12 Temmuz 2012

Keşke sevişmekten ve gülmekten başka bir şeye ihtiyaç duymasaydık*.


Haftaiçi bir gün...

İşten çıkmışım, sabahın köründe kalkıp İstanbul’un bir ucuna gitmişim, çok yorgunum plan yapmak, birileriyle buluşmak, laflamak için. Diğer yandan hava güzel, yeni cilt bakımı yaptırmışım, yüzüm ışıldıyor, yeni aldığım bir kıyafetimi giymişim, özetle aynada kendimi sevdiğim günlerden biri, adımlarım eve yaklaştıkça yavaşlıyor. Citys’e dalıyorum, Macrocenter’dan akşam yemelik bir şeyler ve bir bira kapıyorum, sonra D&R’a gidiyorum. Seyahatte olduğum zamanlar haricinde kadın dergileri alıp okuyanlardan değilim. Ama Vogue’un kapağındaki “Romantik İlişki Sözleşmesi” yazısı beni avlıyor. Meslek hastalığı,  “sözleşme” gördüm mü, alıp okuyasım, avantajlı dezavantajlı yanlarını ölçüp biçesim, bulmaca çözer gibi köylü kurnazlıklarını yakalayasım geliyor.

Peki ya ilişki sözleşmesi de neyin nesi?

Evlilik sözleşmelerini bile hazmedemedik daha. Bismillah!

Biliyorum şu anda “İlişkinin sözleşmesi mi olurmuş, insanın aklının başından gitmesi lazım, ölçüp biçerek olmaz bu işler, içinden nasıl geliyorsa öyle davranmak lazım.” gibi şeyler geçiyor aklınızdan sözleşmeli ilişki kavramını reddediyorsunuz.

Peki. Diyelim ki öyle...

Kaçınız gerçekten hesapsızca yaşıyorsunuz ilişkinizi? Beklentisiz, sırf içinizden geldiği gibi? Hiç rol yapmadan, hiç bir şeyleri elde etmek için içten içten planlar yapmadan?

Sex and the City’de bir replik vardı, kim kime söylüyordu hatırlamıyorum; ama “Onu hadi gel kasabaya taşınalım dese, New York’tan bile vazgeçecek kadar çok mu seviyorsun? Yoksa daha iyisi gelene kadar birlikte vakit geçirecek kadar mı seviyorsun?” diye soruyordu çılgın kadınlardan biri diğerine.

Hayatınızdaki adam size sahip olduğunuz her şeyden vazgeç gel benimle derse vazgeçer misiniz? Boktan bir hayat yaşıyor, kurtulmak için bahane arıyorsanız kolay zaten vazgeçmek. Çabalayarak elde ettiğiniz, gerçekten vazgeçmenizi zor kılacak bir şeylerin varlığı halinde vazgeçer misiniz asıl?

Onu gerçekten size nasıl davranırsa davransın sevebiliyor musunuz? Zor biraz. İlla ki “Şunu bana yaparsa hazmedemem” dediğiniz bir şeyler vardır. Hadi dürüst olun kendinize.

O zaman kartları açık oynamanın kime ne zararı olur ki? Zaten bu kadar koşturmalı hayatlar yaşıyorken, açık açık söylemeden karşınızdaki insana ondan ne beklediğinizi anlatmak için çırpınmak yerine, açık açık söyleseniz ben böyle bir ilişki istiyorum, senden beklentilerim budur deseniz, hatta bunları yazıya dökseniz ki unutulmasa. Hatta hayatınız, beklentileriniz değiştiğinde yine karşılıklı oturup sözleşmenizi revize etseniz? Böylece herkes karşısındakinin ne istediğinden emin ve mutlu olsa? Fena olmaz bence.


Ben hayatıma giren adamlarla hep absürt denilebilecek şekilde başladım ilişkilerime... Gecenin bir vakti Ağva’ya giderek, yağmurlu bir akşamda arabada şarap içip tiramisu yiyerek, bir yerde bir arkadaşımı beklerken sırf zaman öldürmek için laflayarak, alakasız bir ülkede güneşlenirken laf olsun diye bir iddiaya girerek.... Sonra da birlikte harika zamanlar geçirdikten sonra, ilişkiden beklentilerimiz farklı olduğu için, karşı tarafın aklındakinin ne olduğunu çözemediğimiz için yollarımızı ayırdık.


Başka bir örnek; çok yakın arkadaşlarımdan biri bu senenin sonunda evleniyor. Adamla tanışmaları tamamen tesadüfi. Adam İsviçre’den gelmiş Taksim’de bir otelde kalıyor, arkadaşım o otelin altındaki club’ta eğlenmeye gitmiş, kafası güzel sağın solun fotoğrafını çekerken sohbet etmeye başlıyorlar. O sohbetin üstünden bir yıl geçti, şimdi evlilik planları yapıyorlar. Ne kadar mantığa sığmayan bir başlangıçsa, şimdi oturup mantıklı kararlar almaya çalışıyorlar, nerede yaşayacaklarına, ne iş yapacaklarına ilişkin...

Yani ilişkiler ne kadar tesadüfi, ne kadar şuursuz, ne kadar mantıksız başlarsa başlasın, devam edebilmesi için mantık gerekiyor, birbirini mutlu tutabilmek gerekiyor.



Genç kızlığınızdan hatırlarsınız, aslında evdeki bütün kararları babanız verdiğini sanırken, o verilen kararlar aslında annenizin kararlarıdır. Anneniz alttan girer üstten çıkar, doğru zamanda adamın beynini yıkar, kendi kararını babanızın kararıymış gibi benimsetir.

Artık zamanımız yok bunlara. İşten arta kalan iki gıdım zamanımızı ve enerjimizi de hayatımızdaki erkeğe sözsüz olarak bir şeyler anlatmak için harcamak işimize gelmiyor. Aynı şey adam için de geçerli. Adamcağız dırdırımızdan korktuğundan dile bile getiremeyip mutsuz oluyor belki.
O yüzden ben sevdim bu romantik ilişki sözleşmesi fikrini.

Hatta işi bir adım ileriye götürelim, sözleşmeye aykırılığın tazminatları olması lazım. Oha, demeyin, parasal tazminatlardan bahsetmiyorum. Masaj yapmak da olur, en sevdiği yemeği hazırlamak da...

Düşünün bir, siz bugün sözleşme imzalayacak olsanız neler eklerdiniz? Ve karşınızdaki adam bunların kaçından haberdar?  Bir kalp çarpıntısı bir macera ilişkiye dönerken oturup bunları konuşmak gelecekteki hayal kırıklıklarının da önüne geçebilir. Siz evde pijamalarla oturup sevgilinizle film izlerken mutlu oluyorsunuzdur, o kalabalık gruplarla gece dışarı çıkarken (veya tam tersi)... Yazarsınız sözleşmenize en az bir gece evde oturup film izlenecek, en az bir gece sokaklar fethedilecek diye herkes mutlu olur. Uymayan tazminatını öder, yine diğeri mutlu olur. Win win situation! Happy Ending...

Eve gelene kadar sırf başlıktan yola çıkarak bunları kurdum kafamda. Sonra açtım yazıyı okudum.
Zeynep Güven’in yazısı Marc Zuckerberg’in imzaladığı sözleşme ile başlıyor. Sözleşme, çiftin her hafta evlerinin ve ofislerinin dışında, tamamen birbirlerine odaklanarak 100 dakika geçireceklerini düzenliyormuş. “Göbek bırakmak her iki taraf için de yasak olacak”, “Yılda bir kere terapiste gidilecek. Her iki taraf da yok bu sene çok iyiyiz gitmeye gerek yok dese de gidilecek” gibi öneri maddeleri veriliyor.

“Keşke romantik filmlerde olduğu gibi hiç konuşmadan anlaşabilseydik. Keşke daha ilk günden itibaren onun bir bakışından ne demek istediğini alayabilseydik. Keşke aşkın verdiği sarhoşluk 30 hafta değil 30 yıl sürseydi de playstationundan dağınıklığına her şeyini sevimli bulmaya devam edebilseydik. Keşke sevişmekten ve gülmekten başka bir şeye ihtiyaç duymasaydık. Ama öyle olmuyor. Bir çocuğun okuma yazmayı öğrenmesi gibi bizim de önce ilişkinin alfabesini oluşturmamız, sonra onunla okumayı yazmayı öğrenmemiz gerekiyor. Ve eğer ortak bir hikayemiz olacaksa ancak bundan sonra yazılıyor.” diye bitiyor.


Zeynep Güven kimdir bilmiyorum; ama yazısına da fikrine de bayıldım. Siz de hiç ilginiz olmasa bile bu ayki Vogue’u alıp, bu üç sayfalık makaleye bir göz atın derim.

Şahsen ben fikri çok sevdim, makaleyle bu yazının linkini saklayacağım, bundan sonraki ilk sevgilimin burnuna bunları dayayıp, ilişkime de sözleşmeyle başlayacağım. Mutlaka içindeki maddelerden biri de "Bir kadınla başbaşa tatile çıkamazsın" olacak. :)) 

Siz ne dersiniz? Saçmalık mı, denemeye değer mi?: 

Dip Not: Başlık, Zeynep Güven'in yazısından alıntıdır. 

1 yorum:

esra dedi ki...

Enterasan bir sözleşme :) Okuyunca şunları düşündüm, hani memlekette nufus düşünce, bunu artırmak için çocuk yaptırmaya özenti olur, ya da boşanmalar artınca sıcak aile yuvası özentisi, ya da kitap okuma oranı düşünce, bu oranı artırmak için kitapları şirin gösterme gayreti olur ya..Bu sözleşmede bana bunu çağrıştırdı..biten ilişkiyi uzatma gayreti :) ilişkinin başında yapılıyorsa o da güvensizlikten dolayı diye düşünürüm..çook mu karamsarım bilmiyorum ama, bitmesi gerekiyorsa bitmeli,bitmemesi gerekiyorsa bitmemeli..kimseyi değiştirmeye çalışmamalı..bırak su aksın..sözleşme bu suyu tutmaya çalışmaktır bana göre..ama su durmaz ki, yine akıp gider..ya sana akar ya da sen ona, ya da akmak isteği yere :))) tatlım g.mineulusoy mesaj attım cevap gelmedi.acaba bir başkası mı ilgileniyor bu mail ile..vaktin olmadığını görüyorum :) sen ilgileniyorsan maili aldığına dair geri dönüşüm yapabilir misin bana..mesajı yayınlamayabilirsin..görüşmek üzere..

Pinterest'im

Instagram'ım