31 Ağustos 2010

kalbim değil de aklım Ege'de kaldı...

Bu sabah 07:00'de alarmım çaldı, apar topar giyinip, köprüden geçerkenki boğaz manzarası ile kendimi avutup, kahvaltı niyetine plazaya girerken Eat'ten beyaz peynirli sandiviç alıp ofise geldim. Oysa ki üç günde ne kadar alışmıştım daha geç bir saatte alarmla değil öpücükle uyandırılmaya, uyanır uyanmaz karşımda muzur muzur gülümseyen bir adam ve masmavi bir deniz görmeye, öğlene doğru leziz peynirler ve çeşit çeşit reçel eşliğinde çok güzel bir kahvaltı yaparak güne başlamaya... Sürekli mutluluk mırıldanmam olan "mmmmmmmmmmm" şeklinde sesler çıkarmaya...
Tam bir ay önce Ağva'da taze portakal suyu ve filtre kahve eksikliğine rağmen oldukça lezzetli bir kahvaltı yapıp, gazeteleri karıştırırken Bozcada ile ilgili bir şeyler görmüştük bir gazetenin ekinde. O kadar keyifli bir tatil ekibi olmuştuk ki, bir sonraki ay da aynı ekip Bozcaada'ya gitmeye karar vermiştik. 30 Ağustos ile birleşen haftasonu bize üç günlük bir tatil yaratınca da hooooooop Bozcaada yolları tuttuk.
Deniz tertermizdi, zeytinyağlı yemekler, deniz ürünleri ve peynirler lezizdi, şaraplar gerçekten ucuz ve güzeldi, her yere yürüyerek gidebiliyor olmak pratikti, kaldığımız yerin kale ve deniz manzaralı terası keyifliydi, kafamız güzelleştikçe yaptığımız muhabbetler karnımıza ağrılar sokacak kadar komikti.
Sevgiliyle tatile çıkmak heyecanlı olduğu kadar stres yaratıcıdır genellikle. Çünkü sevgili seni ilk defa fönsüz saçlı, makyajsız, yeni uyanmışken görecektir. Üstelik tatil boyunca neredeyse her şeyi birlikte yapacaksınızdır ve bu yüzden tatiller ister arkadaş, ister sevgili olsun insanların en çok didiştikleri anlar olur. Benim için bu sevgiliyle çıkılan bir tatil olmasına rağmen, bütün bu streslerden soyutlanmış bir tatildi. Biz bir tatilde flört etmeye başlamıştık çünkü. Sabahın 5inde yola çıkılan, on saniyede hazırlanan çantada tarak ve diş fırçası bile bulunmayan, birbirimizin en sarhoş ve en uykusuz hallerini gördüğümüz bir tatilde... O yüzden benim için sevgilimin varlığı stresten alakasız, tam tersine ekstra keyif ve tabii öpücük katan bir unsur oldu.
Bozcaada'ya da ba-yıl-dım! Neyle gittik, kaç saat sürdü, nerede kaldık, ne yedik içtik hepsini detaylıca anlatacağım. Eylüldeki bayram tatili için güzel bir rota olabilir, şimdiden aklınızda bulunsun derim ben. Hatta yol gözünüzde büyümezse 3-4 Eylül'de bağbozumu festivali var!

26 Ağustos 2010

Rakı & balık mı Kokteyl & Manzara mı?

Asmalımescit'in yeni sakinlerinden UpLounge! Otto'un ve Groove'un sokağından dümdüz iniyorsunuz, grafittilerle süslenmiş Hardal'ın içinden geçip asansöre biniyorsunuz. Asansörden bir iniyorsunuz; Up Lounge eğlenceli dekorasyonu ve güzel manzarası ile karşılıyor sizi.

Asmalımescit'te eskiden müdavimi olduğum pek çok yere artık uğramıyorum bile. Oturacak yer bulamamalar, altıüstü sokağa atılmış bir tabure için yarım saat ayakta beklemeler, oturduğunda tam dibinde hiç tanımadığın biri oturuyor olduğu için sansürlemeden rahat rahat konuşamamalar... Bu sebeplerle Asmalımescit dolaylarındaki oturacak yeri bol, daha herkesin istilasına uğramamış yerleri çok seviyorum.

UpLounge'ta akşamları canlı müzik de oluyor ve söyleyen ince uzun kadın Türkçe, İngilizce, İspanyolca şarkıları gerçekten güzel söylüyor. İş çıkışı bir yanımda sevgilim, diğer yanımda çok sevdiğim bir arkadaşım, elimde bir kadeh buz gibi Blush, önümde Haliç manzarası, arka fonda güzel müzikler keyfe gelmemek mümkün mü?

Daha önce başbaşa bir sohbet için gidip oldukça güzel bir akşam geçirmiştik UpLounge'ta, dün akşam da I love Wednesdays'in bir partisi vardı. Erken tüydük, ama biz olduğumuz sürece çalan kim olduğunu bilmediğim DJ gerçekten iyiydi.

Mekanın bir kusuru var, "Nasıl yaparlar böyle bir şeyi?" dedirtecek kadar büyük bir defoya dönüşüyor gecenin ilerleyen saatlerinde. Mekanda tek bir unisex tuvalet var. Dün gece boyunca o kapının önünde bekleyen en az 3 kişi vardı. "Up Lounge'ta eğlenip umimi tuvalette işemek" diye bir gerçek var. Hayatın komik olma sebeplerinden biri! :)

Teşekkür notu: Beni bu mekandan sevgili Buket haberdar etmişti, madem yeni mekanlara hayırlı olsuna gitme alışkanlığın var, işte sana yepyeni üstelik güzel mekan demişti. Haklıymış. Kendisini buradan öpüyorum!

Diğer yeni keşfettiğim mekan Akın Balık. Karaköy perşembe pazarının sonuna doğru yürüyorsunuz, oralarda. Gayet salaş bir mekan olduğu için elimizi kolumuzu sallaya sallaya gittik, şansımıza bir masa boşalmasa yer bulamayıp geri dönüyorduk. Yeşilliklerin içinde, Haliç'in kıyısında, arkada Türk Sanat Müziği eşliğinde keyifle rakı içip balık yenilebilecek bir mekan.""Ben plastik bardakta rakı filan içemem!"cilerdenseniz de endişelenmeyin, biz gittiğimizde plastik bardaktan çay bardağına terfi etmişlerdi.

"Para kazanmaktan çok dünyaya hoşluk armağan edenlerin yeridir." cümlesi de mekanı bal gibi daha da güzelleştiriyor.

Bir afiş düşünün: Birkaç DVD kutusunun üzerinde bir Çin yemeği var. Altında da "Eğer her gecenizi böyle geçiriyorsanız, neden New York'ta yaşıyorsunuz?" yazıyor. Aynı şey İstanbul için de geçerli. Eğer her geceniz evde bilgisayar veya televizyon karşısında, ertesi gün iş olmasına sıkılarak geçiyorsa neden İstanbul'da yaşıyorsunuz ki?

23 Ağustos 2010

Arkayı 400'ledik! =))


Ben hala "her şeyi birden" yapmak isteyen bir kadınım. Yeni açılan mekanları, sergileri, tiyatroları, popüler veya gizli hiçbir şeyi kaçırmayayım, bütün dünyayı gezeyim, bütün kitapları okuyayım, bütün filmleri izleyeyim istiyorum. Diğer yandan deliler gibi çalışayım, kariyersel gelişim için de yapılabilecek her şeyi yapayım istiyorum. Her şeye birden yetişmek mümkün değil, artık biliyorum. Yine de olabilecek en fazlasını hayatıma sokmak için oradan oraya koştururken ve bazen keşfettiklerimi, bazen hissettiklerimi, bazen beğendiğim herhangi bir şeyi buradan paylaşırken şimdi fark ettim ki 400'den fazla kişi oluvermişiz burada!

Ne güzel! Oh!
Üstelik de bu blog hala ilk günkü gibi: Hala keyfime göre, kafama göre, doğal, esintili.
İyi ki varsınız!

Günün şarkısı da: Nina Simone - Feeling Good

22 Ağustos 2010

Hayatı planlamak imkansız; ama düş kurmakta serbestiz...

En yakın kız arkadaşlarımla ne zaman toplansak işten, sağlıktan, gelecek planlarından önce hayatımızdaki adamlardan konu açılır. Rapor verir gibi sırayla anlatırız ilişki nasıl gidiyor, nelerden şikayetçiyiz, nelere bayılıyoruz... Sonra da herkes yorum yapar. Bir nevi toplu ilişki terapisi gibi!

İnanılmaz bir önyargımız olduğunu da daha yeni keşfettim. "Ciddi ilişki" diye bir terim uydurmuşuz popomuzdan, sürekli de kullanıp duruyoruz. Hayatımızda tek bir adam varsa ve biz öylesine takılmanın bir adım ilerisine geçmişsek, o ilişkinin artık "eğlenceli" olamayacağına, aksine bizi sorumluluklara boğacağına inanmışız. İnanmışız çünkü hep öyle olmuş. Birlikte çok eğlendiğimiz, bize kendimizi harika hissettiren adamlar "sevgili" sıfatını alır almaz sıkıntıya boğmuş bizi. Hayatımızı kısıtlamış, canımızı sıkmış, keyfimizi kaçırmış... Biz de istikrarlı ilişkileri "ciddi ilişki" olarak anmaya başlamışız. "Ciddi bir ilişkin varsa deliler gibi içemezsin, kız arkadaşlarınla çıkıp dağıtamazsın, fırlamalık yapamazsın. Dışarı çıkma anlayışın daha az içilip daha az dans edilen gecelerle, başbaşa yenilen yemeklerden ibaret kalır."a kendimizi inandırmışız.

En son ciddi ilişkimden sonra tövbe etmiştim. "Yok istemiyorum bir süre hayatımda hiçbir adam, yaz boyunca uğraşamam sevgiliyle. Bana göre değil bu işler. Hiç bir halt yemesem de yiyebilecek kadar özgür olma ihtimalimi seviyorum." demiştim. Takılıyor, geziyor, tozuyor, çok eğleniyordum. Derken bir adamla tanıştım...


Adamla tanışmamız ve tanıştıktan sonra birlikte yaptığımız ilk şey (sabahın 5:00'inde caddede buluşup Ağva'ya gitmek) zaten hayatımdaki iki ayrı efsane oldu.

Aylar önce benim yazdığım yazının altına bir yorum gelmişti. "Hayatının Prozac'ini bulunca böyle olduysan, kimbilir Ecstacy'sini bulsan kimbilir nolurdu?" diye. Ben de düşünmüştüm "Sahi nolur acaba?" diye. Artık biliyorum, İstanbul sınırları içinde olmama rağmen 86,5 saat eve girmezmişim! Enerji verici öpücükler, reddedilemeyecek kadar güzel planlar, biraz eğlence, biraz huzur, biraz yaramazlık, biraz keyif derken, perşembe sabahının köründe işe gitmek için evden çıkar, evin yolunu ancak pazar akşamı bulurmuşum. Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle!

Birlikte oturup "Biz neyiz?" , "Ne olacağız?" sorgulamalarının yapılmadığı, oldukça sıkılgan benim birlikte hiç sıkılmadan günler geçirebileceğim, sonra ondan ayrılır ayrılmaz da kendimi eksik hissedeceğim, bütün arkadaşlarımın "Ne tatlı oldunuz siz böyle!" dediği, başka hiç bir erkeğe ihtiyaç duyulmayan, hem eğlenceli hem de huzurlu bir ilişkinin varlığına inancımı çoktandır kaybetmiştim.

Şimdi geçmişten yaralı "o"nun ve hiç yara almamış olsa da aradığı gibi bir ilişkinin varlığına inançsızlaşmış "ben"im yollarım kesişti. Birlikte nereye gittiğini bilmediğimiz, çok da umursamadığımız bir yolu gerçekten çok keyif alarak yürüyoruz. Ben onun yaralarına iyi gelir miyim bilmiyorum; ama o varlığına inancımı kaybettiğim gibi bir ilişkinin varolabileceği konusunda bana gerçekten umut veriyor.


Ayrıca "86,5 saat eve girmedin de ne yaptın?" derseniz, genellikle daha önce bahsettiğim (bkz: Ara Cafe) (bkz: İstanbul'da nereye gitsek?) yerlerdeydik. Yukarıdaki fotoğraf Flavio'dan, ayrıca Kiki'de de cumartesi gecesi Görkem mükemmel bir performans sergiledi, çaldığı her şarkı birbirinden güzeldi. Gerçekten sabaha kadar dans ettik hepbirlikte. Kurtları poposunda birikmiş olanlara şiddetle tavsiye edilir. Yeni keşfettiğim iki gıcır mekan Up Lounge ve Akın Balık'tan da en kısa zamanda bahsedeceğim.

Bir de artık bizim de bir "Kadın Sığınma Evi"miz var. Sevgilisine sinirlenenler, geceden kalanlar, ruhu sıkılanlar burada buluşuyor. :))

Günün şarkısı da: Fast & Loud - Stephen Pompougnac - Juliette Oz

19 Ağustos 2010

summer moved on!

Bu aralar bir günün sadece 24 saat oluşuna isyan eder haldeyim.
Her ne kadar dışarıdan bakınca "Sabah uyanıp işe gidiyor, 18:30'a kadar çalışıyor. Sonra arkadaşlarıyla buluşup haftaiçi-haftasonu dinlemeden 'Sabahlar olmasııın!!' şeklinde eğleniyor. Haftasonları da güneşli bir yerlere tatile kaçıyor" imajı çizsem de işin gerçeği bundan biraz farklı. Evet bunları yapıyorum da sadece bu kadar değil.

Mesela işte görüşeceğimiz kişiye göre bambaşka tarzda giyinmek gibi detaylara kadar iniyoruz. Adli tatil ve memurlarının niyetli olması sebebiyle bir ağırkanlılık söz konusu, adliyedeki işler kaplumbağa hızıyla halloluyor bu aralar. Adliye stajıma normal mezuniyet tarihimde başlamadığım için tek stajyer benim, o yüzden gerçekten oraya da zaman ayırıyorum. Almanya'da bir İnsan Hakları programına kabul edilmek için uğraşıyordum bir aydır kabulum sonunda geldi, elde daha ne vize var, ne uçak bileti, ne ofisten ve adliyeden almam gereken izinler. Bir adamla tanıştım, bu aralar ona ne benim ne de onun istediği kadar zaman ayırabilsem de denk geldikçe gerçekten çok güzel vakit geçiriyorum. Girmem gereken sınavların hepsinin eylül- ekim- kasım aylarında olduğu ile yüzleştim, gerçekten kıçımı kırıp bunlara çalışmam lazım. Ufukta bir ev taşıma faslı var, üstelik şimdiye kadarkilerden biraz daha tantanalı olacak bu taşınma.

Adliyeden çıkmış bir yere giderken elimde bir aseton şişesi ojelerimi sile sile yürümek gibi şeyler bile yapıyorum. Bunlar asla şikayet ediyorum gibi algılanmasın, aksine bayılırım ben böyle yoğun tempolara. Sabahları daha şevkle başlarım güne, molalarım daha çok keyif verir.

Ben asıl "Ee gezip tozmayıver bir aycık. Otur bunlarla ilgilen. Bunlar bittikten sonra canın ne yapmak istiyorsa yaparsın" diye akıl verenlerden şikayetçiyim. Bence bu ölümcül hata!

Sanırım benim iş hayatını çok sevmem, bir gün bile öğrenciliğimi özlemiyor olmam da bu ölümcül hatadan sezgisel bir şekilde uzak durmuş olmam sayesinde. Her şeyi "mezun olduktan sonra" yapmak üzere erteleyenler, mezun olup da çalışmaya başlayınca o erteledikleri şeylere asla zaman bulamadılar. Yapmak istenen şeyleri "şu bitince", "bunu başarınca" diye erteledikçe yapamaz oluyorsun çünkü.

Tam olarak bunu anlatmasa da benzer mantık üzerine kurulmuş bir metin geçti elime:



Ulaşma Yanılgısı:
Belli bir hedefe ulaştığınızda mutlu olacağınıza dair yanlış inanç.

Ulaşma yanılgısı yanılgıdır; çünkü amacınıza ulaştığınızda büyük mutluluk umuyor olsanız da, bu ulaşma nadiren sizi beklediğiniz kadar mutlu yapar.

Her şeyden önce amacınıza ulaştığınızda bunu zaten bekliyor olacağınızdan mutluluğunuzun bir parçası olmuştur. Ayrıca amaca ulaşma genelde beraberinde sorumluluk getirir. Beraberinde ek sorunlar olmadan katıksız haz getiren bir şeyi elde etmek enderdir. Bir bebeğinizin olması. İşinizde terfi etmeniz. Bir ev satın almak. Bu amaçlara ulaşabilmek için sabırsızlanırsınız, ama bir kere ulaşınca da beraberlerinde salt mutluluktan başka duygular da getirirler. Ve tabii ki, bir amaca ulaşmak genellikle daha zorlayıcı yenileri ortaya çıkarır.

Tırmanılması gereken bir tepe daha vardır. Dolayısıyla buradaki zorluk 'gelişim ortamından' bir amaca adım adım yaklaşmaktan, içinde olduğunuz andan zevk alabilmektir. Bu çok güçlü mutluluk kaynağının pek fazla şiirsel olmayan adı 'amaca ulaşma öncesinin olumlu etkisi'dir.

Tal Ben Shahar - Daha Mutlu


"Bir şarkının sonu amacı değildir, ama yine de sonuna ulaşmamış olsa amacına da ulaşmamış olacaktı. Bir alegori." diyen Nietzche bunun üstüne kafaları daha da karıştırır.

1. foto: Blue Period (by kaylaesthetic)
2.foto: Boxes Faces (by RUTHxcommitacts)



Günün şarkısı da nostaljik olsun biraz: a-ha- summer moved on!

15 Ağustos 2010

Kebap Cumhuriyeti'nden notlar

"Madem artık haftaiçleri bütün zamanımı çalışmak alıyor, o zaman haftasonlarımın da hakkını vermem lazım" kararını yazın başında almıştım. Çeşme, Dalyan Club'ta haftasonları, Ağva, Büyükada derken bu kararımı hayatıma dair aldığım pek çok karara kıyasla harika şekilde uyguladım. Bu haftasonu da yine Adana'daydım.


Sonunda istediğim kadar çok bronzlaştım. Bol bol kebap yedim. Halledilmesi gereken işlerimi hallettim. Bol bol havuz sefası yaptım. Eğlenceli uykusuz geceler yüzünden birikmiş uykularımın bir kısmını uyudum.

Adana'nın pek çok şeyi hakkında bıdı bıdı olumsuz konuşup dursam da, söz konusu şey yemekler oldu mu... Of of of! Yummy yummy yummy! Bu sıcakta kebap yersen kalp krizi geçirirsin uyarılarının inadına iki günde iki kere kebap yedim. İki favori kebapçımı ziyaret etmiş oldum, bir de Kumkapı Balıkçısı'nda sakızlı türk kahvemi içip sıcak dondurmamı da yedim üstlerine.



"Kebap dediğin Adana'da Adanalı ile yenir." diyenlerdenim ben. İstanbul'daki kebaplar ustası da eti de Adana'dan gelse bir türlü olmuyor. Hele de buradaki Yüzevler'e gidip de leziz Adana kebabı yediğini sananların hastasıyım. O kadar kötü ki o kebap!

Bir de Adana'ya gidip kebap yiyecekseniz de yanınızda mutlaka o kebapçının bir müdavimi olması gerekir. Başka türlü en güzelini yiyemezsiniz. Mesela yıllar önce bizim bir tanıdığımız bizim sürekli gittiğimiz kebapçıya gitmiş, oturmuş, sipariş vermiş, kebabı geldikten sonra şefe, daimi müşterisi olan babamın selamını söylemiş, şef "Abi sen şunu başından söylesene!" diyerek bütün masayı toplatıp her şeyi yeniden yaptırmış.



Benim son zamanlardaki en favori kebapçılarımdan biri Kazancılar. Turgut Özal'daki tepedeki lokasyonu ile güzel manzaralı ve püfür püfür esintili. Kebabının dışında çiğ köftesi ile humusu da çok lezzetli. Adana usulü şalgam & rakı içerek bir akşamımı orada geçirdim.

İstanbul'da da bir şubeleri varmış, "Siz bizi arayın gitmeden, size bu kebabın aynısını yediririz orada" dediler. Deneyeceğim en kısa zamanda.


Diğer favori kebapçım çok daha salaş bir yer, kapalı spor salonunun karşısında, otoparkın yanında bir ocakbaşı havasında. Alkol filan yok tabii orada. Kling Usta. (Meraklısı için telefonu: 0322 454 31 19) Kebabı kadar güveci de pek leziz.


"Kebap yedikçe mi bronzlaştın naptın?" derseniz, daha önce şurada bahsettiğim Altınorfoz'a gittim yine. Bu sefer otelde konaklamadım, günübirlik giriş yaptım. Gerçekten çok güzel bir denizi var. Bu sezon girdiğim en güzel denizdi diyebilirim rahatlıkla. Tertemiz, az tuzlu ve buz gibi bir su. Güneşin altında cozurdayıp o buz gibi suda yüzmek nasıl güzel geldi anlatamam.



Bir önceki hafta Büyükada'daki keşiflerimizi anlatmaya da henüz fırsatım olmadı. Çok yakında geliyor. Adana - İstanbul yolculuğuma da kahkahalar atarak başlamı sağlayan, bizimkilerin bar repliklerinden kesitler:

Sarışın hatun: Endüstri Mühendisiyim
Spontanist Kral: Eee ne iş yaparsın?
Sarışın hatun: İşsizim :)


Uzun boylu hatun: Sinema okuyorum.
Spontanist Kral: G. seni artist yapsın ister misin?
Uzun boylu hatun: Sen çok hızlı gidiyorsun? Siz gay değil misiniz? :)
Spontanist Kral: Değiliz.
Uzun boylu hatun: Aaaaa, ben seni öptüm demin. Sen ne iş yapıyorsun?
Spontanist Kral: Ben komi şefiyim, G. de patronum.

Bir de bizim kızkıza sarhoş danslarımızı gördükten sonra içip cesaretini toplayan
esmer hatun: lezbiyen misin?
ben: hayır ben bengi.
esmer hatun: ????!

14 Ağustos 2010

Nereye gitsek?

Dün gece sanki bir seneliğine Amerika'ya filan gidiyormuşum gibi uğurlandım havaalanına. İş çıkışı buluşulup içmeye başlanmış, sabah 5:00'e kadar bol sohbet, bol kahkaha, bol dans eşliğinde eğlenilmişti, sonra sabah 5:00'te bizimkiler beni Taksim'den Havaş'a bindirdi. Spontanist kral yine bir efsaneye imza atıyordu az kalsın; ama bu sefer katılımcılarda iş yoktu malesef.

Bu satırları 530 derece (!!) olan Adana'dan yazıyorum. Klimalı alanlardan dışarı -mesela havuza- adım atabilmek için güneşin biraz gitmesini bekleyip fırından yeni çıkmış minicik peynirli pideleri mideye indirirken, hep sorulan bir soruyu fırsat bu fırsat cevaplayayım dedim. Ne zaman başka şehirde yaşayan bir arkadaşım gelse sorar: "İstanbul'da bu gece nereye gidelim?" Şimdi İstanbul'da yaşayan gececilerin de en büyük kaygısı: "Ramazan geldi, gece hayatı bitti mi?"

Geride kalan bir haftada sabahları erkenden ofisin yolunu tutma mecburiyetine rağmen her gece her gece dışarıdaydık, hepsi birbirinden güzel bir sürü gece geçirdik. "Nerede geçti bu geceler?" diye soranlar için:


1) Off Pera: Asmalımescit ıssızlığından kurtulup yeni yeni şenlendiği zamanlarda biz Parantez
'in sağlam müdavimi olmuştuk. Ömür bizi uzaktan gördüğü anda sağolsun en güzel masaya Özge için bir mojito, benim için duble fındık votka yanında fındık koyuverirdi. Neredeyse her gün ordaydık. Bizim için iş çıkışı buluşup, iş havasından sıyrılıp, geceye ısınma noktasıydı. Daha sonra Asmalımescit'in boku çıktı. Parantez'e gidince yer bulamıyorduk, yer bulsak sıkış tepiş oturmak zorunda kalıyorduk, içkiler bile eskisi kadar güzel değildi.

Vee Off Pera, Parantez'in pabucunu dama attırdı. Bu hafta bütün geceye ısınma turlarımızı orada yaptık. Bir kere kalabalığı tam kıvamında. Ne bomboş ne de yersiz bırakacak cinsten. Çalan müzikler zaten şahane. Merdivendeki minderlerin üzeri bir haftadır işgalimiz altında, daha da olacak gibi.

İyi hoş da nerede burası? derseniz, İstiklal Caddesi'nde tüneldeki Adidas'ın arasından giriyorsunuz, sokağın sonuna kadar kaptırıp yürüyorsunuz.

2) Faces Bu hafta kurtlarımızın çoğunu da Faces'ta döktük. Haftaiçi haftasonu fark etmez kurtlanıp dans edesi gelenler için şahane.





3) Kiki Uzun zamandır gitmediğim yerlerden biriydi. Cihangir sakinlerinin gündüz keyif bahçesi, akşam omuz omuza çılgınlar gibi dans ettiği Kiki'ye bu hafta çarşamba gecesi bir uğradık. Müzikler yine güzeldi, ama dans eden yoktu. Bahçesinde oturup sakin sakin içki içmelik kıvamdaydı. Kiki, Sıraselviler'de sağ kolda kalıyor.




6) Dada Lush otelin altında, güzel dekorasyonlu mekan. İş çıkışı gidip kırık buzlu Baileys içmesi de, gecenin sonunda "Hadi hadi Adana'ya" diye gaza getirme denemeleri de pek güzel oluyor :)))


7) Flavio by LokaL



Burası da benim için yeni bir keşif noktası oldu. Yine tüneldeki Adidas'ın arasında, hatta o aradaki ilk mekan. Aslında İtalyan restoranıymış, o yüzden bir gün gündüz gidip yemek yemek de var aklımda; ama ben gece halini gördüm. Sanırım o civarlardaki en dolu yerdi. Müzikler de gerçekten güzeldi, ama dans etmelikten ziyade oturup bangır bangır dinlemelikti. Oturacak yerlerin sokakta olması ve müziğin oraya az gelmesi yüzünden çok içime sinmedi. Daha güzel bir kafayla çok eğlenilebilecek bir yer ama ondan eminim.

8) Otto Her çarşamba Mojo'ya gidip Circus dinlediğimiz günlerde Otto nam salmaya başlamıştı. "Ya bi yer var minicik, ama böyle güzel müzik yapıyor, güzel bir kalabalığı var, bir de fındık shot diye bir şey var ıhmmm" Fındık votkayı hayatımıza sokan yer Otto olmuştu, Otto o günden sonra aldı başını yürüdü, çoğaldı; ama hep de aynı kalmayı başardı. Dün gecemizi de orada bitirdik hatta.

9) Cozy Lounge İki haftadır perşembeleri de Cozy Lounge'ta Güvenç Dağüstün Sade dinliyoruz, bayıla bayıla... Güzel mekan, güzel insanlar, güzel müzik.



İstanbul gecelerinin tadını çıkarın! Ben bu haftasonluk biraz uzakta, alkolden ziyade yemeğe ve güneşe odaklanmış durumda olacağım.
Not: Sevgili spontanist ekip, beni özleyin! Uğurlamanızdan daha tantanalı karşılama isterim hem! :))


İlk fotoğraf: at a party - by the good fella

10 Ağustos 2010

Orda öyle yerlerime dokun dokunmadığı kimsenin...

Başlarken: Teoman & İrem - Duş

Eski bir Budist deyişi vardır: "Öğrenci hazır olunca, öğretmen de belirir."


Aynen de öyle oldu.
Hukuk sektöründe çalışmaya başlarken, kendi kendime bir söz vermiştim: Ne olursa olsun, iş-ev-iş-ev arası mekik dokuyan, sadece mantıklı bir açıklaması olan şeyleri yapan bir insana dönüşmeyecektim. Hiçbir haftasonumu da farklı bir şey yapmadan çar çur etmeyecek, mümkün olduğu kadar yakın uzak tatillere çıkacaktım. Hiç de fena sayılmazdım bu konuda. Konserler, haftasonu kaçışları, hiç olmadı pazar günleri havuz fasılları, kahve içelim diye buluşup margaritayla devam eden akşamlar, hiç kimseyi sallamayıp herkesle dalga geçebilen bir adamla geçirdiğim olağanüstü geceler derken gerçekten çok eğleniyordum.

Ama bu keyfi ve spontane planların kralını tatmam için Müslüm Gürses konserinin iptal olması ve benim Foursquare kullanmam gerekiyormuş. Böylece bir adamla tanıştım.

Ben + o + onun spontane planları + benim arkadaşlarım + onun arkadaşları + alkol = benzersiz eğlence ---> Bu formülün doğruluğunu da Ağva ile doğruladık ve birlikte gerçekten son zamanların en bomba haftasonunu geçirdik.

Adam öyle planlar yapıyor ki, hali hazırda başka bir planın varsa bile saniyede satıveriyorsun. Hatta bizim kızların arada bir tutan üşengeçliklerini bile aldı üstlerinden. Geride kalan haftasonunda bütün en yakın arkadaşlarımı birden görmüş oldum onun "hayır" denemeyen planları sayesinde... Kendisini "spontanist kral" ilan ettik. :)

O kadar çok yeni yer keşfettim ki bu haftasonu, önümüzdeki koca bir hafta boyunca bu haftasonundan bahsedebilirim. Keşfettiğim diğer bir şeyse benim sıkılganlığım. İçmekten ve dans etmekten bile sıkılıyor(muş)um. Perşembeden salıya içtik, çılgınlar gibi dans ettik, çok güldük, çok eğlendik, planların hepsi birbirinden güzeldi. Ama işte ben ne kadar eğlenirsem eğleneyim bir süre sonra bambaşka tarzda bir şey yapmak istiyorum. Çikolataya taparsın mesela, ama bir paket yedikten sonra ikinci paketi yemeye başladığında o kadar lezzetli gelmez, canın su içmek ister. Ben de alkolden ve dans etmekten ne kadar hoşlanırsam hoşlanayım, o tatmin noktasından sonra alakasız bir şey yapmak istiyorum. Bu akşam nefis bir chill out arşivi eşliğinde hazırlanan güzel bir yemek, sakin sohbet üzerine yayılıp film izlemek, çılgınlar gibi içip dans etmekten daha cazip geldi. Ya da artık yaşlanıyorum bilmiyorum :))

Yine de şu anda Salı Sallanır etkinliğinde boy gösteren, hala içen ve hala dans eden spontanist kral ve daha önce oldukça enteresan tanışma hikayemizi anlattığım çıtıra helal olsun demeden duramayacağım.

Şimdi cuma akşamına bir flash-back yapıyoruz! Taksim'deki BiBuçuk'ta (kanat & biranın en güzel adresidir) karnımızı doyurup, buz gibi biralarımızı tokuşturduktan sonra İstinye'den Çubuklu Hayal Kahvesi'nin shuttle'ına bindik; çünkü gece Teoman konseri vardı.



Teoman'ı "Papatya"dan beri çok severim. Bence gerçekten tapılası şarkı sözü yazan az sayıda insandan biridir. O yüzden Teoman konserinde eğlenmeme ihtimalim zaten yok benim. Ama bu seferki Teoman konseri diğerlerinden biraz daha güzeldi. Aramızda dönen "kuma" ve "güvenlik" esprileri, gece boyunca olup bitenler, Teoman'ı keşfedip sahneye çıkartan adamdan Küba'da çekilen klip hikayelerini dinlemek, Renkli Rüyalar'ı avaz avaz söylerken hayatı renkli rüyalar oteline çeviren adamı öpmek, güzel kafalar, buz gibi margaritalar...


Benim en sevdiğim Teoman şarkılarından oluşan bir playlist de konseri kaçıranlara kıyağım olsun:



Ayrıca "Ne güzelmiş bu Hayal Kahvesi!" dediyseniz ve henüz Çubuklu Hayal Kahvesi'ne adım atmadıysanız elinizi çabuk tutun, bu hafta o hafta! Kapanıyor sonra çünkü.

non-stop 120 saat!


Şu anda bu satırları aç karnına (gün boyu sadece mini çavdarlı hindi ve cevizli elmalı kek yedim) rakı, bira, viski kokteyli ve boom (enerji& jagermeister karışımı) içmiş olarak yazıyorum. Saat 03:09 ve yarın sabah çalışıyorum.

Keyfim nasıl isterse öyle takılırım havalarındaki beni solda sıfır bırakacak kadar spontane ve şahane planlar üreten bir adamla tanıştım. Onun planları + benim her türlü hoşuma giden plana evet diyişim + ikimizin muhteşem arkadaşları + şansımız + alkol derken perşembe gününden beri doğru düzgün hiç uyumadım ama hep hep çok eğlendim.

Perşembe sabahı iş, iş çıkışı Cozy Lounge, üzerine hayal kahvesi, gece 3 saatcik uyku... Cuma sabahı yine iş, hatta Beyoğlu Adliyesi ziyareti, iş çıkışı BiBuçuk'ta yemek, üzerine Çubuklu Hayal Kahvesi'nde Teoman konseri, sabaha kadar alkol ve ev muhabbeti ancak öğlene doğru yatak ve bol molalı az uyku... Cumartesi House Cafe'de geç bir kahvaltı, AFM Budak'ta sinema, sinema çıkışı caddede yürürken gaza gelip Ada'ya gitmece, Sedef Adası'ndaki Ada Club'ta deli gibi eğlence, sahilde bira eşliğinde sabahlamaca... Pazar Büyükada'daki Mado'da kahvaltı, Prenses Koyu'nda akşama kadar yüzme ve güneşlenme üzerine Fıstık Ahmet'in mekanında rakıları devirip canlı müzik ile dağıtma, son defa denize girip, sabaha karşı uyuma... Pazartesi sabahı kalkıp ağır ceza mahkemesindeki stajın bitişi prosedürlerini yerine getirmek için Kadıköy Adliyesi yolunu tutmak, hakimden "çok iyi"lerle dolu bir rapor kapmak, Sun Plaza'ya geri dönmek, Beşiktaş'ta balık pazarındaki bir rakı masasına eşlik etmek, Off Pera'da kadeh tokuşturup, Faces'ta çılgınlar gibi dans etmek... Gece 2:00'de "Yahu ben napıyorum, zaten uykusuzum, aç karnına içip duruyorum. İş günü üstelik!"i hatırlayıp koşa koşa eve gelmek...

Bir sürü anlatılası şey de var malum, ama uyumaya bile zaman yok şimdilik.
En kısa zamanda...
Öperim! :)

06 Ağustos 2010

sıcaktan sayıklamalar

Bu nasıl bir sıcaktır?!

Ve bu sıcakta herkes ne kadar aptallaşıyor ve tahammülsüzleşiyor!
Bugün Beyoğlu Adliyesi'ne gitmem gerekti, adı Beyoğlu Adliyesi de kendisi Beyoğlu'nda değil(miş) aslında. Gidemedim, kayboldum, bir sürü de yol yürüdüm. Güneşin altında beynimin bir kısmı da buharlaşıp uçtu sanırım. Şikayet olarak anlaşılmasın, benim keyfim çok yerinde. Çünkü insanın aslında o sıcağa katlanabilmek için bütün ihtiyacı: i-pod ve buz gibi Sprite! Güneş gözlüğünü takıyorsun, güzel müziğini açıyorsun, buz gibi Sprite'ını yudumlarken, bir anda her yer herkes sana yabancı gelmeye başlıyor ve izlemesi çok eğlenceli oluyor. Sen Çeşme'de güneşleniyorum mooduna giriveriyorsun, halbuki Eminönü'ndesin. :)) Keşke üstün bir fotoğraf yeteneğim olsaydı da, benim gözümden gösterebilseydim dünyayı. Bazen yazmak yeterli olmuyor.


1) İç çamaşırının çok gereksiz bir şey olduğuna kesin olarak karar verdim. O olmadığında hem işler çok daha çabuk halloluyor, hem de sıcak daha katlanılır hale geliyor.

2) Türbanlıların başı açıklardan gizledikleri teknolojik-ötesi bir soğutucularının olduğuna inanmaya başladım. Ben üzerimde minicik efil efil bir elbise varken eriyorum, onlar nasıl uzun kollular, hırkalar, eşarplar altında durabiliyorlar gerçekten bir türlü anlayamıyorum.

3) Okuduğum kitabın son 10 sayfasının eksik olduğunu dehşetle fark ettiğimde bir daha korsan kitap almamaya karar verdim. Nee? Korsan kitap mı? Ihm şey ne de olsa Türküm, doğruyum, çalışkanım. :)

4) Dün bir arkadaşım "Carpe Diem yok! Spontanist kimlik yok! Plan var!" diye mesaj attığında çok gülmüştüm. "Spontanist kimlik" tamamen onun uydurduğu bir kelime ama bana cuk oturdu, acayip sevdim. Bu mesaj üzerine arkadaşıma hak vermiştim, bana getirdiği damla sakızlı Türk kahvesini bir aydır bir türlü içemiyor olmam benim plan yapma konusundaki yeteneksizliğim ve yapılmış planları ekme konusundaki üstün yeteneğimden kaynaklanıyordu. (Bu konudaki düşüncelerim için bkz: Planlanmış keyif? Hata kodu: 806544 )

Ama plansız herkesin daha çok eğlendiğinden de eminim. Çünkü bir plana uyma ısrarının yerini, canımız ne istiyorsa onu yapalım alıyor. Hatta Pembe Panjursuz Evli çıtır şöyle dedi: "Bebeğim seni en şuursuz ama şaşırtıcı bi şekilde en iyi organizatör seçiyorum :P Şoför beeeey burası iskele mi?"


Dün de öyle bir akşamdı. Bir sürü plan vardı, planlara uygun davranmak üzere karşıya geçip, bir arkadaşımla yemek yemek için buluştum. Yemek boyunca bana "Sen de beni bırak sinemaya git!" gibilerinden laf sokmalarının ve bunu kesinlikle tribal değil çok sempatik bir biçimde yapmasının sonucunda ve diğer etkenler eklenince hoooop bizim tamamen spontane çok eğlenceli bir gecemiz oldu.

Cihangir müdavimlerinin çok yakından bildiği Baykuş artık Cozy Lounge olmuş. Ben Cihangir'de beş sene yaşadıktan sonra Kozyatağı'na göçmüş biri olarak (yeniden Avrupa yakasına taşınıyorum gerçi, ayrıntılar coming soon!) epeydir Cihangir'e gitmemiştim. Özlemişim kendisini, insanlarını, atmosferini, havasını. Cihangir hala Cihangir ve başka hiçbir yer de Cihangir gibi olamıyor. Canlı müziğimizi dinledik, sohbetimizi ettik, keyiflendik.

5) Bu sıcaklarda insanın yemek yiyesi gelmiyor. Birkaç gündür sadece kahvaltı edebiliyorum. Sonra alkol insanın kafasını o kadar tatlı yapıyor ki aç (ama aç olduğunun farkına varamadığın) karnına içince... Oh la la! Bugün annemle telefonda konuşurken çok güldüm. "Ben bir duble rakıyla sarhoş olacak kadın mıydım?" dedi. Aynı sebepten... Sanırım sadece dış görünüşümüz (TIK ve TIK) benzemiyor onunla. :))

6) Blog yazmak eğlenceli bir şey. Ama blog sayesinde birileriyle tanışık olmak daha eğlenceli. Bu gün daha önce mailleştiğim, aynı kitabın sayfalarını okuduğum biriyle canlı canlı Taksim meydanında karşılaştık. Arkamdan gelen bir "Sezen?" sesi sayesinde. O kadar tatlı oldu ki! Kendisine bir kere de buradan öpücüklerimi iletiyorum.

7) Ben birinin gizli kalması gerektiğinde fotoğraflarda suratını karalamak yoluna giderken, bir arkadaşımın bu konudaki yaratıcılığına bayıldım. Kahkahalar attım fotoğraflara baktıkça... Çocuğu bir albüm boyunca Kermit yapmış!



8) Bir de bugün Teoman günü!! Sarhoş olsak ya kimiz unutsak ya yüksek doz aşk alıp burda mutlu ölsek ya!


Foto: Party Party Party by ArtOfSmile



04 Ağustos 2010

Kötü bir karaktere ama iyi bir fiziğe sahibim.

Bu gün yolda yürürken bir kitap dikkatimi çekti. Aslında kapağı da adı da ("Kalp Ağrısı") oldukça sıradandı. Sanırım dikkatimi çeken yazarın adı oldu: Ildiko von Kürthy. Kitabı elime aldığım anda kanım kaynadı. Bütün gün boyunca da oradan oraya giderken büyük bir zevkle okudum.

Başkahraman kendisini terk eden sevgilisine yalvaran bir kart atan, sonra pişman olunca da kartı posta kutusundan çıkaramayıp posta kutusunu bombalayan bir kadın. "Kötü bir karaktere ama iyi bir fiziğe sahibim." de onun lafı. En yakın arkadaşı ise çalışmaktan sıkılınca patronun masasına "Üzgünüm deneme süresini başarıyla tamamlayamadınız." diye istifa mektubu bırakabilen biri. Mükemmeller. Kitabı bitirmeden iyi-kötü diye yorum yapmak yanlış olur; ama şimdiden çok eğlenceli olduğunu söyleyebilirim.




Arka kapağında aynen şöye yazıyor:

Bu benim hayatım: Günaydın!

Bazen kendi kendime erkeklerle kadınlar birbirlerini anlamış olsalardı hayatın nasıl olacağını, toplumun nasıl değişeceğini sorarım. İşsizlikte etkili bir artış olurdu. Tüm ilişki terapistleri, yazarlar ve danışmanlar çuvallardı. Azalan ilginç sohbet konuları sebebiyle kadınların arkadaşlığı yok olur, telekomünikasyon biter, alkol ve sigara tüketimi azalırdı. Çiçekçiler ve kuyumcular yüzde elli indirim yapmak zorunda kalırdı, çünkü barışmak için onlara gerek duyulmazdı. Kavga olmazsa barışmak için bir sebep de olmaz.

Ve diyet sektörü... Zayıflama hapları, protein içecekleri, kitaplar, yardım grupları ve yağ yakıcı ürünleriyle, bus ektör gitgide daralırdı, çünkü kadınlar, erkeklerin zayıf kadınlara baktığı ama eninde sonunda daha yuvarlak hatlara sahip olanlarla evlendiği gerçeğini anlarlardı.

Birbirimizi anlardık ve sanırım birbirimize söyleyecek bir şeyimiz olmazdı.

İddiam şu: Eğer kadınlar ve erkekler birbirini anlamış olsaydı hayat yaşamaya değer olmazdı ve toplumumuz batmaya mahkum olurdu.

Bir de bu aralar hayatımda gerçekten büyük değişiklikler yapıyorum. Bu değişiklikler için gerekli olan enerji ve zamandan tasarruf yapmak için erkekler ve gecelerle arama biraz mesafe koyup asıl ilgilenmem gereken şeylere biraz daha fazla zaman harcamaya karar vermiş olsam da bu gün dilime Rainbow Styling takıldı. Bütün gün!

Şarkının bütünü çok olumlu bir his yaratmasa da, "Last night, boy, like a dream. Never felt so good, sleepy smiling" kısmını, "Benden selam söyleyin bütün aşklarıma" kıvamında gelmiş geçmiş herkese armağan ediyorum. Ne de olsa ben her seferinde bu sefer çok farklı, hiç olmadığım kadar mutluyum diyenlerdenim. Hepinizi birden seviyorum ulan, var mı? :)




Foto1: Life shades atingerea (by the35mmstudio)
Foto2: Dayfifteen (by sweet reality xo)
Foto3: Summer holiday (by Camiloo)


03 Ağustos 2010

Bir doz ağva ve süren etkileri :)


Ağva, İstanbul'da olup tatile çıkmaya fırsatı olmayanları tatil havasına sokmak için ideal bir yer. Aslında oldukça huzurlu, daha çok sevgiliyle başbaşa gidilip takılmalık bir yer olarak anılır hep. Biz bunun tersini ispatlayacak şekilde kalabalık bir ekip ile gittik, oldukça hareketli takıldık, sarhoş olduk, zıpladık, hopladık, koştuk, cozuttuk, eğlendik.


Ama giderken amacınız denize girip yüzmek olmasın. Güneşlenmek olsun, içmek olsun, huzura ermek olsun, sevişmek olsun ama yüzülecek deniz biz bulamadık. Bulursanız da öyle bir yer lütfen bana da söyleyin. Biz alışveriş yapmak için merkeze inmeler ve deniz arayışları dışında otelimizdeydik.

Bir de sakın ola ki İstanbul'a yakın kaçmalık yer, ucuz ucuz bir sürü konaklayacak yer vardır, yanılgısına düşmeyin, gayet Çeşme'den filan pahalı oteller. Üstelik rezervasyon yaptırmadan giderseniz, haftasonu yer bulmanız da oldukça zor oluyor.

Arabasız giderseniz zorunlu olarak dere kenarındaki otellerden birini seçmeniz gerekecek; ama arabanız varsa dere kokusundan ve merkezden uzak seçeneklere yönelebilirsiniz.

Biz yeni açılmış, daha birinci ayını doldurmamış Villa Pina Garden'da kaldık. Üç kişilik odaya (bir yuvarlak iki kişilik yatak + ek yatak) gecelik 450 TL verdik. İki arkadaşımız da merkezden 1,5 km kadar uzakta başka bir otelde kaldılar, ama sadece uyumak için oraya geçtiler, onun dışında yemek ve havuz fasıllarında bizimle birlikteydiler. Orası fiyat olarak çok daha uygundu. (120 TL iki kişilik oda)

Oteli ben çok sevdim. Odaları oldukça eğlenceli döşenmiş. Bizim odamızdaki yatak yuvarlaktı, kadife mor koltuklar ve tablolar da çok seksiydi. Yine odanın içindeki şömine ve jakuzi de cabası.

Telefonda "Otelde havuz var mı?" diye sorduğumuzda "Olmaz mı?" diye cevap aldığımız için şaşalı bir havuz bekliyorduk; ama minicikti havuz. Yüzmelik değil, serinlemelik. Yine de yeşillik dolu manzaraya bakarak şezlonglarda yatması pek keyifli oluyordu.

Akşam yemeğimizi yiyip tatlı tatlı sohbet ettikten sonra, erkeklere bir şişe viski, bize bir şişe tekila ile odamıza kapandık. Bizim vazgeçilmez alkol oyunumuz "Ben hiç..."i oynadık önce, sonra yıllar sonra şişe çevirmeceye niyetlendik. Kahkahanın da alkolün de dibini gördük. Oyunlarda olanlar oyunlarda kalır gereğince ve çektiğim bütün fotoğrafların gizli kalmasına söz verdiğim için sadece geceden sonraki görüntüyü paylaşıyorum:

Sabah güzel bir kahvaltı ettik; ancak bence filtre kahve ve taze portakal suyu olmaması çok büyük bir eksikti. Kahvaltıdan sonra havuzda ve jakuzide biraz daha takıldık.

Halk plajı olmayan, gizli koy arayışlarımız sonuçsuz kalınca, Barış'ın yoldaki mangalcılardan göz hakkı niyetine topladığı tavuklar ve sarmalar eşliğinde İstanbul'a doğru yola çıktık.
Piknikçi trafiğine takıldık; ama arka koltukta biz baya baya tekila hazırlıyorduk. Tekelden tekila bardaklarını, otelden tuzluğu, yemek yediğimiz yerden limon kesmelik bıçağı araklamıştım. O yüzden tam takımdık arabada.

Sonuç olarak molalarda yerimde duramıyorum, ağaçların tepesinde geziniyordum.


Gerçekten iki günde bile tatil ruh haline girilebileceğini görmüş oldum, çok eğlendiğim iki gün geçirdim, harika insanlarla tanışmış oldum. İçlerinden bir adamı azıcık daha kayırabilirim tabii, o ayrı. :) Kafa dinlemiş, neşe takviyesi almış olarak normal hayatlarımıza geri döndük.

Bu ekibin kafa boşaltmalık haftasonu kaçamaklarının gelenekselleşmesini talep ediyorum!

Pinterest'im

Instagram'ım