03 Haziran 2010

Ruh Reçetem

Bugün kendime kesinlikle bir söz verdim. Hayatımda ne olursa olsun çalışmaya devam edeceğim. Piyangodan para da çıksa, 18 tane çocuğum da olsa, iş hayatından içim de bayılsa çalışacağım.

Sabah uyanıyorsun, bir önceki günü hatırlıyorsun, ne kadar çok zırladığını, neden o kadar duygusallaştığına anlam bile veremediğini, çok sevdiğin bir insanla iletişimsizlik yüzünden yapılmış en taze -üstelik de henüz çözümlenmemiş- didişmeyi... Bir periyodun yüzünden şişen vücuduna bakıyorsun, bir haziranda olduğunu hala fark edememiş havaya...

Saat 7:00 günlerden perşembe! İşe gitmek lazım! Kalkıyorsun buz gibi suyla yüzünü yıkıyor, giyinirken bir fincan kahveyi mideye indiriyorsun. Saçlarını tepeye kıvırıp eşofmanla da dalamazsın plaza kadınlarının arasına, güzelce elbiseni geçiriyorsun üzerine. Biraz nemlendirici, biraz allık derken yüzüne de renk geliyor. İş arkadaşlarına günaydın demek yerine, söylenecek değilsin ya! Günaydınlaşırken kendini zorlaya zorlaya gülümsüyorsun önce. Sonra bir bakıyorsun gerçekten gülümsüyorsun. Sonra günün yarısı geçip gidiyor, kırmızı ojesiz ve alkolsüzsün hala, üstelik de keyfin yerinde! Evde otursan çıkamayacağın o duygusal mooddan iş sayesinde hasarsız ve hemencik çıkıveriyorsun. Hala bir önceki günden pek kırgın olduğun adama "canım" bile diyorsun telefonda.

Evet ne dediğimin farkındayım: Ruh hali reçetesindeki birinci madde: Çalışmak. Çalıştığın sürece suratsız ve paçoz olma lüksün yok çünkü.



İkinci madde: "Selindrella" okumak!Selindrella'yı okurken resmen kahkahalar attım. Son zamanlarda hiçbir kitap beni bu kadar güldürmemişti. Cik-lit denilen benim "köpük roman" diye tanımladığım romanları sevdiğimi inkar edemem. Özellikle toplu taşıma araçlarında ve güneşlenirken en iyi bunlar gider. Çok kafa yordurmaz, keyif verir. Muhteşem eğlenceli kapaklarının içinde bolca aşk vardır. Türkiye'de türevlerine pek rastlayamıyoruz, ya gençleri yazdıklarını sanıp bizden çok alakasız bir hayat anlatıyorlar, ya da dili kurgusu fazla zayıf kalıyor. O yüzden cik-lit kültürümüzü (kültür derken?! :)) ) tercüme romanlar işgal etmiş durumda. Onlar da bize yabancı kalıyor bir yerde. Selindrella'ya biraz da bu yüzden bayıldım. Nupera, Cuppa, Müzedechanga, Beymen Brasserie, Çiçek Pasajı gibi bizim yerlerimizde geçiyor roman.

Bir nevi Sindrella masalı gerçekten! Dokunuşuyla hayatı değiştiren perinin yerini, teras katında yaşayan gay almış. Selin'in hayatını ve kızkardeşinin tasarım parçalarla dolu gardrobu sayesinde bütün kostümünü değiştiriyor. Veee masaldaki prensin yerine de muhteşem seksi kasıkları olup Porshe süren bir adam var. Kötü kalpli üvey annenin yerine "Aman bize uzak olsun!" dedirtecek cadılıkta bir ex-kaynana; sürekli Külkedisi'ne emirler yağdıran kızkardeşlerin ikisine bedel olacak kadar çok şey isteyip duran evlenmek üzere bir yakın arkadaş (Dilara) var.

"O kadar şapşal bir kız nasıl o kadar taş ve düşünceli bir adamla birlikte olabilir?! Adaletin bu mu dünya? " isyanlarımı bir kenara bırakırsak, kitapta en çok başkahramanımız Selin'in iç sesini sevdim. O kadar tanıdık geldiler ki! (Kitaptan en sevdiğim "iç sesleri" yarın yazarım artık, saat 02:30, sabah adliye yolları tutacağım, azıcık uyumam lazım.)

Üçüncü madde: Alışveriş yapmak!

Bir de online-alışverişe sardım ki en fenası o. Her gün bir şeyler alıp duruyorum.
Yukardaki clutch'ı Hesionka'dan aldım, uzun süredir yakalayamıyordum, hep geç kalıyordum, sonunda biri benim oldu. Sabırsızlıkla elime ulaşmasını bekliyorum. :)

Markafoni'den saat, Sehirfırsatı'ndan Havuz Keyfi, Grupanya'dan Yelken Kokusu Dersi, uzun süredir istediğim gibi bir deri ceket, bloglarda gözüme çarpıp duran bir türlü alıp okumaya fırsat bulamadığım kitap Selindrella, aa zaten i-podumun kukalığı bozulmuştu ne güzelmiş bu kulaklığın rengi derken...

Bir de "Evime odama sığamıyorum!" diye isyan ediyorum utanmadan.

Dördüncü madde: Sevgiliyi kola takıp Bebek'te 3-5 tur atmak (Yalnız Bebek'e kesinlikle Ortaköy yönünden gitmemek Kuruçeşme Arena'nın trafiğine girmemek) Mr. Prozac ile şaka gibiyiz. Birbirimizin bütün ezberlerini bozuyoruz. Benim yaptıklarımı ona başkası yapsa / onun yaptıklarını bana başkası yapsa eminim ilişkinin ömrü bir saniye daha sürmez. Ama gerçekten garip bir şekilde birbirimizin bam tellerine basıp sonra da sarmaş dolaş oluveriyoruz. Bir de işin asıl daha garip tarafı her şey yolunda giderken, gelecekte olabilecek en olumsuz şeyleri düşünüp de onları detaylandırıp birbirimizin aklına kurtlar sokuyoruz. "Her şey bu kadar güzel olamaz, bir şeyler ters gitmeli." diye bize bir gerçeklik mi kazandırmaya çalışıyorsak artık?!

Hiç yorum yok:

Pinterest'im

Instagram'ım