14 Mayıs 2010

Böyle yaşlanmaya can kurban!


Ben okuma yazma öğrendiğimden beri günlük tutan bir insanım. Edebi bir şeyler yaratma arzusunun kırıntısı yok bu günlüklerde. Başlarda sadece aradan birkaç yıl geçtikten sonra okuması çok eğlenceli oluyor diye yazıyordum. Zepo ile ortaokullu öğrencilerken Bodrum'da geçirdiğimiz bir yaz tuttuğum günlüğü lisedeyken okuduğumuzda kahkaha atmaktan karnımıza ağrılar girmişti mesela. Üniversiteye başladığım ilk günleri okumaktan hala inanılmaz bir keyif alırım; hayatımın erkeğini bulup bir yastıkta kocama hayalleri olan halimle dalgamı geçerken, o yaşıma rağmen şimdi kesinlikle sahip olmadığım kadar katı ilkeli bir insan oluşuma şaşarım.

Sonraları yazdıklarımı geri dönüp okumaz oldum; ama kafa boşaltmak için ihtiyacım vardı bu günlüklere. Bir çeşit alışkanlık olmuştu. Kafamda evirip çevirdiğim her şeyi kelimelere dönüştürdüğümde huzurla doluyordum, beynim "ohh beee!" diyordu. Derken ev değiştirmeler, defterlerin gereksiz yer kaplaması, word dosyası şeklinde tutulan günlüklere geçiş, bunların format yemesi zorunlu bilgisayarlar yüzünden tarihe karışması derken bu kayıtların çoğunu kaybettim.

Ama hayatımın en genç, en delikanlı, en pervasız döneminde hayata nasıl baktığımı hiçbir kayıda ihtiyaç duymaksızın ezbere biliyorum. Hatta o dönemde oluşturduğum ön yargılarımla savaşmak bugün oldukça fazla enerjimi tüketiyor.


Yıl 2007. İstanbul Üniversitesi Hukuk fakültesi öğrencisiyim, harika bir not ortalamam var. Cihangir'de tek başıma yaşıyorum. Erkeklere kendini kaptırmamanın, tek beklentinin "birlikte iyi vakit geçirmek" olmasının acısız, göz yaşsız ilişki formülü olduğunu çözmüşüm. Birine bir şeyler hissetmeye başlarsam, topukları yağlıyorum. Adana'dan arkadaşlarım, fakülteden arkadaşlarım, katıldığım etkinliklerden, kurslardan tanıdıklarım derken hiç de azımsanamayacak bir çevre var. Ve bu çevre gerçekten her konuda gaza gelmeye müsait. Bütün konserlerdeyiz, her çarşamba Mojo'dayız, her cuma Roxy'deyiz, her cumartesi canlı müzik yapan bir yerdeyiz, yeni bir mekan açıldıysa derhal hayırlı olsun ziyaretimizi yapıyoruz, spesyal kokteylleri ilk tadanlardan oluyoruz. Benim fakültemde devam mecburiyeti zaten yok, kah Koç'tayım, kah Bilgi'de, kantinde arkadaş ziyaretleri... Güneş görülmeden eve girilmiyor. Zaten evde bile olsam misafirsiz kalmam ihtimal dahilinde değil. Hadi kaldım diyelim Lost var, yine sabah ezanından önce uyunmuyor. Bütün sene boyunca en çok emek harcanan konu: Yaz tatili planlaması. Sevgililer değişiyor, saç renkleri değişiyor, hayaller değişiyor, keyif ve kahkahalar baki.

Hala gencim, hala keyifliyim; ama o günlerin fotoğraflarına bakıyorum da, daha bir parlıyor gözlerimiz, daha bir genciz, hiç tereddüt etmeden her şeyi yapabilecek olmanın enerjisi var. Şimdiki arada bir gelen durgunluklarımızdan, düşünceli hallerimizden eser yok.

O günlerde kendi kendime bir söz vermiştim: Ne olursa olsun, iş-ev-iş-ev yaşayan, gece çıkma anlayışı bir içki içip eve gitmek olan sıkıcı ve yetişkin kadınlardan biri olmayacaktım.


Sonra...
Okul bitti.
Birkaç iş denemesinden sonra, çok şey öğrenmiş olarak hukuk çizgisine döndüm. "Hukukla ilgili iş yapmak = İnanılmaz ciddi ve sıkıcı bir hayat yaşamak" anlayışına karşı duruşumu koruyor olsam da gelecek hayallerim bir ciddiyet kazandı.
Bir şeyler hissettiğim adamlardan kaçmak yerine, bir şeyler hissedebilmenin keyfine bakmayı öğrendim. Bir adamın hayatında olma süresi uzadıkça, aranızdakilerin azalmayacağını öğrendim. Şaşırdım.


Birlikte çok zaman geçirmiş olduğum arkadaşlarımın bazıları hayatımdan tamamen çıktı, çok nadiren yolda karşılaşıp ayak üstü lafladığım, gerçekten özlememe rağmen bir gün olsun oturup kahve içmeye fırsat bulamadığım kişilere dönüştü.
Yurtdışına taşınanlar, askere gidenler derken bir avuç kaldık. Tamam büyük bir avuç! Ama iş güç sorumluluklar derken, öyle sabah uyanıp "Napsak ki bugün?" diye birbirimizi aramalar bitti.


Gece bir klübe gidip, arkadaşımın yüzüne baka baka dans etmeyi inanılmaz komik bulur oldum. "Konser varsa gidelim, yoksa oturup bir şeyler içelim"cilere katıldım.
Yani bir zamanlar olmaktan korktuğum kadınım artık.

Dün gece Mr. Prozac ile caddenin şimdilik tek "club"ı olan Rush'ı hayırlamaya gittik. Müzikler tam eller havaya, üstü açık sigara içilebiliyor, valesi var caddede park sorununu kesip atmışlar. Yani karşıya geçmeye üşenenlerin kurtlarını dökmesi için her şey mevcut.


Gittik, bir saat takıldık, mideye bir margarita yuvarladık, çıktık. İçimdeki eski Sezen hortladı, "Yaa gece yarısı bile olmadan çıktık. Yaşlanıyoruz." diye tutturdu. Eve geldik, plak dinledik. Şimdi iki parmak ucumuzla dilediğimiz her çeşit müziğe ulaşabilmenin inadına, bir şey dinlemek için onun plağına sahip olmanın şart olduğu günlere ışınlandık. Plakların üzerlerine yazılmış, "Ayşe, Fatma, Ahmet, Mehmet, Büyükada, Şeker Bayramı, 1975" gibi notlarla duygulandık. Mr. Prozac'imin sürekli plak değiştirmek için kalkmak zorunda olduğu anlarda "playlist" denilen şeyin keşfedilmiş olmasına şükrettiğimi inkar edemem :)) Ama onun haricinde şarkılar, plakların kendisinin yarattığı duygu, sanki şarkıları yanı başımızda söylüyorlarmış hissi, Mr. Prozac'ımın kokusu... O kadar güzeldi ve deja-vu gibi hissettiğim bin tane yaşadığım sokakta geçen gecelerden o kadar farklıydı ki...




Hayatımda kuduruk geçmiş 5 sene olmasaydı, dün gecenin bana bu kadar güzel gelmeyeceğinin bilincinde olarak "Yaşlanmaksa yaşlanmak, iç geçmesiyse iç geçmesi yahu! Böyle yaşlanmaya can kurban!"dedim.

Yaşlanmak kavramını artık hayatımdan tamamen siliyorum. Bıcır bıcır+60 yaş insanlar da var hayatımda çünkü. Yaşlanmıyoruz, değişiyoruz. Bir zamanlar sıkıcı bulduğumuz şeyler, sonra inanılmaz keyifli gelebiliyor. Şu an monoton ve bayık bulduğum şeyler belki de bir beş yıl sonra mest edecek beni. Artık eminim: Karşı koymamak lazım değişime, alışkanlıkları gerektiğinde terk edebilmek lazım.

Bu da sanırım son zamanlardaki en içten gelen yazım oldu. Bir de şahane şarkı size:

Dario Moreno - Her akşam votka, rakı ve şarap

Derken...

Çatlak bir adamdan "Erdem Kıramer Makas Kuaförde dip boya 50TL yerine %50 fırsatla sadece 25 TL" başlıklı bir mesaj alınca bütün romantikliğim bozuldu. Başlasın haftasonu! Yaşasın üniversite festivalleri! =)

3 yorum:

Tns dedi ki...

"Hala gencim, hala keyifliyim; ama o günlerin fotoğraflarına bakıyorum da, daha bir parlıyor gözlerimiz, daha bir genciz, hiç tereddüt etmeden her şeyi yapabilecek olmanın enerjisi var. Şimdiki arada bir gelen durgunluklarımızdan, düşünceli hallerimizden eser yok."

bu cümle duygulandırdı beni. elimden bişeyler kayıp gitmiş gibi hissettim.

Aynur (Küçük Hala) dedi ki...

yoruma bile gerek yok aslında
çok güzel özetlenmiş herşey
sevgiler..

zillosh dedi ki...

@ yüksek topuklar: biliyorsun buna karar verdik şekerim elimizden bir şeyler giderken yeni bir şeylere kavuşuyoruz :)) özgürlük gibi, para gibi, ev gibi...

@ aynur: çok teşekkürler, birileriyle benzer hisler hayat deneyimleri paylaşıyor olmak nefis. sevgiler...

Pinterest'im

Instagram'ım