işte! Yeryüzündeki varlığımızın bir kısmı silindi.

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Üniversiteyi bitirdikten sonra yıllarca tek başına yaşamış ve hiç yalnız olduğunu düşünmemişti. Demek ki yalnızlık birilerinin gidişiyle ortaya çıkıyordu.

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Evlilik sadece bir kadın ve bir erkekten ibaret değildi. Dolap, yatak, kanepe, banyo, espresso makinesi, televizyon ve daha bir sürü şey evliliğe dahildi.

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Rejim yapmak gibi bir şey değildi bu, basbayağı birini özlemeye benziyordu. Sevgili beyaz paket, güzel beyaz paket, benim güzel sigaram…

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Ali’yi affet, çok pişman, perişan oldu, hata yaptığını biliyor, seni çok seviyor. Aldatılan herkesin ezbere bildiği kalıplardı bunlar, ha bir de şu vardı: Herkes ikinci bir şansı hak eder.

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Beni aldattığı için üzüldüm, çünkü bana böyle bir şey olduğunda üzülmek gerektiği öğretildi. Bunun çok kötü bir şey olduğu, hatta insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden biri olduğunu dinleye dinleye büyüdük. Belki de çok önemli bir şey değildir, bilmiyorum. Belki çok normaldir, belki saçma olan evlenmek ve sadakat sözü vermektir. Aslında bir taraftan bakarsan, iki insan sevişiyor, boşalıp tatmin oluyor, derdi niye bana düşüyor ki. Ben bu olayın içinde yokum bile, beni ilgilendiren bir durum yok ki!

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->“Keşke kocanı o kadar boş bırakmasaydın” diyenler kocalarının telefonlarını kurcalayanlardı. “Ali yakışıklı adam, kadınlar rahat bırakmaz.” Diyenler çirkin adamlarla evliydiler. “Herkes yapar”cılar, çoktan boynuzu yiyen ya da takanlardı. “Çocuk olsaydı şimdi donuna kadar alırdın” diyenler kendilerinin güvencede olduğunu söylemeye çalışıyorlardı. Siz gezerken onların anası ağlamıştı ama şimdi kapı gibi çocukları vardı ellerinde.

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Farklı mizaçlarda yaratılıp, aynı sınava tabi tutulmamızın sebebini, öyle bir sınavın neden gerektiğini, neden en baştan kusursuz yaratılmadığımızı, içimize kötülük koyup sonra bizi bunun için yargılamayı aklım bir türlü almadı.

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Uzaktan mutsuz bir çifte benziyorlardı, onları gören biri hiç ortak noktası kalmamış evli insanlar olduklarını sanabilirdi. Oysa birbirlerini eğlendirme zorunluluğu hissetmeyecek kadar eski dosttular ve bu yüzden sessizlik sorun değildi. Birlikte gülebilir, birlikte ağlayabilir ya da canları isterse sonsuza kadar susabilirlerdi.

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Yaşlanmak ise ihtimallerin azalmasıydı. Sahip olamayacağını bilerek bakmaktı etrafa, geçmiş olsun demekti. Asla o kitaptaki adam ya da kadın olamazdın artık. ‘Sınırlı mutluluklar dönemine hoşgeldiniz’ yazan görünmez bir tabelanın altından geçerdin. ‘gerçekler dünyasına hoş geldiniz! Yetinmeyi öğrendiniz mi, öğrenmeniz gereken tek şeyi?’

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Bir ömür vardı elimizde ve hiçbir şey sığmıyordu içine. Hayat senden bağımsız, başlı başına, apayrı bir canlıydı, bazen seni yutuyordu ve sen içindeyim sanıyordun, işte tam o sırada seni kusuveriyordu.

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]--> Utancın kül gibi dağılıp uçtuğu, iki insanın birbirine tutunup düştüğü, unutulmayanın unutulmaz olduğu, hesabının tutulması ve sorulması tamamen gereksiz, müzik olarak nitelenebilecek ve ancak öyle dinlenebilecek, sadece anlardan oluşan kusursuz bir zincir… Şükretme isteği uyandıran, insanı kendinden doğuran, uğruna ömürden uzunca bir sürenin üzerinin seve seve çizilebileceği, hayaliyle bir ömür geçirilebilecek epey zevkli bir sevişmenin ötesinde ve yukarısında iki insanın kendi tanrılarını arama ve bulduklarına inanma hali…

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Peki bana bunu kim yaptı? Ben yaptım. Neden? Çünkü o serserinin biriydi ve onunla olmam mantıksızdı. Sana bir şey söyleyeyim mi, bu dünyada mantıklı olmaktan daha mantıksız hiçbir şey yok.

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->İnsan mutlu veya mutsuz olmaz ki. Öyle bir şey yok. Bazen mutlu, bazen mutsuz, genelde mutsuz olur. Kimi zaman idare edersin, kimi zaman edemezsin, bu kadar basit.

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Kalabalığın bir parçası olmak, hiç kimse olmaktı ve insan ancak hiç kimse olabildiğinde kendini bir bütünün parçası gibi hissedebiliyordu. Biri olmak, bütünden kopmaktı.

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Dünyanın ve hayallerin bu kadar kolay değişebilmesi ne kadar garipti; ömrünün sonuna kadar birlikte yaşayacağını sandığın biri, üç gün sonra “el” olup çıkıyor ve sen buna alışıyordun.

Ayrıca kitap kapağındaki şaşkın resmin tam tersine gayet hoş da bir kadınmış kendisi.





Müzik notu: Bu yazıda neden dört tane alakasız şarkı olduğunu sorarsanız; hepsinin adı "while my guitar gently weeps" Sırayla Jake Shimabukuro, Beatles, The Jeff Healy Band ve Spineshank!

Kitabın başkahramanı Aslı'nın severek dinlediği bir parça olduğu yazıyor kitapta; ama hangi versiyonu olduğu hakkında bir bilgi yok. Spineshank olmadığından adım gibi eminim aslında ama; kalanlardan hangisi seçemedim... Kitabı okumuş, Aslı'yı tanımış olanlar hangisini yakıştırırlarsa seçsin beğensin alsın ; )

Hiç yorum yok:

Pinterest'im

Instagram'ım