09 Nisan 2011

insanı dünyanın güzel bir yer olduğuna inandıran melek gibi bir şey*: Sufle

New York, Paris, İstabul...

Birbirinden farklı, çok beğenilen üç büyük şehirde yaşayan, bir anda hayatlarını tepetaklak edecek olaylar yaşayan üç bambaşka karakter. Biri sol yanı felç geçirmiş kocası ile, biri kötürüm olmadığı halde yatalak bir hayat sürmekte ısrarcı annesiyle, birisi hayatını etrafında ördüğü karısının ölmüş olduğu gerçeği ile boğuşuyor. Her birinin hikayesinde bir diğerinin yaşadığı şehre göndermeler var: İstanbul'da yaşayan Füsun'un kızı Paris'te yaşıyor, Paris'te yaşayan Marc Amerikalılar'ın filtre kahvesini Avrupa'nın espresso'sunun yerine koymuş, New York'ta yaşayan Lilia zeytinyağlı dolmaya bayılıyor. Üçü de hayatlarının bu tepetaklak olduğu bu dönemde kitapçıda aynı sufle kitabına el atıyorlar. Ortası çökmeyen sufle pişirebilmek amaçları ve dolayısıyla mutfak üçünün de sığnağı haline geliyor.

Sufle tadında bir kitap bu zaten. Okurken insanın içinde sufle yerken ağıza dağılan gibi bir sıcaklık yayılıyor. Anlatılanlardan ziyade, anlatım dilinin sayesinde. Çok keyifli ayrıntılar bir araya getirilmiş: Salep, tarçın, pazarlar, çizgi romanlar, tarifler, üç güzel şehrin sokakları, bambaşka kültürlerden parçalar... Konu depresif olsa da yaşama ve keşfetme arzusu yayıyor okuruna.

Aslı E. Perker ile bu kitapla tanıştım ben. Bu da Geray Gençer'in muhteşem cezbedici kapak tasarımı sayesinde oldu. Güzel kapaklı, leziz adlı, iyi yazılmış bir kitap bu. Roman severlerdenseniz, kendinizi bir kaç gün bu kitaba bırakın derim ben.



>Yaşadığı acı zamanla öyle bir doruk noktasına ulaştı ki, artık bu histen kurtulmak isteyip istemediğini sorgulamaya başladı. Onu besleyen bir felsefe vardı bu duyguda. Sınırsız mutluluğu yaşamış birinin hüznün de sınırsız olanını arama isteğiydi belki de. Ne olursa olsun ortalarda yapamama hali.

>Karısı, bütün dünya kadınları bedenlerini pantolonlara tıkıştırırken ısrarla elbise giymeye devam etmişti. Kısa kollu elbiseleri yaz kış tercih eder, üşüdüğü zaman üzerine her renkten aldığı kaşmir hırkalardan birini geçirirdi.

>Karı koca yıllar içerisinde ülke ülke gezdiler. Clara elinden tarifler, Marc ise gazeteler, kitaplar, çizgi romanlarla döndü.

>Başka bir ülkeden göz etmiş olmanın tek iyi yanı belki de işler ters gittiğinde geri dönebilme ihtimaliydi.

>Belki de daha önce hayatında hiç bu kadar kısa zamanda bu kadar çok çıkış yolu aramadığı için bu kadar çok kapalı kapılara denk geldiği de olmamıştı. Çok uzun süre hayatı akışına bırakmış olmalıydı, şimdi derenin yolunu değiştirmekte zorlanıyordu.

>Yarıda bıraktığı ama tadı damağında kalan her keyfi yeniden tatmak için can atıyordu. Her filmi görmeli, her Broadway şovunu seyretmeli, müzeleri arşınlamalıydı. Bu şehre ışıldamak için gelmişti, çiçek açmak, resimler yapmak, hayatı içine çekmek için.

>Şimdi görüyordu ki gençlerin onlarınkinden çok daha farklı bir yaklaşımı vardı yaşama, özellikle de sekse. Güya kendileri 1960'ların özgür ruhunu yaşamışlardı.

>Öğütlerde bulunmayan, fazla özlü sözler söylemeyen, duygusal gelişime prim vermeyen halasının kendisine bir tek tavsiyesi olmuştu: Sana verilen yeteneği kullan.

>Keşke kendi yaş gününü unutan insanlardan biri olabilseydi. Böylelikle çalmayan telefon, söylenmeyen sözler, öpülmeyen yanakları onu bu kadar mutsuz etmezdi.

>Değişim hava gibi, solunduğu belli olmayan bir şeydi: İnsanın ciğerlerini doldurmaya devam ediyor, beyin haritasında her an şekilleniyor, ta o aydınlanma anına kadar anlaşılmıyordu. Bütün yaşadıklarının, başına gelenlerin, gelmeyenlerin, beklentilerinin ve hayal kırıklıklarının onu başka bir yere taşıdığını biliyordu.

> İnsan eğer anadili değilse gönlünce kavga edemiyor, gönlünce karşı çıkamıyor, yeteri kadar sevgi ya da sempati gösteremiyor, doğru düzgün küfür bile edemiyordu. Cim'siz, cım'sız konuşmaya daha yeni alışmıştı. İnsanın aşık olduğu adamın sonuna o sevgi ekini ekleyememesi acıydı. Abi abla diyemeyen Fransızlara acıyırdu. Hayatlarında bu kelimeler olmadan o yakınlığı yaşamalarına gerçekten imkan var mıydı?

> Yemek yaparken son anda malzemelerden birinin olmadığını fark ettiğinde sinirlenmez, sakince Lilia'ya dönüp, "Unutma her zaman her malzemenin yerine geçecek bir benzeri vardır" derdi "önemli olan paniğe kapılmamak." Lilia pek çok kereler duyduğu bu öğüdü mutfaktayken her zaman aklının bir kenarında tutmuştu. Belki de yapması gereken aynı öğüdü hayatında da kullanmaktı.

Başlıktaki cümle ekşisözlüktendir: tık!

1 yorum:

serrose dedi ki...

Ne yaptın sen ama simdi ben bu sene sonuna kadar kitap almayacaktim :(
cok merak ettim cok

Pinterest'im

Instagram'ım