07 Kasım 2012

Drinking beer is no simple task for your brain. Kopenhag: Visit Carlsberg!

Cumartesi sabahı kurduğum alarm ile gözlerimi açıyorum. Yatakta değilim, trendeyim, ve tam saatinde København istasyonuna giriyor trenimiz. 




Uyku sersemliği ile hemen montlarımızı giyip, valizlerimizi alıp atlıyoruz trenden. Acilen bir kahveye ihtiyacım var o mahmurluğu üzerimden atmak için. Hemen istasyonun içindeki cafelerden birini gözümüze kestirip oturuyoruz.

Mr. Carlsberg bize tatlı tatlı gülümsüyor, cafenin ortasındaki masasından. Ama hayır, Mr. Calsberg'e kanamayız, henüz değil, önce bir kahve içmeliyiz! 




Kahvelerimizin yanına da S ile başlayan adını bir türlü öğrenemediğim, Kopenhag'taki her cafede bulması mümkün olan tatlı hamur işinden alıyoruz.

İnanılmaz lezzetli bir şey. Çok hafif bir kreması var, kahvenin yanına da bu kadar yakışabilir. 



Kendimize geldikten sonra, şehir haritasını açıyoruz, kalacağımız hostelin yerini haritadan işaretliyoruz. Kopenhag rehberini kurcalıyoruz, web sitelerindeki tavsiyelere göz atıp, mutlaka görmemiz gerekenleri ve fırsat kalırsa görmeye karar verdiklerimizi listeliyoruz.

İstasyonu terk etmeden önce, üzerimdeki SEK (İsveç Kronu)'lerden kurtulmam ve hosteli ödemek için DK (Danimarka Kronu) almam lazım. O işi halletmek için istasyondaki Forex'e bakınırken, daha acil olarak tuvalete gitmem gerektiğini fark ediyorum. 

Erkekler tuvaletini bulmuş, kadınlar tuvaleti için çaresizce sağıma soluma bakınırken, hoop çok tatlı bir adam koluma giriyor "Tatlım, şurada arka tarafta. Sen git, ben de hemen geliyorum peşinden." diyip göz kırpıyor gülerek.

Kahkahalar atmaya başlıyorum."Flörtöz adamlar ve lezzetli hamur işleri! Kopenhag hoşbuldum." diyorum. 



İstasyondan çıkıyoruz, saat henüz çok erken ve sokaklar bomboş. Sadece Palace Hotel'in balkonunda üstü çıplak bir adam ve adamın gömleğini giymiş altı çıplak bir kadın yeni doğan günü selamlıyor.




Kalacağımız Dan Hostel gerçekten yürüme mesafesinde, 15 dakikada ulaşıyoruz. Check-in'ler 14:00'te başlıyormuş. O yüzden valizlerimizi locker'a bırakıp, kendimizi yollara vuruyoruz.




Niyetimiz botanik bahçesine gitmek... Elimizdeki harita detaysız ve yetersiz, sadece ana sokakları gösteren harita ile yola koyuluyoruz. Binaların hepsi bakımlı ve eski. Hepsi pekala müze olabilecek şıklıktaki binalarda yaşıyor ve çalışıyor insanlar. Stockholm'den sonra ısıtan ve yakan bir güneşin olması da çok hoşumuza gidiyor.

Oradan oraya oradan oraya yürürken, beğendiğimiz binaların peşinde koşarken...

Kayboluyoruz!

Hoop o da nesi sağlı soğlu "Antep Bakery", "Mustafa Berber", "Kebap Saloon"ların olduğu bir sokaktayız. Aklınıza ne gelirse var burada, her şehri bir dükkanın temsil ettiği küçük bir Türkiye...Hatta kendi sanatçılarını, şehrin en meşhur eğlence parkında sahneye bile çıkartıyorlar.

Hemen anlıyoruz ki Vesterbro'dayız. Rehberlerde alternatif bir Kopenhag için bu bölgeye gelin deniliyor. Grafitti'ler, sergiler, ne olduğu anlaşılamayan dükkanların önlerinde oturup kahvesini içen insanlar... 





Madem Botanik Bahçesi'ne gitmeye çalışırken buraya geldik, o zaman Calsberg Müzesi'ne gidelim diyoruz.




Uzaktan görünen fabrika bacasını takip ederek, Carlsberg müzesini buluyoruz. Bu müzenin en güzel tarafı, giriş biletine iki biranın dahil olması!

Kapıdan girdiğiniz gibi ufak bir pub karşılıyor sizi. Türkiye'de olmayan Jacobsen biralarından bir tanesini seçip içiyorsunuz.


Sonra şehirde hala bira dağıtımını atla yaptıkları için, güzelim Carlsberg atları ile tanışıyoruz.




Sonra tarihi kısma geçiyor ve Carlsberg birasının öyküsünü öğreniyoruz. 




Bitki blilimci ve aynı zamada sanat eserleri koleksiyoneri olan J.C Jacobsen, 1847 yılında bir bira üretiyor. Türkiye'de satılmayan ve bence Carlsberg'ten çok daha lezzetli bir bira olan Jacobsen'ı Danimarka'dayken mutlaka tadın derim ben. 

Daha sonra J.C Jacobsen öldükten sonra, işlerin başına oğlu geçiyor ve Alman biralarını da inceleyerek Calrsberg'i ortaya çıkarıyor. Tuborg, yurdışına açılma kısmında ortaya çıkardıkları bir diğer marka. Şu anda Pripps, Falcon, Lübzer, Astra gibi adını daha önce hiç duymadıklarım dahil tam olarak 310 tane markaları var. 




Daha detaylı bir tarihçe okumak isterseniz tık!




Müzenin sonunda "Ahh! - a refreshing beer" yazısı sizi bir bira daha içmeye çağırıyor. Hangi biranın içinde hangi aromanın bulunduğu öğreten ve aslında biranın da en az şarap kadar aroma konusunu ciddiye alarak tüketilmesi gerektiğini öğreten eğlenceli bir alandan sonra, House of Jacobsen, giriş biletine dahil ikinci bira için karşımıza çıkıyor.



Müze gezisi bittikten sonra bira içip takılınabilecek çok şeker pub'lar var etrafta. O yüzden Calsberg'e giderseniz, geniş geniş vakit ayırın. Müzeden ziyade müzeyi gezerken verilen bira molaları işin asıl güzel yanı. 




Lokal lezzetler tatmak istiyoruz, o yüzden klasik yemeklerinden biri olan smørrebrød (açık sandiviç) tabağı istiyoruz. Et, balık, somon her şey çiğ ve soslu.




Çıkışta da hediyelikler var. Tabii ki, bol bol bira stokluyoruz, Türkiye'ye Jacobsen Dark Lager götürmezsem olmaz. 







Geri dönüş yolundayken bir alışveriş merkezi dikkatimizi çekiyor. Asıl alışveriş sokağı Stroget ama nedense bu alışveriş merkezi de o an çok davetkar görünüyor gözümüze. Girip biraz Danimarka markaları ile tanışalım diyoruz.



Kıyafet markası olarak Selected'a bayılıyor, incecik görünen yünlü ve sıcak tutan gömleklerden ediniyoruz.



Onun dışında en sevdiğim mağaza tasarım ev eşyaları bölümü de bulunan Bahne oluyor.





Bir de alışveriş merkezinin ortasında en üst katta erimiş gibi tasarlanmış bir piyano var ki ki, resmen tapıyorum!!


Alışveriş merkezinden sonra, iki gündür üzerimizde olan kıyafetlerden kurtulmak, duş alıp giyinip akşamki Halloween partisine hazırlanmak için, sırt çantamızda şıngır şıngır eden biralarımız, elimizde Selected poşetlerimizle, Kopenhag'ın düşündüğümüzden güzel olduğu kararını veriyor ve  pusetli bisikletlere şaşırarak hostelimizin yolunu tutuyoruz.





1 yorum:

pazariseverim dedi ki...

kızım gıcık mısın yaaaaaa :) iş yerındeyım ankara bol yağmurlu ve soğuk. hava da deli bir kasvet..işler yoğun. ve sen kalkmış karşımda seyahatten gitmekten ve biralardan bahsediyorsun. pfff :( neyse neyse eline sağlık harika yazılar bunlar. pek iyi geliyo çaktırma ;)

Pinterest'im

Instagram'ım