26 Mayıs 2011

Kafa nereye biz oraya ;)


07:10 alarm çalmaya başlıyor. Ertele. Ertele. Ertele. Panikle kalk, aceleyle hazırlan, koşa koşa metroya git, saniyede bir saate baka baka ofise gir. Günün en stresli kısmı sabah oluyor benim için.

Geri kalanında acelem de olsa ruh halim keyifli oluyor. Özellikle de hava güneşliyse... Mesela dün vezne kapanmadan adliyeye yetişmek için koşarken, ayaklarımın Bankalar Caddesi'ndeki avizecilerde inatla yavaşladığı anlarda (salonuma avize arıyorum da bu aralar) içimdeki işkolik ve alışverişkolik kadın kapışırken kendimle çok eğlendim.18:30'a kadar egemenlik onda olduğu için işkolik kazandı kavgayı!

Sonra Aşk'tan mesaj geldi, akşam Roxette konserine gidelim mi diye. Geceyi Küçükçiftlik Park'ta Roxette ile geçirdik. Çok keyifli bir konserdi. Her yaştan konser dinleyicisi şu iki efsane Roxette şarkısına avaz avaz eşlik etti: Listen to your heart there's nothing else you can do. (...) It must have been love but I lost it somehow. 

Bu haftasonunu da "Kafa nereye biz oraya" ilan ettik, yarın iş çıkışı çıkıyoruz yola, nereye götürür keyfimiz bizi göreceğiz... Güneş, tatil, keyif var aklımızda ;)

İstanbul'da kalanlar için de bu haftasonu hiç de fena geçmeyeceğe benzer:



Kültür sanat festivalimiz İstancool ikinci senesinde oldukça sıkı bir programla karşımızda.

 27 Mayıs Cuma günü Vakko Fashion Center'da 14:00'te "Cinema in the Age of Marketing" Marco Mueller, Kirsten Dunst ve Nurgul Yesilcay'ı ağırlıyor. Saat 15:00'te Dot oyunlarından aşina olduğumuz Murat Daltaban ve Hakan Gunday "The Impact of Turkish Literature on Theatre" ile yine aynı yerde olacak. Pazar günü 15:00'te Tophane-i Amire'deki Courtney Love'lı "The Artist as A Brand" ile 17:00'deki Murathan Mungan söyleşisi benim dikkatimi çekenlerden.












Kanyon'da Harvey Nichols bu geceki parti ile Vivienne Westwood'un ayakkabı sergisine ev sahipliği yapmaya başlıyor. Ki 2 Haziran'a kadar illa ki yol buraya düşürülmeli bence.

 Bakıp bakıp alamadıktan sonra neye yarar, diyenlerdenseniz Le cool aracılığı ile haberdar olduğum aşağıdaki etkinlik ilginizi çekebilir:










Ben müzik isterim müzik müzik derseniz de Freshtival var!
Ya da bizim gibi toplayın çekirdek ekibinizi kafa nereye siz oraya ;) En keyiflisinden bir haftasonu olsun...

23 Mayıs 2011

size: it does matter!



19 Mayıs tatilini fırsat bildim, vücudumu hasret kaldığı güneş ve deniz ile Altınorfoz'da buluşturdum.  (Altınorfoz neresi yahu? diyenleri bu tarafa veya şu tarafa alalım )

Hatta her seneki gibi dozunda bırakmayı beceremeyip, ıstakoza döndüm, aradan kaç gün geçti hala sürekli çantamdan krem çıkartıp yanıklarıma sürüp duruyorum. :) Şikayetçi miyim kesinlikle hayır, yanıklarım beni motive ediyor!
İki günümü güneşlenerek ve televizyon izleyerek geçirdim.

Bu satırları okuyan çoğu kişi için televizyon izlemek her gün yapılan sıradan bir aktivite olabilir; ama ben inanılmaz zaman yediğine inandığım için yaklaşık 6 senedir evime televizyon almamak konusunda inatçıyım. DVD ve internet üzerinden reklamsız dizi izlemeyi tercih ediyorum. O yüzden televizyon izlemek de benim için tatille özdeşleşmiş bir şey. İnanılmaz eğlenerek her gün "Bugün ne giysem?"i izledim. Nur Yerlitaş'ın benekli, içi cart pembe astarlı clutch'ına aşık oldum.Ondan veya benzerinden nereden edinebilirim bilen varsa nolur beni aydınlatsın.


Gidiş ve dönüş yolculuklarımda da eşlikçim Size oldu. Kendisini "bi-monthly, boring, opporunist, twofaced, copist, voyeur and surely free" olarak tanımlayan bir dergi bu. Üçücüncü sayısından yakalamış oldum ben. İronik bir şekilde, bedava olan dergiler çok özgün ve içerik olarak dolu dolu iken, paralı satılan dergiler yavan ve içinde reklam dışında sadece üç-beş sayfa bulunan kağıt yığını oluyor.Bu da yine sıradışı, karakterli ve dolu dolu bir dergi.



"Fazla farkındalık nefes darlığına neden olur" gibi vurucu başlıklı kültürel söyleşilerden, çarpıcı moda çekimlerine kadar geniş bir içeriği var. Yazıların bir kısmının hem İngilizce hem Türkçe versiyonu varken, bir kısmı sadece Türkçe bir kısmı sadece İngilizce.

Bu yazıdaki çarpıcı fotoğrafları çeken çıplaklığı şaşırtıcı olması koşulu ile seven Wouter Van Den Brink i keşfetmemi sağlayan bu dergi oldu.

Dergide en beğendiğim beni kocaman gülümseten yazı Kerem Güneş'inki. Çeşitli kavramlar hakkında yorumlardan oluşan bu yazıdan bir kaç alıntı yapmadan duramayacağım:

"Parent: Parents are like communism, good in theory but shitty in the real world. The problem is mommy and daddy do not love you unconditionally. The fuckers are programmed to treat you like evolutionary investments."

"Virgin: Virginity is for high school. Sex is the best free thing in the world, a mix of cocaine and extacy and rainbows and gummi bears and peeing in an urinal after drinking eight beers"

"Politicians: The whole youth of the nation is a bunch of posers, complaing on the internet and then getting drunk and masturbating on weekends. The only way to riot against the goverment, the simplest way, is to FUCKING VOTE! Do you know how many people who complain about the death of Democracy are going to be on vacation on the day of elections? A lot. So don't be one.Just fucking vote. That simple"


Bayıldığınız, her sayısında emeği geçenleri öpesiniz gelen online - basılı dergiler var mı? Varsa neler, merak ediyorum!

Keyifli & keşifli bir hafta olsun ;)

18 Mayıs 2011

İçinizde bir Pasaklı Tanrıça mı var, yoksa bir Alışverişkolik mi?

Güneş kendini göstermeye başladı mı, Facebook'taki mesajlarımdan çok Pegasus'un kampanyalarını kontrol eder oluyorum. Sürekli, bütün kış aklımın ucundan geçmeyen tur sitelerini saatlerce kurcalayasım geliyor. Hatta dün Ümraniye Adliyesi'ne giderken "Duba" yazılı tabelayı, "Dubai" okuyunca "Evet benim acilen bir tatile ihtiyacım var." dedim kendi kendime.

Geçen sene topu topu 5 gün olan yıllık iznimi de bayram tatili ile birleştirip Almanya'ya insan hakları seminerine gittiğimi göz önünde bulundurursak, (haftasonu kaçamaklarının haricinde) gerçekten çok uzun zamandır tatil yapmıyorum ben.

19 Mayısta çalışacağımı sanırken, 20sinde bile tatil olduğumu öğrendim! Plansızdım! Uçak biletleri tavan yapmış, bütün 19 Mayıs tur kampanyaları suyunu çekmişti! Hazırlıksız yakalanmıştım! Dört gün tatil!

Derkeeeen bu satırları Atatürk Havalimanı'ndan yazıyorum. :)



Yaz tatili söz konusu oldu mu bikini ve parmak arası terlik kadar önemli bir mevzu da kitaptır benim için. Güneş hafif şeyler gerektirir: Hafif içkiler, hafif kıyafetler, hafif müzikler ve hafif kitaplar... Güneşin altında cozurdaken, Focault okumaya kalkarsanız güneşlenmek keyif değil işkence olur. Keyifli, komik, chick-lit'ler ise süper gider.

Benim tavsiyelerimden ilki Pasaklı Tanrıça.

Diktatörlük kıvamında bir hukuk bürosunda 7/24 çalışan, işkolik bir ailenin ferdi olan, tatil kavramı yıllar yıllar önce hayatından çıkmış, spa'ya girerken bile blackberrysini havlusunun içine sokmadan yapamayan, bütün hayali çalıştığı pek meşhur şirketin ortağı olmak olan başkahramanımız bir gün bir hata yaparak kariyerine son verir.

Bütün isteği herkesten uzaklaşmak olur ve şuursuzca bir trene atlar. Ertesi gün uyandığında, hayatında bir kere mutfağa girmemiş, bir kere ütüyü eline almamış olmasına rağmen, bir evin temizlikçisi olarak bulur kendisini. Eskiden bir saatte kazandığı parayı şimdi bir haftada belki kazanabilecektir. Ama umurunda olan para değildir zaten, kendisinden beklenen işlerin herhangi birisini nasıl yapacağı hakkında en ufak bir fikri yoktur. Çok saçma, çok komik!

"Hatta ve hatta her şeyi çok daha hızlı yapıyorum artık. Daha hızlı yürüyorum, daha hızlı konuşuyorum, daha hızlı yiyorum, daha hızlı... seks yapıyorum..."

"İnsanlar da nişanlıysa üzerlerinde bir işaret taşımalı, aynen tuvaletlerdeki gibi. Dolu. Ya da değil. Bu tür konular hakkında en ufak bir belirsizliğe mahal verilmemeli."

"Hukuk yerine bu konuda yüksek tahsil yapsaymışım iyi olurmuş. Çok daha işe yarardı herhalde. Erkekler sizden ne zaman hoşlanır, size ne zaman arkadaşça yaklaşır anlama sanatı."

"Annem kocalarının soyadlarını kullanan kadınlardan hiç haz etmez. Ayrıca evde oturan, yemek pişiren, temizlik yapan ya da bilgisayar kullanmayı öğrenen kadınlardan da hiç haz etmez. Ona göre bütün kadınlar kocalarından daha çok kazanmak zorundadır, çünkü hepsi yaradılış gereği erkeklerden daha zekidir."

"Birden duruyor, frenine basılan araba gibi bir an kıpırdayamıyorum. Sonra tekrar tereddütle yatağa gömülüyorum ve hayatımda duyumsadığım en acayip en sıradışı duyguya kendimi bırakıyorum. Yapacak hiçbir işim yok.   Bakılacak kontrat yok, cevap yazılacak e-posta yok, ofiste acil toplantı yok.Kaşlarımı çatıp en son ne zaman yapacak hiçbir işim olmadığını hatırlamaya çalışıyorum. Sanki yedi yaşımdan beri hiç yapacak bir şeyim olmadığı bir an yaşamamışım gibi."


İkincisi de Alışverişkolik.
Evet filmi çekildi, evet filme kimse ölüp bitmedi, evet herkes konusunu biliyor; ama her zamanki gibi kitap çok çok daha muhteşem ve filmle çok alakası yok.

Bir kere iç konuşmalar filme yansıtılamamış haliyle ve asıl eğlenceli olansa tam olarak o iç konuşmalar ve dalınan hayaller. O kadar tanıdık geliyor ki... Her ay sonunda harcama listeme baktığım zaman tasarruf yapmaya karar verişlerimi, ay sonuna doğru hesabımdaki para suyunu çekmek üzereyken gidip alışveriş yapmamı hatırlattı bana. Hadi itiraf edelim, hepimizin içinde bir alışverişkolik var. Sadece tercih ettiğimiz mağazalar o kadar pahalı olmadığı için bankalarla başımız belada değil :)) Şu anda "Evet evet" diyorsanız bu kitabı şiddetle tavsiye ediyorum.

Not: 2. el kitap severseniz bu kitapları chucha boutique'ten edinebilirsiniz.

İyi tatiller :)
Tatiliniz yoksa bile pazar günü Chill-Out Festival'de tatil mooduna girebilirsiniz, benden hatırlatması.

16 Mayıs 2011

Haftasonu keşifleri: Tasarım elbiseler, yeni mekanlar, lezzetler

Erkeklerde nasıl bilmiyorum; ama kadınlar bazı günler kendini tanrıça gibi hisseder. Cildi, gözünün içi parlar, ne giyse üzerinde güzel durur, hiçbir sebep olmasa da yolda yürürken bir melodi mırıldanacak kadar keyifli olur, her işi yolunda gider, bütün işleri hesapladığından kolay ve kısa sürede hallolur, gün biter enerjisi bitmez.

Bazı günlerde de tam tersine sabah o yataktan kalkmak inanılmaz zor gelir, çarşafa dönüşüp bütün gün yatmak ister, kalkıp aynaya baktığında mutlaka kendisine olan sevgisini azaltacak bir şey görür ve aman yarabbim o gün bir türlü bitmek bilmez!! Benim için geçen haftaiçindeki her gün böyleydi, cuma günü işten çıkınca kendimi doğrudan eve attım. Şarj olmam lazımdı, dergiler, eğlencelik romanlar, aburcubur ve kahve ile keyif çatıp cumartesi günü erkenden keyifle, enerjiyle uyandım.
Öğlene kadar "Mushaboom'da temizlik zamanı!" ilan ettim, sonra güzelce duşumu alıp, güneşin cilvesine dayanamayıp kendimi Nişantaşı'na attım. Yogita ile birlikte Cafe Nero'nun güzel bahçesinde güneşin tadını çıkararak, filtre kahvelerimizi yudumlayarak sohbet ettik. Canımız tatlı bir şeyler çekmişti, ne yesek diye düşünürken oldukça davetkar görünen balkabaklı cheesecake'ten yana tercihimizi kullandık. Lezizzz, mutlaka ve mutlaka tadın.

Sonra da mağazaları gezmeye başladık. İndirim olmayınca, üstelik bir de daha evde daha poşetinden bile çıkmamış kıyafetler bulununca alışveriş yapmak o kadar da eğlenceli olmuyor.

Derkeeen uzun zamandır önünden geçtiğim bir türlü içine girip kurcalama fırsatı bulamadığım bir mağazaya daldık: Brands For Less. Küçük bir mağaza burası sağlı sollu iki askıda bir sürü elbise var. Çoğu düğünlerde, davetlerde mezuniyetlerde giymelik, bazıları da işe bile giyilebilek kıvamda. Ve bu elbiseler DKNY'den Lanvin'e kadar aklınıza gelebilecek bütün iyi markaların etiketlerini taşıyorlar. Ve fiyatları normalin çok altında: İki Mango elbise yerine bir adet Karen Miller almak mümkün! Tek dezavantajı bedenler çok sınırlı. Özel davetlerden önce mutlaka uğranması gereken yerlerden biri olarak yazdım ben aklıma. Adresini sorarsanız, Teşvikiye'deki House Cafe'nin arasından giden yolu takip edin sol tarafta görürsünüz.

Brands For Less'ten şimdilik elimiz boş çıktık, ama alışverişten elimiz boş dönmedik tabii ki.Bir de Sunseeker'da 7 dakikacık solaryuma giriverdikten sonra (19 Mayıs tatiline hazırlık olsun diye) açlıktan ölmek üzere olduğumuzu fark edip, Hardal'a oturduk. Atiye Sokak trafiğe kapandığından beri ayrı bir keyifli oldu; ama oturacak yer bulmak da şansa kaldı.


Hardal benim için Asmalımescit'te UpLounge'a çıkmak için içinden geçtiğimiz bir yerdi sadece. Hiç bir şey yiyip içmek için gitmemiştim daha önce. Tercihimi Meksika mutfağından yana yapıp tavuklu quesadillia yedim, oldukça lezzetliydi. Sadece sosların altına yeşillik doldurup, üzerini sos ile kapatıp dolu dolu sos veriyormuş gibi yapmaları bana gereksiz geldi. Mantı-mania'lardansanız iki yanında Casita varken gözünüz Hardal'ı görmez muhtemelen; ama Hardal da Nişantaşı'nda karın doyurmak için iyi bir adres olmuş.

Geceye DADA'nın nefis bahçesinde, Blush yudumlayarak başladık, sakin başlayan gece, s14'te farklı konseptlerde iki doğum günü partisiyle devam edince eğlence sabah bitti. Uzun zamandır akşamdan kalma halde güneşi görmüyordum, özlemişim. :)

Hal böyle olunca sansüre karşı yürüyüş yalan oldu, mışıl mışıl uyudum. Giden herkesin ayağına sağlık.

Hepimize güzel bir hafta olsun. Sonunda yüzünü gösteren güneş hiçbir yere kaçmasın. Amin!

Foto 2: Tadıyorum'dan.

13 Mayıs 2011

Dadadadaaam: Açtık! İçtik! Tattık! Sevdik!


Hani herkes der ya, "Sıkıldım bu işten bir gün kendi mekanımı açacağım, ohhh sonra hem eğlen hem para kazan!" Kulağa güzel gelir her söylenildiğinde. Dinleyen söyleyenin hayaline ortak olur hatta zaman zaman.

Bundan aylar aylar önce DADA'nın yepyeni bir konseptle sıfırdan yaratılmasına karar verildi. Yetmedi, bir yanındaki yer de projeye dahil olsun denildi. Ben de böylelikle iki mekanın yoktan var edilmesi sürecine hayatımda ilk defa tanıklık etmiş oldum. Peşin peşin söyleyebilirim ki, bu iş herkesin harcı değil. İnanılmaz çok detay var bir kere işin içinde,bir de "aman olduğu kadar olsun" değil "eğlence, lezzet, müzik kalitesi tam olsun diye ne gerekiyorsa yapılsın" denildiği zaman o detaylar beşle çarpılıyor. Mimar seçimi ile başlayan, inşaat ile geçen en sancılı ortada bir türlü somut bir şeylerin olmadığı süreç, mobilya seçimi, mobilyaların ülkeye girişinin beklenmesi, ses sistemleri, gümrük aksilikleri, dj aparatları, sadalyeler, tabaklar, bardaklar, menüler, raflarda duracak aksesuarlar, logolar, tabelalar, personel, masaların dizilimi daha neler neler. Sırf masalara konulacak mumlukların seçilmesi ve gereken sayıya ulaşmak için çeşitli şubelerden getirtilmesi bile bir kaç gün sürdü. Bu sadece mumluk, gerisini siz düşünün... Bazen çok gergin, bazen çok keyifli geçen aylardan sonra ortaya DADA ve S14 çıktı.

Hem S14 hem de DADA Uras X Dilekçi tarafından tasarlandı, Simurg Yatırım AŞ tarafından finanse edildi, tasarım parçalar ve efsane bir ses sistemiyle donatıldı, mutfağa çapa abi'den çıkartma yapıldı, logoları Peace Bourne, personel kıyafetlerini Zeynep Erdoğan tasarladı, PR kısmını Özgür Çakıt ile Günfer Günaydın üstlendi ve burada "Aşk" olarak adlandırmama alışkın olduğunuz adam da bütün bu süreçlerde başrolu oynadı. Hem her iş o konunun profesyoneline devredildi, hem de gezer tozar ekibin "Şöyle olsun, böyle olsun. Ben bir mekanda şunu isterim. Bu olursa uyuz olurum."ları canı gönülden dinlendi. Bütün o çabaya değdi mi? Hem de nasıl!

Sıraselviler Caddesi'nin hemen üzerinde, yani efsane merkezi bir lokasyonla, kahvaltıdan akşam yemeğine her öğün lezzetle yemek yenebilecek, ister tek başına bilgisayarla kitapla dergiyle huzurlu bir şekilde zaman geçirilebilecek, ister arkadaşla gırgır şamata yapılabilecek, işter iş toplantısına gelinebilecek DADA; neşeli dekorasyonu, mükemmel ses sistemi ile kurtlarınızı döktürecek S14 ve ikisinin ortak masaldan fırlamış gibi bahçesi 11 Mayıs 11'de kapılarını açtı. Nefis bir açılış partisiyle! Hypnotic Project, Dearhead (ki kendilerine taptım, muhteşem bir müzik yapıyorlar), Barış K, GRKMYLM & MK ile... Limitsiz içkili, özel bir parti ile... Birbirinden güzel insanlarla...




Ben ilerleyen günlerde "sucks / rocks" şeklinde en favori fotoğraflarımı paylaşırım zaten ama:
Kimler gelmiş bir görelim derseniz kokteyl fotoğrafları için bu tarafa;
Partiden muhteşem kareler için bu tarafa buyrun. :))


Veya doğrudan çıkıp gelin, hep beraber tadını çıkaralım.
Bu yazı hiç tarafsız olmamış derseniz de, gelin bir de siz bakın bakalım farklı düşünebilecek misiniz? :)) Üstelik Foursquare kullanıcısıysanız, ilk defa buraya check-in yapanlara leziz bir kahve hediyeymiş, hazır havalar güzelleşmişken o bahçede geç gelen bahara bir merhaba diyin derim ben :)

Edit: Gerçekten yazmamışım, halbuki o kadar da düşünmüştüm Peace mi yazsam isim mi yazsam diye. Derhal düzeltildi bu korkunç eksik!

05 Mayıs 2011

Maaile giderim Rixos'a; hamdolsun all inclusive!

Başlığa aldanmamak lazım, maaile çalışıyoruz biz bu aralar. Ofis benim pestilimi çıkarmıyormuşçasına Bilgi Üniversitesi'nde bir sertifika programına kaydoldum. Bu saate kadar oturdum comperative contract law ders notlarını okudum. Aşk da bu saatte bile dada ve S14'ün açılışına ardarda süprizler planlamakta, her bir detay için uğraşmakta...

O zaman bu başlık nereden çıktı derseniz bu aralar ki neşe kaynağımdan: Yılmaz Özdil'in "İsim - Şehir - Hayvan" adlı kitabından. "Eee ben bu adamın köşe yazılarını okuyordum zaten kitaba ne gerek vardı?" dememek lazım. O yazılar, konularına göre toplu toplu olunca gündemi sürekli değişen ülkede ne kadar büyük olayları ne kadar çabuk unuttuğumuzu o kadar güzel hatırlatıyor bu bir. Bir tanesi asla kesmeyen o güzelim yazıların bir sürüsünün ardarda olması inanılmaz bir keyif veriyor bu da iki. Yılmaz Özdil okumayanlardansanız zaten bu kitabı almamak ayıp olur. Ağlanacak halinize gülmeyi özlediyseniz, memlekette olup bitenlere sinirlenip küfretmekten bitkin düştüyseniz; biraz da onlarla eğlenme zamanıdır. Bana olur olmaz yerlerde kahkaha attıranlardan bir demet:

"Hala diyorlar ki Atatürk diktatördü. Vahdettin neydi peki? Demokrat Parti Genel Başkanı mı?"

"Hep söylerim, ekmek parası diye ağlayanın maaşını tavuk gibi buğdayla ödeyeceksin!"

" Daha da gelmem Davos'a... Maaile giderim Rixos'a. Hamdolsun all inclusive."

" Sor hobilerimizi mesela. Bako ne çıkar? Kitap okumak çıkar. Halbuki hepimiz biliyoruz ki, kıçımızı silmek için tükettiğimiz tuvalet kağıdı miktarı, beynimizi parlatmak için tükettiğimiz kağıt miktarından fazla."

"Bu iş en büyük adalet sarayını yapmakla, yani binayla filan olsaydı, Yargıtay başkanı müteahhit olurdu."

"Memleketi satıyorlar gıkın çıkmıyor, tarlana alt tarafı bir inek giriyor, bütün köye dava açıyorsun emmioğlu!"

" İş adamına dava açıyorsun, 78 milyar dolarlık... Hakim alıyor, ayda iki bin lira maaş... Hakimin psikolojisini düzeltip dosyaya hakim olması zaten 6 ay sürüyor."

Kitabın daha yarısındayım, yazıların bir kısmında kikirdememe hakim olamıyorum, bir kısmında da korkunç bir hüzün kaplıyor içimi. Öğle yemeğinden vazgeçip, güzel bir latte eşliğinde kitaba yumulmak, beni ayaküstü yenecek bir yemekten daha çok doyuruyor iki gündür.

Bu arada Cevahir'in önündeki eskiden Tür'lünün bulunduğu tarihi binaya açılan Starbucks'a bayıldım ben. Bina güzel, kocaman bahçesi ondan güzel... Karaköy'deki Starbucks'tan sonra en favorimi buradaki ilan ettim gitti.


Yılmaz Özdil filan okuyamam, kahveyle de işim olmaz, bir türlü gelmeyen baharda bu hayat nasıl çekilecek diyorsanız da, bir paket yukarıdaki ilaçtan atın çantanıza, cömert olun, bol bol dağıtın, iyi gelir ;)

İlk foto: 74 Lime Lane

02 Mayıs 2011

time takes too much time...





 

Kadınlar ikiye ayrılır: Biriktiriciler ve Atıcılar. Biriktirici kadınların evleri sergi gibi olur. Her yerde kutular kutuların içinden taşan biletler, broşürler, dergi ve gazetelerden kesilmiş parçalar, üstüne notlar alınmış kağıt parçaları olur. Dolaplarında bebeklikten kalma kıyafetler hatta bazen annelerinin gençliklerinden kalan parçalar bile olur. Rengi atmış, lekelenmiş hallice toz bezi haline gelmiş bazı parçalarını bile atmaya kıyamazlar. Hiç beğenmeseler bile hediye geldi, anlamlı diye evlerindeki objeler de onlarla birlikte o evden o eve göçer.

Atıcı kadınlar ise minimaldir. Belli periyotlarla sokak kapılarının önüne devasa poşetler çıkar. Anısı varmış, hediyeymiş dinlemezler, fazla eşya onları boğar. Düzen isterler, sadelik isterler, boşluk isterler. Hatta kendilerini tutamazlar birlikte yaşadıkları eşlerinin ve çocuklarının eşyalarını bile onlara çaktırmadan her fırsatta ayıklayıp atıverirler.

Annemin tezine göre atıcı kadınların kızları biriktirici, biriktirici kadınların kızları da atıcı olur.
Biriktirici anneannemin aksine annem atıcı familyadandır. Ben de biriktirici olarak zinciri devam ettiriyorum. Gelgelelim İstanbul'daki evlerin metrekarece küçüklüğü biriktiricilere biraz ket vuran bir unsur. Biriktirdikçe yaşayacak alan kalmıyor çünkü. Bu blogun ortaya çıkış amacı da tam olarak buydu: Bilgisayara kaydedip saklamaktansa, üzerine notlar alınmış kutularca kağıdın evi işgal etmesindense online ortamda depolansınlar. :) (Paralel bir şekilde chucha boutique de aynı amaca hizmet ediyor.)


Burada gördüğünüz kartlar da eminim ki bir biriktiricinin eserleri. Biriktiricilik ruhu her yanlarına sinmiş. Amerikalıların "Paper addict" dediği kişilerin tapacağı, atıcıların "kağıt parçası işte, çöp yani" diyeceği bu nefis şeyleri şurada bulabilirsiniz: Paper Relics. Hatta belki biriktirdiklerinizden kolaj kartlar yapmanız için ilham bile verebilirler.

Başlık da bu aralar sürekli ama sürekli dinlemek istediğim eski bir şarkıdan: Moloko - time is now (dinlemeden geçmeyin klik! )

Pinterest'im

Instagram'ım