27 Aralık 2012

Çok şükür bu gece yatsıdan sonra gökten adam, gökten erkek , gökten koca, gökten sapır sapır herif yağacak!

Trendeyim. Cenevre'den Zürih'e...

Elimde kahve. Üzerimde boğazlı bir kazak ve jean, ayağımda düz taban ayakkabılar.
Zaten sabah kahve almadan şuradan şuraya adım atmam ben. O normal.

Pantolon ve ayakkabılar o kadar normal değil. Çünkü o kadar seyrek pantolon giyerim ki ben, pantolon ile görülmem yakın çevremde şaşkınlık sebebi olmuştur hep. Hadi giydim diyelim, o zaman da altına topuklu ayakkabı giyerim. 

Ama o tren yolculuğunda asıl sıra dışı olan bunlar değil.
En yakın arkadaşlarımdan birinin nikahına doğru yoldayım.

Özge evleniyor. Etrafımdakilerin bana deliymişim gibi bakmasına aldırmadan birkaç kez sesli tekrar ediyorum inanmak için: "Özge evleniyor. Özge evleniyor." 

Özge'yi düşündüğümde aklıma gelen karelerden hiçbiri evlilik ile bütünleşmiyor ki... 

Bundan yaklaşık yedi yıl kadar önce bir meyhane tuvaletinde tanıştık biz. Aynı okulda okuyorduk, ama özgür ruhlu öğrencilerdik, o yüzden okula pek uğradığımız söylenemezdi. Onunla karşılıklı ilk sohbetimizi Ceneviz meyhanesinde, ben çok sarhoşken klozetin başında yapmıştık.

Sonra görüşmeye devam ettik.
Ama asıl yakınlaşmamız, benim pılıyı pırtıyı toplayıp Cambridge'e gittiğim ve sonra da sözleşme yazım dersinde hazırladığım cillop gibi sözleşmede "for further information please look at the back side" şeklinde bir kapanış yaparak ve böylece argo olarak "detaylı bilgi için kıçınıza bakın" demeyi başararak İngilizce'den sıkılıp İstanbul'a geri döndüğüm bir gecede ikimizin de sıkılmış olarak Taksim'de buluşması ile oldu. O kadar çok eğlendik ki o gece!

Çok fazla an ve çok fazla anı var onunla. Kimisi hüzünlü, kimisi kahkahalı.

Bir zamanlar bunları yazmaya niyetlenmiştik. Birlikte yaşadıklarımızdan ve birbirimize anlattıklarımızdan bir roman yazıp, sonra da ondan kazandığımız para ile Küba'ya gitmek konusunda sözleşme bile imzalamıştık.

Sonra, Tom ile tanıştı ve ben onu hayatımda ilk defa "sevgili" olarak gördüm.

O kadar güzel bir tanışma hikayeleri var ki... Tom, arkadaş ekibi ile Bodrum'a gidecek ve İstanbul'da tek bir gecesi var. Gündüz sokaklarda gezdikten sonra, gece kaldıkları Lush Otel'e dönüyorlar. Bir bakıyorlar otelin altındaki mekanda bir parti var. İşte orada tanıştılar.

İkisi de pek çok şeyden umudu kesmişken, tesadüfen, doğal bir şekilde. 

Özge'nin beni Tom ile bir yaz günü White Mill'in bahçesinde tanıştırmasını dün gibi hatırlıyorum. O gün, o an, o masada oturan herkesin içine sinmişti Özge ve Tom bir çift olarak.

Annemin yarar erkekler ve zarar erkekler teorisine Tom'u oturttuğumuzda, Tom kesinlikle yarar bir erkek oldu. Özge'ye iyi geldi. Mezun oldu, çalışmaya başladı, daha mutlu ve daha güzel bir kadın oldu. 

Aradan bir yıl geçti. İsviçre - Türkiye arası yolculuklar, gitmeler, gelmeler, özlemeler derken, 12.12.12'de nikahı basmaya karar verdiler.

Tabii ki evlenen Özge olunca, nikah dünyanın diğer ucunda bile olsa kaçırmam düşünülemezdi! 
O yüzden trendeyim, kalbim küt küt gidiyorum Zürih'e...

Zürih istasyonuna ayak basar basmaz Bretzelkönig'ten leziz bir Bretzel kapıyorum. Sonra da telefon kulübesinden Özge'yi arıyorum ve onu beklerken buz gibi bir bira sipariş veriyorum. İçtiğim biraların etkisiyle koşa koşa yetiştiğim tuvaletteki 15 dakika içinde işinizi bitirin, kapı otomatik olarak açılacaktır uyarısına çok gülüyorum. İstanbul'daki barlara da bu sistemin gelmeli, diye düşünüyorum.



Özge ve Tom ile buluşuyoruz istasyonda ve damadımızın yaşadığı Baden'e gidiyoruz. Evinin arkasındaki karlarla kaplı parkta Özge ile kız kıza sohbet ettikten sonra eve geçiyoruz.


Ev Tom'un evi gibi değil. Özge'nin annesi, babası, dayısı, abileri, yengeleri, kuzenleri derken, Tom'un evindeki ana dil Türkçe. Bir de ortalıkta Efes ve hatta cezeryeler varken, İsviçre'de olduğumu tamamen unutuyorum. 




Akşam Özge'nin dünya tatlısı kayınpederi ile kaynanası geliyor. Özge ile ortak bir dilleri bile yok, ama Özge ne dese içleri eriyor, öyle bakıyorlar. Bir de kaynana öyle lezzetli bir havuçlu kek yapmış ki! Off! Şampanyalarımızı içip, tatlılarımızı yerken, ertesi günün timeline'ı üzerinden geçiliyor.

Nikah seramonilerine ve adetlerine ilişkin Türk ve İsviçre adetleri arasında bir orta yol bulunmaya çalışılıyor.

Ertesi gün kuaför faslında buluşmak üzere ayrılıyoruz, ben Zürih'in yolunu tutuyorum.







Dünya tatlısı bir çiftin evinde kalıyorum Zürih'te: Ece ile Mayk! Birlikte bir kadeh şarap yuvarlayıp lafladıktan sonra, bana verdikleri, odada cıvıl cıvıl çarşafların üzerinde yorgunluktan bayılıyorum. 


Sabah gözümü whatsup ve Facebook notificationları ile açıyorum. Bizim kızlar, gelinin ayakkabısının altına isim yazma konusuna takmış vaziyetteler. Hani ola ki onların adını yazmayı unutursam diye, hatırlatılabilecek her kanaldan ayrı ayrı bildirim yolluyorlar. Kahkahalar atarak uyanıyorum bu telaşları karşısında. 

Ece ile kahvelerimizi ve sigaralarımızı alıp, güzelim evlerinin terasında sabah keyfi yapıyoruz. Koç Üniversitesi'nde okurken değişim ile Avusturalya'ya giden Ece'nin; aynı tarihlerde o üniversitede master yapan Mayk ile tanışmasının, İstanbul - Zuirh arası yaşadıkları ilişkinin ve sonra evliliklerinin hikayesini dinliyorum. Çok güzel bir hikayeleri var onların da ve ikisi yan yana o kadar tatlı bir çift ki! 

Bu sırada binmem gereken treni kaçırıyorum!
Ece, beni bir sonraki ilk trene yetiştiriyor. Gelinin kuaför faslı çoktan bitmiş. Nikah öncesi ev curcunasını, telaşını yaşıyoruz hep birlikte. Özge'nin heyecandan eli titrerken elindeki kırmızı şarabı duvağına dökmesi ihtimali yüzünden soğuk terler döküyoruz hep birlikte.


Ve gelinimiz gelinliğini giyiyor. Fıstık gibi bir gelin oluyor.
Ben de görevimi yerine getirip isimleri ayakkabının altına yazıyorum.



Saat 15:00'i gösterirken belediye binasındaki yerlerimizi alıyoruz. Alışmışız biz nikah denilen şeyin, toplamda 5 dakikalık bir prosedür olmasına. Nikah memuru Sufi'ye varan alıntılarla, altın oranlardan rakamların anlamına giden bir konuşma yaparken, aralarda şiirler okurken ve nikah toplamda 1 saat kadar sürerken kımıldanmaya başlıyoruz. Sonunda Tom "Ja", Özge "Evveeet" diyor.

Özge elindeki yüzükle "Evliyim kızım artık!" diyor.
Aklıma Özge'nin Tom ile tanıştığı yaz ve onunla tanışmadan önce diline takılan şarkı aklıma geliyor (başlıktaki) ve o an Kuantum'a olan inancım daha da kuvvetleniyor Baden Rathaus'ta.


Oradan kokteylin yapılacağı bara geçiyoruz.

Çok sempatik bir barda, herkes birbiriyle tanışıp kaynaştıktan sonra, gelinimizi harika limuzinine bindiriyor ve nikah yemeğinin yapılacağı Blumen Oteli'ne gidiyoruz.


Çok samimi, abartısız, eğlenceli ve keyifli bir yemek oluyor. Tom'un arkadaşlarının hediye ettiği kızağa, herkesin gelin ve damatla ilgili yaptığı konuşmalara bayılıyoruz. Belli bir saatten sonra Türk kızları olarak, canlı müziği susturup You Tube'tan "Tanrımmmm" açıyor bekarlar masasına karşı göbek atıyoruz. Bir adım daha ileri gidip, İsviçreli adamlara damat halayı öğretiyoruz.



Pasta kesilirken, bu sene gittiğim en güzel nikah olduğuna karar veriyorum bunun.
Yakın arkadaşımı böyle abartısız ama zevkli ve herkesin eğlendiği, en önemlisi de onun çok mutlu olduğu bir şekilde evlendirmek içime siniyor. Tam olarak.

Dileklere kelimeler yetmez, ama ikisine de ömürleri boyunca aynen nikahları gibi zevkli ve mutlu bir hayat diliyorum. 

Ve gecenin sonunda ayakkabının tabanındaki bütün isimler silinmişti. Böyle seyahat bahaneli, zevkli düğünlerimiz çok olsun!

Düğün demişken şu videoyu da paylaşmadan ve bütün romantizmi kahkaya çevirmeden duramayacağım:



Hiç yorum yok:

Pinterest'im

Instagram'ım