07 Ekim 2012

W.E, Jazz, Brunch, Shot, Erkekler....

Hepimiz peri masalları ile büyüdük. İyi üniversitelerden mezun olup, çatır çatır para kazanıyor, topuklularımızın üzerinde kırıta kırıta yürüyor, erkekler olmadan seyahat ediyor, geziyor ve kızkıza gerçekten çok eğleniyor olsak da; hormonlarımızda mıdır, yoksa aptallığımızdan mı bilmiyorum, hayatımızda bizi gerçekten mutlu eden bir adam yoksa eksik hissediyoruz kendimizi. 

Tamamlanmak için bir adama ihtiyacımız var. Diploma üstüne diploma alsak da, şakır şakır iki üç dil konuşsak da, hiç fena sayılmayacak paralar kazansak da, dünyanın pek çok köşesini gezsek de, o eksikliği mutlu bir ilişki dışında hiçbir şeyle dolduramıyoruz. 

Mutlu ilişkinin ne olduğunu da bilmiyoruz o ayrı. Masal gibi bir şey istiyoruz, adam yemesin içmesin bize süprizler yapsın, sürekli iltifatlar etsin, futbol maçı bizden daha önemsiz olsun.... 

Ne saçma!

Bu haftasonu bir film ve içtiğim shotlar beni kendime getirdi! 




Bu seneki filmekiminde izlediğim filmlerin hiçbiri beni salondan çıktıktan sonra etkisi altında tutamamıştı. Madonna'nın IMDb'de oldukça düşük bir puan alan ve Venedik Film Festivali'nda yuhalandığı iddia edilen filmi W.E'ye de cumartesi akşamı gittim. Ve çok beğendim!

Saçma olduğunu düşündüğüm sahnelerin varlığına rağmen, izlerken gözüm gönlüm açıldı, kıyafetlere bayıldım, bazen gözlerim doldu, bazen kalbim hızlandı, bazen güldüm... 

Eş zamanlı olarak iki hikaye anlatılıyor. 1998 yılında çok başarılı bir psikolog ile evli olan  Wally, dışarıdan bakan herkesin onun ne kadar şanslı bir kadın olduğunu düşünürken, aslında çok kötü bir evlilik yaşıyor. Kocası eve gelmiyor, ona hakaretler ediyor, çocuk istemiyor... 

Wally, kendisinden yıllar önce yaşanmış bir aşk hikayesine, delilik derecesinde bağlı.  King Edward'in hiç de güzel bir kadın olmayan Wallis'e olan inanılmaz aşkının hikayesine... King Edward yakışıklı bir adam. Wallis uğrunda tahtını terk ediyor, onunla birlikte olmak için her şeyi göze alıyor, sürekli mücevherler hediye ediyor, sürekli aşkını dile getiriyor. 

Wally, kendi evliliği gittikçe çöküşe uğrarken ve devamlı King Edward ile Wallis'in aşkını düşünüyor, belgesellerini izliyor, müzayedede sergilenen eserlerini geziyor... Gerçek hayatta da böyle sonsuza dek süren mükemmel ve tutkulu bir aşk olabiliyorsa, neden kendisini bulmadığını sorguluyor.



Wallis güzel bir kadın değil, ama harika giyiniyor, kışkırtıcı dans ediyor, leziz martini hazırlıyor. King Edward'ın aklını başından hayat enerjisi ile alıyor.

Wally, bu hikayenin içine kendini kaptırdıkça, aslında bu peri masalının sanıldığı kadar mutlu olmadığını anlıyor. Ve Wallis'in bir mektubunda, "Artık sonsuza dek onunla birlikte olmak zorundayım. Ve sonsuza dek. Ve sonsuza dek." cümlesini yakalıyor. 

Wally, bu peri masalı gibi görünen bir ilişkide bile mutsuzlukların pekala bulunduğunu anlaması ile kendi mutluluğunu buluyor. 

Erkeklere çok hitap etmeyebilir, ama bence her kadının izlemesi gereken bir film. Kıyafetler harika, müzikler çok iyi ve koleksiyoner rolünde karşınıza çıkan Haluk Bilginer şahane ve 'Bazı mutsuzlukları kabul etmek zorundasınız, prens size deliler gibi tutkun olsa dahi!'  mesajı ilişkilere bakış açısından çok işe yarar.




Filmden çıktım, uzun zamandır görüşmediğim bir arkadaşım ile Limonlu Bahçe'ye attık kendimizi. 
Oradan Tektekçi'ye. 
Oradan Dada'ya. 



(Burada bir dip not açmalıyım, Dada'da çikolata shot mutlaka denemelisiniz. Shot bardağı çikolatadan yapılmış. İçindekini kafaya diktikten sonra, bardağı yiyorsunuz!) 

Sonra yine Tektekçi'ye. 
Uzun zamandır görmediğim ve çok özlediğim bir sürü arkadaşımı görmüş oldum, bir yandan shotları atarken bir yandan ilişki sohbetinin dibine vurdum. 
Shotların lezizliği ve benim çok sevgili erkek arkadaşlarımın sabırla benim her sorduğum soruyu cevaplaması sırasında fark ettim!

Ben bu değildim! Ve ben korkunç bir hata yapmıştım!

Ben hayatım boyunca hep kendi kendine çok keyifli vakit geçirebilen bir kadın olmuştum. Her zaman "Erkek kendisini zorunlu hissettiği için beni her gün aramasındansa, beni gerçekten özlediği zaman aramasını tercih ederim."i savunmuştum. Ne olmuştu da bana, benim özgüvenim nereye kaybolmuştu da, bir adamda zaman ve ilgi rica eder olmuştum?! 

O leziz shotların ve yaptığımız sohbetlerde erkek yorumlarının etkisiyle bir anda ayıldım. 

Ben yalnızca bir kaç gün önce kıyameti koparmış, Mr. Prozac'i Fenerbahçe maçından mahrum bırakıp, House Cafe'de olağanüstü hal toplantısına çağırmıştım ve çok az görüşebiliyoruz isyanımı dile getirmiştim. O dürüstçe içinde bulunduğu durumu açıklayıp daha fazla çaba harcayacağının sözünü verirken, ben avukat kimliğimi bastıramayıp, onunla bir protokol imzalamıştım!

Protokolün içeriğinde onun bana bir hafta içinde en az kaç saat ayırması gerektiği, bu zamanı ayırmadığında %50 faizli olarak bir sonraki haftaya devredeceği maddesinin yanı sıra, benim artık blogta Mr. Prozac'ten bahsetmeyecek olmam maddesi de yer alıyordu.

Benim keyifli vakit geçirmek için kimseye ihtiyacım yoktu ki! Elbette ki arkadaşlarım ve sevgilim bana eşlik ettiğinde mutlu oluyordum, ama denk geldikçe görüşürdük işte sıkboğaz etmenin kimseye hayrı yoktu. 

Bir yük kalktı üzerimden, hafifledim, rahatladım, enerjiyle doldum.
Çok keyifli bir cumartesi akşamı geçirdim.

Sabah erkenden kalktım, kızlarla yaklaşan doğum günümün şerefine Moda Teras'a brunch'a gittik.



Akbank Caz Festivali kapsamında JazzMatiz vardı sahnede. Açık büfe kahvaltı lezizdi, Moda Teras'ın manzarası harikaydı, hava şansımıza sıcacıktı ve dedikodumuzun arka fonunda kalan jazz huzur vericiydi. Erkek dedikodusunun en dibine vurduk. 




Ve kızlarla ne kadar güzel vakit geçirebildiğimi hatırlamış oldum. 




Jazz müzik ve brunch konseptini seviyorsanız, ikincisi önümüzdeki hafta 14 Ekim pazar günü Hilton Parksa'da gerçekleşecek, aklınızda olsun. 

Oradan çıktım, kendimi Mr. Prozac'in kollarına bıraktım. Akşam önemli bir maç olduğunu, benim son cadalozluklarımdan sonra tepkimden çekinerek söylerken, ben gönül rahatlığı ile erkek erkeğe iyi eğlenceler diledim ona. Mr. Prozac bu önemli maçı erkek arkadaşları ile izleyip, gerçekten keyif alabilecekken, onu bundan mahrum etmeye hakkım yoktu. Hepimiz ilişkileri mutlu olmak için yaşıyoruz ne de olsa, hayatımızdaki bir şeylerden vazgeçmek için değil.

Ben Nişantaşı'na döndüm, yakında soğuk ülkelere yapacağım seyahatlere hazırlık niyetine kendime bir deri ceket, bir pantolon aldım. Starbucks'tan da bir kahve... Kendimin, yaklaşan yeni yaşımın, geri geldiğini düşündüğüm özgüvenimin şerefine içtim kahvemi.

Düşündüm, ben bu adamı gerçekten beğeniyorum, o bana sarıldığında kalbimin atışı hızlanıyor ve onunla birlikteyken mutlu oluyorum. Buldukça bulmanın, huzursuzluk çıkarmanın, sevgilinle sürekli mucuk mucuk dip dibe olmak zorundasın gibi genel bir kalıba saplanmanın hiç bir faydası yok. Ha ben zorlamadığım ve cadalozluk yapmadığım sürece bana zaman ayıramıyorsa, zaten bir şeyler yanlış demektir.

Bu yazıyı yazdığım ve ondan bahsettiğim için imzaladığımız protokol uyarınca cezam var. Bu da umurumda değil.  Bizim güzel bir hikayemiz var, biz birlikteyken güzeliz. Şimdilik... Her şey daha da mı güzel olacak, yoksa çöküşe mi gidecek bunu zaman içinde göreceğiz.  Ben şimdi hissettiklerimi unutmak istemiyorum ve benim açımdan bunun tek yolu yazmak... 

Bir haftasonu daha bitiyor. Keyifli bir hafta olsun hepimize. 

2 yorum:

Unknown dedi ki...

Karısmak gibi olmasın ama bence çok doğru, güzel bir karar vermişsiniz. Umarım hersey daha da guzel olur bundan sonra :)

gorgeousofmyworld.blogspot.com

pazariseverim dedi ki...

öncekı postuna; aklını başına devşir hatun! delirdın mı! mecbur mu bı baskası ( ustelık erkek) senın tutkunların uzerıne çalışmaya. olmuyosa olmuyodur. istemediğinden -hissettmediğinden değil -senın gıbı davranmadığı için öyle biri olmadığı! için . senı ıstemıyo demek deildir ki bu. dicektım....nese kı; kendıne gelmişşsin. umarım uzun sürer zira sen de kendını tutamayanlardansın zannederim. :))..vala kuzum ben alıştım bu erkek mılletıne, olmuyo abi ya, bi türlü romantık komedı cekemıyoruz adamlarla.ii ihtimalle kısa bişeyler çekiliyor.sorası ; hard core pornn.. :)))

Pinterest'im

Instagram'ım