29 Temmuz 2010

Tatilin fotoğraf hali

İki haftaya bedel iki gün geçirdim. İstanbul'dan o kadar uzaklaşmadan sadece haftasonluk zaman diliminde en kral "kafa boşaltma"nın gerçekleşebileceğini bir kere daha, olabilecek en eğlenceli ve en kuduruk şekilde keşfetmiş oldum.

Daha geçen hafta "Düşündüm taşındım, benim özlediğim şey tatil değil, tatil ruh hali sanırım." demiştim, işte buna bu haftasonu kavuştum.

Bir çok şeyin "out of record" kalmasına söz verdiğim için bütün detaylarıyla değil belki ama oldukça detaylı olarak gördüğümüz, keşfettiğimiz, bayıldığımız her şeyi paylaşacağım. Ama bugün değil.

Cuma sabahı evden işe gitmek için çıkıp, cuma gecesi Taksim'de kudurup, üzerine sabaha karşı atlayıp Ağva'ya gidip, Ağva'nın "huzurlu" imajının inadına sayılabilecek bir tatil yapıp, bu akşam İstanbul'a dönüp, doğrudan sinemaya gibip Inception izleyip, daha yeni eve girdiğim ve yarın sabah erkenden iş başı yapacağım düşünülürse...

Şimdilik son zamanlarda gördüğüm en güzel tatil fotoğrafları karşınızda:











Dip not: Haftasonu 5'lisini bir kere daha buradan öpüyorum! Bozcaada'da aynı ekip kavuşmak üzere...

Yalnızlık Allah'a mahsus, yalnız yatmak mı ay ay imkansız!

Başlık ve bu fotoğrafa bakınca muzur bir yazı yazacakmış gibi oldum. Ama "kikir kikir" ve "kütür kütür"lerimi açıklamaya henüz hazır değilim, onlar sayıca "bir"e düşene kadar beklemeniz lazım. :p

Bu aralar kafam neredeyse her konuda karmakarışık, hayatımda bir sürü büyük değişiklik yapmak için ilk adımları attım, ama gerisiyle de ilgilenmem lazım. Gelgelelim gidip seramik seçmek, gerekli belgeleri toplamak, başvuru formları doldurmak, kurslara yazılmak, sınavlara girmek yerine, erkekler, gezmeceler, haftasonu kaçamakları, kızkıza dedikodu kazanları, alkol daha cazip geliyor. Her zaman böyledir ya, ama havalar sıcakken daha böyle...

İşin komik tarafı, "Ben avukat falan olmak istemiyorum." diye stajımı başlatana kadar dışladığım işe bayılır hale geldim. Şu anda hayatımda tamamen mutlu ve tatmin olduğum, düzenli giden, beni yatıştıran bir şey varsa o da işim. Sonsuz keşfedilecek bir şey hukuk, hiç bir zaman her şeyini bilemeyeceğin, her zaman üzerinde çalışman gerekecek bir şey.

Bilenler bilir, ben normal adam sevmem. Sağını solunu kestirip, her adımını hesaplayabildiğim, her zaman doğru davranan, her zaman yapması gerekenleri yapan insanlar bende daha oyunun ortasında "game over" hissi yaratıyor. Ben azıcık arsız, kırık, dengesiz adamları severim. Şimdiye kadar hep öyle olmuştur. Ne zaman bana birisi hakkında "Aman ha o adamdan uzak dur!" denilmişse ben o adamın dibine girmişimdir. Ne zaman birisi bana herkesten gizlemeye çalıştığı absürd şeylerini anlatmışsa, ben onu çekici bulmaya başlamışımdır. Elimde değil.

Ve şimdi bana hukuk da böyle bir adam gibi geliyor. Her zaman bilmediğin bir yanı daha var. Ve buna bayılıyorum!

Ayrıca bu aralar şu kutu Nescafe'lere ve Kadıköy'deki Starbucks'ın ev gibi hissettiren kuytu balkonuna bayılıyorum. Yarının cuma olmasına ve hali hazırda mükemmel bir haftasonu planı bulunmasınaysa 10 kere bayılıyorum.


Bir de sonunda müziklerimi ve fotoğraflarımı düzenlemeye başladım. Flickr'a yavaştan fotoğraflar yüklenirken, buradan da uzun zamandır dinlemediğim arşivde yeniden karşıma çıkan güzel parçaları paylaşacağım:

Audioslave - Like a stone
" i'll wait for you there like a stone"

HIM - join me
"Won't you die tonight for love? Baby join me in death"

Andreas Johnson - Glorious
"She's bringing me in, checking me out, making me Glorious"

Bat For Lashes - What a girl to do

"When you've loved so long that the thrill is gone And your kisses at night are replaced with tears. Then I ask you now what's a girl to do?"

Direc-t - Hasret
"Ateşler söndükten sonra artık çok geç"

Ghinzu - Do you read me

"I was looking for you for so many nights, i was looking for you from time to time. Do you read me? Do you hear me?"

Dandy Warhols - We used to be friends
"Come on now, honey! Bring it on, bring it on, yeah! Just remember me when you're good to go"
Ayda bir...
Her şey eksik kalıyor.
Gece, eğlence, zevk...
Israrla dinliyoruz ve bekliyoruz:

But I know this much is true.
I wanna do bad things with you.
I wanna do real bad things with you.

27 Temmuz 2010

- Nasıl hissediyorsun? - Sonsuza kadar yaşayabilecek gibi.

"Bir gün bir adam bana evlenme teklif eder. İlk bir sene boyunca durmadan sevişiriz. İkinci ve üçüncü sene gitgide azalır. Ama tam birbirimize dayanamaz hale geldiğimiz zaman hamile kalırım. Çocuklarla ilgilenmek, iş yerinde uğraşmak, ev kredisi ödemek bir süre evliliğimizdeki istikrarı korur. Ama on sene sonra problemler başgösterecek çünkü ben çok yorgun ve çok meşgul olacağım. Ve onu öldürmek isteyeceğim, metresini öldürmek isteyeceğim, kendimi öldürmek isteyeceğim. Bunu da atlatacağız.Birkaç sene sonra başka biri olacak. Bu defa bilmemezlikten geleceğim çünkü bu sefer tekrar sorun çıkarmaya değmeyecek. Geri kalan günlerim böyle geçecek."

Film böyle başlıyor. "Ee büyük ihtimalle hepimizin yaşayacakları üç aşağı beş yukarı bu" diye düşünürken, hayata dair her şeyi tükettiğini ve önündeki günleri böyle yaşayacağını ön gören bu kadının intihar sahnesini izliyorsunuz. Everything in it's right place eşliğindeki bu sahne bence filmin en sıkı sahnesi.


Veronika decides to DIE ..! from Hudoo Al.Ibrahim on Vimeo.

Film her ne kadar depresif başlasa da, film bittiği zaman insanın içi yaşama ve keşfetme, şimdiye kadar bildiği bütün önyargıları yok etme arzusuyla doluyor.

"Gerçeklik çoğunluğun zorunluğu kıldığı şeydir. Her zaman en iyisi veya en mantıklısı değildir; ancak bir bütün olarak toplumla bağdaşmış şeylerdir. Bazı şeyler hislerle şekillendirilir, bazı şeyler insanların doğru olduğunu düşündüğü şekle gelinceye kadar düzeltilir, düzeltilir."





Filmi bu kadar güzelse, kitabının vuruculuğunu düşünemiyorum. Okunacak kitaplar listemdeki yerini biraz torpilli olarak başlardan aldı bile.

Bir de bazen kendimi iyi hissettiğimde o hissi tanımlayamıyordum. Mutluluk desen değil, huzur desen değil. Bu film sayesinde o hissimi de adlandırabildim: "Awarness of Life" ( Yaşamın farkındalığı )

26 Temmuz 2010

Olalım yine sar.sar.sarhooooş, kalalım hep bronz bronz ! :)

Benim "tanışma" hikayelerim meşhurdur. Arkadaşlarımın çoğu ile herkesten gizlediğimiz veya her fırsatta çok gülerek anlattığımız saçma sapan bir tanışma hikayemiz vardır.

Bundan bir sene önce kadar haftaiçi bir gün, Özge ve Sezen olarak iş çıkışı Parantez'e tünemiş ritüelimiz olan fındık votka ve mojito tüketiyoruz. Dışarı çıkılıp çozutulacak bir gün değil, ama cozutasımız var işte. Kafamız güzelleşince kalkıyoruz oradan, 'Line'a gidelim, orada her gün canlı müzik var nasıl olsa' diyoruz. Yolda yürürken o sıralardaki tenis turnuvası için Sidney'den gelen üç tenisçi adam bizi durdurup "Bu gece nereye gidilir?" diye soruyorlar. Onları da alıp öyle gidiyoruz Line'a. İçlerinden en tipsizi bir baş belası çıkıyor, çocuğu başımızdan savıyoruz, bu sefer de mekandaki diğer kızlara sardırıyor.

Bir ara tuvalete iniyorum, ayna önü gülümsemesi yapıyoruz tanımadığım bir kızla. "Ayy yukarıda bir çocuk var başbelası!" diye isyan ediyor. Tek başına gelmiş, bu çocuk da onu kilitleyip duruyormuş. Onları oraya getiren biziz, vicdan azabı çekiyorum. "Biz iki kızız bu gece, istersen gel bizim yanımıza." diyorum. Geliyor, biz o gece muhabbetin dibine vuruyoruz veee sonra "Nereden tanışıyorsunuz?" diye soranlara "Biz tuvalette tanıştık." demeye bayılan arkadaşlar oluyoruz.



İşte bu çıtırla pazar günü, aynen geçen hafta başlattığımız sunny sunday'leri sürdürmek için erkenden uyanıp havuza gittik. İnanılmaz keyifli bir gün oldu. Sohbetimizle, leziz margaritalarımızla, yaramazlığımızla... Gün bittiğinde gerçekten bronz da olmuştuk. After-sunlara bulanıp, lolita gözlüklerini takıp caddeye çıkınca "baldan tatlı adam"ı anmamak olmazdı. (Baldan tatlı adam derken? diyen meraklılar için: O da ayrı bir bomba tanışma hikayesi, şimdilik anahtar kelimeler şöyle: bebek badem ezmesi, mailler, kanyon, imogen, çek & yastık, aftersun, hayali göbek, 200 tane donut, lolita gözlükleri, işten kovulmak için kaşınmalar ve lunapark!)


Lolita gözlüklerimizle Bağdat Caddesi'nde yürümek de çok eğlenceliydi. Karnımız guruldamaya başlayınca "Nerede yemek yesek?" diye düşünmeye başladık. Midpoint ve NumNum her zamanki gibi tıka basa doluydu, listelere isim yazdırıp beklemek gerekiyordu. İçimize sinmedi, biraz daha yürüyelim dedik.


Tam o sırada iç kısımdaki ışıklı bir yer dikkatimizi çekti, neresiymiş diye bakıp "Kirpi" olduğunu görünce, tereddütsüz geçip oturduk. (Daha önce Koşuyolu'ndaki Kirpi'ye gitmiş ve şurada bahsetmiştim. )

Yine yemekler lezizdi. Üstelik bu sefer Kirpi Kokteyl'i de tatmış olduk, oybirliğiyle beğenildi.



Oradan hooop Bostancı Lunaparkı'na gittik, kişi başı 10 tane de bilet aldık. Gece 1:00'e kadar lunaparkta kudurduk. O kadar iyiydi ki, havuz gibi bunun da gelenekselleşmesi gerektiğine karar verdik. Aşağıdaki fotoğrafa bakıp da masum masum oyuncaklarla takıldık sanmayın, Bostancı Lunaparkı'nın yeni gözdesini henüz duymadıysanız şu videoyu mutlaka izleyin.


Lunaparktan sonra herkes dağılınca biz iki kişi Kadıköy'e gittik, tekila shot yapmaya. Ertesi gün iş güç yokmuş gibi! Foursquare bile bana ödül verdi: "Checking-in after 3am on a school night? Well done!" diye. İnanılmaz keyifli bir muhabbet, bir tekila ve bir margarita sonra, gözümüzde lolita gözlükleri, sabahın 4'üne yakın bir saatte ev yolu tutmuşken dım dırıdırım polis çevirmesi!
"Inınınınınının aliiiiialidesideroooo!" diyorduk ki, aldığım baro kimliğini ilk defa bir işe yaradı. "Avukat mısınız?" "Evet." "Buyrun devam edin!" :))))

Günün şarkısı da: Lisa Ekdahl - Vem Vet olsun!
Her günümüz böyle keyifli olsun!

24 Temmuz 2010

aşk tesadüfleri sever, sezen tekilayı :)


Trendsetter'ın bu sayısında böyle sayfalar var, harfler ve o harflerin yanlarında da o harflerle başlayan bazı kelimeler var. Fikre bayıldım; ama içerik çok eksik. T'nin yanında "tekila" yok mesela, A'nın yanında da "aftersun" eksik, hele ki Y'nin yanındaki "Yıllık izin" eksikliğine ne demeli! :)

Tatil... Özlediğim şeyin tatil mi yoksa gitmek mi olduğuna kadar verebilmek için epey kurcaladım hislerimi. Çünkü benim için aslında nereye ne kadarlık gittiğimin hiç bir önemi yoktur, sadece arada sırada bir gitme ihtiyacı kaplar bütün vücudumu. Hayatımdaki her şey çok tıkırında giderken bile, o hayatı burada olduğu yerde bırakıp, bir nefes alıp dönmek isterim. Bu ihtiyacımı haftasonları tatmin edebiliyorum. Zaten ağır ceza stajımda izlediğim duruşmalar da benim için bir nevi "gitmek" oluyor, çok başka hayatlara, hani hiç bizim başımıza gelmezmiş gibimize gelen olaylara...

Düşündüm taşındım, benim özlediğim şey tatil değil, tatil ruh hali sanırım. Hani bütün derdinin bütün vücudum eşit olarak bronzlaştı mı olduğu, canın istediğinde uyuduğun, canın istediğinde uyandığın, tamamen keyfine göre yaşadığın, normal hayat hızının 1/10'una düştüğü ruh hali...



Dün ofisteyken beni leziz Türk kahveleri ile ayıltan Gülay Abla önümüzdeki bir ay tatil için Almanya'ya gideceğini söyledi. Bir ay! Benimle aynı tatilsizliği paylaşan "baldan tatlı adam"a sığındım bu sırada. O da pazartesi izne çıkıyor muymuş?! "Sen de mi Brütüs?!" isyanlarıma aldırmadan bana bir de aftersun kokan, akşam yemek için giyinmiş, hafif kızarık suratlı bir kadın profili çizdi mi? Saniyede erkek versiyonunu benim beynim kurguladı mı! Beynim aftersun ile yıkandı resmen, yani kazara aftersun'sız tatile gitsem tatile gitmişim gibi hissetmeyeceğim.

Neyse ki geçen sene denizin dibine vurmuştum da, fotoğraflara bakmak avutuyor beni. Hatta o kadar avuttular ki 5 güncük iznimi de yaz bittikten sonraki günlere saklamaya kesin olarak karar verdim.

Gece de Müslüm Gürses'i dinlemek için Çubuklu Hayal Kahvesi'ne gidecektik. Bir arkadaşımın Kabataş'taki evinde buluştuk, ben giderken arsızlık yapıp bir şişe tekila almıştım. Saat daha 7:00, bira filan alır insan di mi? Yok. Tekila da tekila. Noldu? Benim kafam şahane oldu, Müslüm konseri iptal oldu. Giderken elimizde bira, dönerken margarita İstinye- Çubuklu arası tekne turu yapmış olduk. Geceden geriye kalan, nasıl becerdiysem yaktığım elbisem ve o teknede içtiğim margaritanın bardağı!


İstanbul'da gece hayatının da çok boktanlaştığına kesin olarak karar verdim. Dün herkes birbirine sorup duruyordu, ilham almak için "Nereye gidilir bu akşam?" diye. Konser yoksa hiçbir yere gidilmez kıvamına geldi İstanbul. Oturulur bir yerlerde içki içilir muhabbet edilir, konser varsa gidilir, yoksa öyle "müthiş mekan, müzikler şahane, insanlar şahane, deli eğleniliyor" bir yer yok. Hem bu sebepten hem de uyanınca canımın deli gibi bira istemiş olmasından gözüm korktuğu için bu aralar daha sakin takılmayı deneyeceğim.

"Iyyy Müslüm Gürses konseri mi dedin sen? Fazıl Say'a katılıyorum ben." diyenlere geLsin:

21 Temmuz 2010

Çikolatalı krep, lolita gözlükleri, nikahım ve devamı... :)

Biliyorum bazılarınız benim fiziksel olarak durulduğum, kendimi, hayatımı, ilişkilerimi sorgulamaya zaman ayırdığım ve bu konularda kafa patlattığım dönemlerde yazdığım yazıları daha çok seviyorsunuz. Gezdiklerimi, gördüklerimi, beğendiklerimi değil de hissettiklerimi ve düşündüklerimi yazdığım yazılarımı...

Bazılarınızınsa o uzun metinlerden içi sıkılıyor, sadece "Gezelim, keşfedelim, aaa burada bu varmış." gazı veren yazılarımı okuyorsunuz.


Bu aralar yüksek doz enerji taşıdığımdan ve içim yazın cıvıl cıvıllığı ile dolu olduğundan "Duygulardan değil, bedenlerden ve hazlardan bahsetmeye başlamalıyız artık." diyen Focault Abi'mizin izinden gidiyorum. Sorgusuz sualsiz, kalıba sokulma çabası harcanmayan, karşılıklı tek beklentinin eğlenmek olduğu, kesinlikle hissiz olmayan, ama yine de rahat ilişki tipinin tadının dibine vuruyorum.


Kesinlikle bu mudur? Budur! Aradı mı aramadı mı diye telefona bakıp durmak yok, işteyken bütün gün dünkü tartışmayı aklında evirip çevirmek yok, sevgiliyle tripleşmemek için planlardan vazgeçmek yok. Diğer yandan sarmalayan kollar, üzerinde uyunacak bir göğüs, yolda yürürken tutulacak bir el var, eğlence, sevgi, şefkat ve ötesi zaten bol.

İlişkiler hakkında düşündüğüm tek şey "Şu saçma ilişki kurallarını kim neresinden uydurmuş acaba? İlişkinin içine etmekten başka bir halta yaramıyorlar." olduğu için sizinle minik güzel şeyleri paylaşmaya devam edeceğim:

Pi zincirlerinden bol bol söz ediyorum, İstanbul'da yaşıyorsanız illa ki siz de bol bol gidiyorsunuz. İçmeye... Beşiktaş Pi'nin sadece kokteylleri değil, yemekleri de çok başarılı. Hatta dün yazın orgazmik tatlısının da orada olduğuna oybirliği ile karar verdik.

Kızkıza oturmuş dedikodu kazanını kaynatıyor, biraları tokuşturuyor, gülüyor eğleniyorduk. Bir anda arka masamıza bir tatlı geldi, biralar elimizde gözümüz tatlıda kaldı. Hemen bir tatlı menüsü istedik. Nıh! O kadar cazip bir şey bulamadık. Arka masada gözümüzün kaldığı tatlıyı yiyen çocuğun zevkini bölüp "Afedersiniz yediğiniz şey ne?" diye sorduk. Dondurmalı krepmiş, menüde yokmuş, ama istenirse yapıyorlarmış.

Israrla isteyiniz. Çikolatalı krebe sarılı kaymaklı dondurma. Hem leziz, hem de tam kıvamında bir tatlılıkta. Masamıza geldiğindeki hali yukarıda, beş saniye sonraki hali burada:

Bir de bu aralar lolita gözlüklerinin hastasıyım. Çocukken de takardık bunlardan. Açıp açıp eskiden birbirimize yazdığımız mailleri okuduğumuz için şimdi geyik yaptığım eski sevgilimmiş hissine kapıldığım, kendisine 199 donut borçlu olduğum, hayali bir göbeği olan, lolita gözlükleri takıp bana 50mila söyleyecek adama beyaz lolita gözlüğü alırken dayanamayıp kendime de turuncusunu aldım.

(Modelim de sonunda aramıza dönen Güzin)

İş güç de aynen devam ediyor. Bugün Kadıköy Asliye Ticaret Mahkemesi'nin yolunu tutarken "Kısa reklamcılık kariyerimdeki şarap işinden sonra, şimdi daha uzun olacağını umduğum hukuk sektöründe de beni en koşturan müvekkil şarap ihracatçısı. Şarap ile yollarım bu kadar kesişirken artık "soğuk olsun, beyaz olsun, benim olsun"u aşmak şart oldu" diye düşündüm. Yapılacaklar listesine bir madde daha otomatikman eklenmiş oldu.

Bir de foursquare'de Kadıköy Adliyesi'nin ve Hasanpaşa'daki C blok'un mayor'u oldum. Buralar benim, havalarında geziniyorum. :o

Çekim ganimetlerimizi ile parti organizasyon çalışmalarımızı da paylaşmaya devam edeceğim. Bilmeyenler için ufak bir açıklama da getireyim duruma. Biz Las Vegas seyahatimiz sırasında Drive Thru Wedding diye çok bomba bir şey aracılığıyla Gizem ile evlenmiştik. Üç sene önce... Birbirimize "eşim" diye hitab etmeyi de dilimize dolamıştık. Facebook'a üye olduğumuzdan beri de ciddi ilişkilerimize rağmen birbirimizle olan "married status"umuzu hiç değiştirmedik. 3. yılımız şerefine nikah tazeleme partisi organize ediyoruz. Gerçekten çok matrak şeyler yapmak var aklımızda. Bu fotoğrafları da bu yüzden çekildik.

Blog aracılığı ile arkadaş gibi olduğumuz veya sadece merak eden herkesi de beklerim: TIK TIK!

20 Temmuz 2010

Şehrin en eğlenceli partisi!

Hayatım bu aralar alakasızlıklarla dolu.
Kendimi bildim bileli böyle olmuştu; ama bu aralar had safadayım!
O yüzden günler de fazla kısa geliyor bana. Uyanıyorum, sürünerek kahve yapmak için mutfağa gidiyorum, hemen giyinip kendimi sokağa atıyorum, kafein etkisini gösterirken güzel müziklerle etraftan olabildiği kadar izole olup güne başlıyorum. En geç 07:00'de. Oraya, buraya, şuraya, o , şu, bu derken saate bakıyorum gece yarısı! "Aklımda neler vardı oysa bugün yapılacak... Bugün kalmadı." diyorum.

Bugün de öğlene kadar Ağır Ceza Mahkemesi'ndeydim stajım sebebiyle, sonra Hümanist Yamyam'ın stüdyosunda aldım soluğu. Murat ile Senem'e kocaman teşekkürler, şahane fotoğraflarımız oldu sayelerinde. Photoshoplamaya zamanları yoktu, ham hallerini aldık, picassa kullanarak renkleri ile biraz oynadık:

Parti meselesine gelince; İstanbul'un konser hayatı her geçen gün daha parlak daha cezbedici hale gelse de, partiler için aynı şeyi söylemek imkansız. Bir 80'ler furyasına kapılmış gidiyoruz. Arada bir değişik konseptler ortaya atılsa bile, arkası dolmuyor, olmuyor, benimsenmiyor. Bu sefer biz (pek sevgili eşim ve ben) kolları sıvadık, gerçekten çok eğlenceli bir parti konsepti ile çoook yakında huzurlarınızda olacağım. Şimdilik çok öpüyorum.

18 Temmuz 2010

i'm naked i'm numb i'm stupid i'm staying!

Ne güzel bir haftasonuydu...
Haftasonu yorgunuyum, vücudumun her bir yanı ağrıyor, uykusuzum, haftasonu yapmam gereken hiç bir şeyi yapmadım ama kendimi harika hissediyorum.


Aslında haftasonuna çok matah bir giriş yapmamıştım. Cuma günü vantilatör- sıcak hava- klima - sıcak hava döngüsü de beni fena çarpmıştı, başım ağrıyordu, burnum tıkalıydı. Gece için de öyle çok özellikli bir planım yoktu, haftasonu resmen başlasın diye bir bira açmış takılıyordum. Muhteşem bir zamanlama ile "Napıyorsun bu akşam?" mesajı geldi. Süper bir adamdan... Adam süper çünkü onunla alakalı alakasız akla hayale gelecek her boku yapabiliyorum. Ve onunla ne zaman bir araya gelsem gülmekten yanaklarım ağrıyor, başıma acayip bir şey geliyor (bkz: kaşımı gözümü ocakta yakmak, bkz: gözüme votka kaçırmak) ve inanılmaz eğleniyorum. Yine de alışkanlık işte "Planımız ne peki?" diye sorma gafletinde bulundum. "Karşıya geçeriz belki de. Deliyim ben iki saat sonra da kalk Ağva'ya gidelim derim. Ne gerekiyorsa yaparız, eğleneceğiz bu akşam." cevabını aldım. Bayıldım.

Gecenin ne kadar bomba olacağı zaten karşıya geçmek için bindiğimiz taksiden belliydi. "Sigara içiyorsanız sigara serbest. Başka bir şeyler kullanıyorsanız onların da hepsi serbest. Sadece sevişmek yasak, çünkü izlerken dikkatim dağılıyor." uyarısı ile başladı kıtalar arası yolculuğumuz. Anjelique sınırları içinde en çok dans eden iki insan olarak devam etti gecemiz. Gerçekten üç saat filan aralıksız dans ederek sağlam kurt döktük. Gerisine uzuuun bir biiiiiip niyetine muhteşem bir şarkı geliyor: Don't you want somebody to love?


Ertesi gün güya sabahtan Sun.day.sky yolları tutacak, İzmir'den gelen çıtırımla koca bir günü birlikte geçirecektim; ama ancak 20:00 gibi karşıya geçebildim. Sun.day.sky hakkında tek gördüğüm şey de WUFİ konseri oldu. Kendilerini Rock'n Coke'ta dinlemiştim ilk defa pek sevmiştim, sonra bir akustik konserlerine gitmiştim içim bayılmıştı, Sun.day.sky'da da güzel oldukları gibiydiler: Kıpırdak ve eğlenceli. (Kendilerini hiç dinlemediyseniz buraya buyurun!)


WUFİ'nin ardından Taksim'e geçtik, kızlar ordusu şeklindeydik. Dedikodu yapmak, birbirimizi hayatımızdaki gelişmelerden haberdar etmek için Küçükbeyoğlu'na geçtik. Öğrencilik bitti, hepimiz bekarız. Haliyle çok kısa zamanda hayatımızda ekstrem değişiklikler olabiliyor. İşler değişiyor, sevgililer değişiyor, kafalar karışıyor, tatil planları yapılıyor, yüksek lisans mı yapsam şunu mu yapsam bunu mu yapsam düşünceleri sonucunda başka bir ülkeye göçmek söz konusu olabiliyor falan filan.

Amaaa sokakta hayat varmış! Küçükbeyoğlu'nun sonuna sahne kurulmuştu, sokakta konser vardı ve çok eğlenceliydi. Sıcaktan bayılana kadar bira- patates eşliğinde zıplayıp hopladık orada. Bu arada "Sokakta Hayat Var" konseptli bir de site yapmış Efes, eğlenceli bir test var. Vay ulan gecelerin hakimi benmişim diye gaza geldim. Denemek için buraya.


Sonra da içi yenilenmiş, bu gecede 70'ler, 80'ler, 90'lar partisi varmış diye duyduk soluğu Studio Live'da aldık. Bir önceki geceden kurtlarımın hepsini dökmüş olmama rağmen, yine de çocukluğumun şarkılarını duyunca yerimde duramadım. Hepbirlikte saatlerce saçma sapan danslar yaptık ve çok eğlendik.

Eve sabaha karşı geldik, Filiz de misafirim oldu. Elimizde kahve fincanları balkonda bir muhabbete başladık oh oh! Sonra alarmları kurduk. Ertesi günü havuz günü ilan etmiştik, caymamak üzere. Gerçekten de sabah 9:30'da kalkmış kahvaltı ediyorduk. Sino sabahın 5:00'inde dut ağacının tepesinde dut yerken, seneye kesin evlenmeye karar verdiğine dair bir mesaj atacak kadar güzel kafalı olsa da, o bile öğleden önce Dalyan'daydı.

Kime de Dalyan Club desek bizi gerçekten denize tatile gittik filan sanıyor. Halbuki Dalyan Club Kalamış dolaylarında bir spor klübü. Biz de ilk defa bugün gittik havuzuna. Güneşlenmek için hem minder & çim, hem havuzun dibi & şezlong alternatifi olması güzel, yiyecek ve içecekler lezzetli ve fiyatları gayet makul. Sadece havuzunda yüzülmüyor pek. Herkes içine giriyor, öyle takılıyor.

Havuzun en ilgi çekici kısmı, benim yakınen izlemeye aldığım 3lü çiftti. Evet evet, bir adam ve iki hatundan oluşan üçlü bir çift vardı. İki kadın adamın birer koluna dolanıyordu havuzda, hepsi öpüşüp koklaşıyordu. "Nasıl kıskanmaz bu kadınlar birbirlerini?" diye düşünüp bütün gün saç saça dalacakları saniyeyi bekledim; ama olmadı.

Güneşlenme faslı bittikten sonra biraz hamakta yayıldık ve sonra dondurmalarımızı yiyip evlere dağıldık.

Bu hafta sonunda her şey vardı, dinlenmek hariç. Ve şu anda gerçekten pilim bitmiş durumda. Uzun bir banyo ve kremlenme keyfi üzerine biraz kitap okumak şeklinde çalışmalık şar olmam lazım. Haftasonuma dahil olan herkesi de en kocaman öpüyorum. Her bir saati gerçekten ayrı güzeldi.

Pinterest'im

Instagram'ım