29 Mayıs 2010

"hayır" rejimi: Her şeye "evet"!



Jim Carrey'nin uzun süre filmini izlemedikten sonra onu ilk izlemeye başladığımda yüz mimikleri bana inanılmaz abartılı geliyor, itici buluyorum; ama bu maksimum 15 dakika sürüyor. Sonra "Bu rolü ondan daha iyi kimse oynayamazdı." diyorum. Yes Man de o filmlerden biri oldu.

Müzikler çok güzel, espriler çok ince ve zekice.
Ama benim asıl ilgimi çeken filmin kurgu değil, gerçeğin uyarlaması olduğunu öğrenmek oldu. İngiliz kült mizahçı Danny Wallace
bir sene boyunca bütün tekliflere "Evet" demiş ve bu süre içinde hayatı birbirinden garip olaylar ve insanlarla dolmuş. Ardından da bu bir yıl boyunca başından geçenleri kitap haline getirmiş.

Filmde de Jim Carrey eski karısını unutamamış, işte bir türlü terfi alamayan, anti-sosyal ve çok mutsuz bir adamken her şeye -istemese de- "Evet" demeye başlayınca hayatı bir anda harika bir hal alıyor. Uçak sürüyor, korece konuşuyor, arkadaşlarıyla arası düzeliyor, hayatının aşkı ile tanışıyor, işte terfi alıyor, bir sürü dost ediniyor...

Gerçi sonunda bazı şeylere hayır demesi gerektiğinin farkına varıyor; ama tamamen "hayır"cı olmamak için, bir süre "hayır"ı hayatından tamamen çıkardığı dönem filmin esasını oluşturuyor.

Açıkçası ben bunu inanılmaz mantıklı buldum. Gerçekten de mantığımızı ve alışkanlıklarımızı terk edemediğimiz için kimbilir hayatın bize sunduğu ne fırsatları geri tepmiş oluyoruz? Benim şimdiye kadar saçma sapan "Evet"lerimin sonucunda bulaştığım başlangıçta çok alakasız görünen işlerin daha sonra bir bütünlüğe ulaştığını inkar edemem mesela. Bir şeyin enerjimizi ve vaktimizi mi çalacağını yoksa inanılmaz güzel bir imkan mı sunacağını pat diye anlayamayız ki... Yaptıktan hemen sonra da anlayamayız, zaman içinde kendisini gösterir çoğu zaman... Belki de gerçekten hayır rejimine girmemiz lazım!

Daha önce şöyle yazmıştım: "Ben genellikle içinden gelen sesi dinleyenlerden olduğum için hep aklıma eseni yapmakla, mantıksız işlere kalkışmakla, şuursuz davranmakla eleştirilmişimdir. Hayatın bir akışı olduğuna ve bizim o akışa karşı koymaya kalktığımız sürece yorulduğumuza ve sonunda yenik düştüğümüze inanmışımdır. Oysa ki hayatın akışına uyum sağlarsak, dalgaların keyfini çıkarmaya başlarsak, onun bizi güzel yerlere belki biraz daha fazla dolanarak ama hiç yormadan götüreceğine.."

Bir gece son derece saçma bir teklife "Evet" demiştim. Ertesi sabah erkenden işe gitmek zorunda olmama rağmen, üstelik de hava yağmurluyken ve hatta teklifi yapan adamla bir defa ortak tanıdıklar dolayısıyla aynı ortamda bulunmanın ötesinde tanışmıyorken, gecenin bir yarısı sahile sohbet etmeye gitme teklifini kabul etmiştim. O gece ikimizin sahilde arabanın içinde tiramisu ve beyaz şarap eşliğinde oturup laflamasının mantıkla açıklanabilecek hiç bir tarafı yoktu. Ve o adam benim Mr. Prozac'ım oldu. O gece "Ne işimiz var bu saatte orada?" demiş olsaydım,yani mantıklı davranmış olsaydım hala "Yalnızlığın rahatsızlık değil, huzur verici olduğunu gerçekten kavramam için bunu kendi kendime daha kaç defa daha kanıtlamam gerekecek acaba? "diyen, her ilişkisinde yorulan / sıkılan ve yalnızlığına aşık bir kadın olmaya devam edecektim büyük ihtimalle.

Bir dahaki sefere herhangi bir şeye "Hayır" derken birkaç kere daha düşünün derim ben. :)

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Paylaşımlarınız için sigara bırakma merkezi teşekkür eder.

Pinterest'im

Instagram'ım