01 Nisan 2013

happiness is the only true measure of personal sucess

"Artık eski heyecanım kalmadı."

" Geçmişte yaşadıklarımız ve beni kıran şeyler yüzünden eski ihtimamım kalmadı. Daha kolay vazgeçilebilir oldu."

" Sorun sende değil, bu durum tamamen benimle alakalı."

" Ne istediğimden emin değilim ama daha farklı bir şeyler istediğimi biliyorum."

" Bana diyecek bir şey kalmadı, sen kararını çoktan vermişsin."

Bu cümlelere bakınca aklınıza gelen ilk şey tabii ki heyecanını kaybetmiş bir ilişkinin final diyaloğu oluyor biliyorum.

Oysa ki bu final, sadece kadın-erkek ilişkilerinin bitiş cümlesi değilmiş. Şu hayatta kurduğumuz bütün ilişkiler böyle bitebiliyormuş. Geçenlerde sevdiğim bir insan, ayrılabileceğini hiç düşünmediğim işinden ayrılış nedenlerini açıklarken, tastamam bu cümleleri kuruyordu.

"Aynen yıllardır birlikte olduğun bir sevgiliden ayrılmak gibi." diye düşündüm. Ve o an, aile, arkadaş, sevgili, iş hiç fark etmez, her türlü insan ilişkisinin devam edebilmek için ihtiyaç duyduğu en temel şeyin nitelikli zaman geçirmek olduğunu çok net bir şekilde gördüm.


Evliliklerin çoğu da, uç noktalardaki problemleri saymazsak, bu yüzden bitiyor bence. Sürekli yan yana olan; ama aslında hiçbir paylaşmayan çiftler vardır. Aynı masada yemek yerler, ikisi birbirine bir şeyler anlatır, ikisi de birbirinin ne anlattığı ile gerçekten ilgilenmez, hatta çoğu zaman dinliyormuş gibi yapar, sonra aynı odada fiziksel olarak yan yanayken, aslında diğeri hiç yokmuş gibi zaman öldürürler.

Nadiren de olsa uzun yıllardır evli, gözleri ışıldayan, mutlu çiftler görüyorum. Çok kurcaladığım zaman görüyorum ki, böyle çiftlerin hep ortak veya birbirini tamamlayan bir tutkusu var. Birlikte yelken yarışlarına katılıyorlar mesela, veya her hafta değişik bir ülke mutfağından bir yemek pişiriyorlar evde başbaşa, biri yazı yazmaya biri fotoğraf çekmeye meraklı, birlikte seyahat ediyorlar, biri yazıyor, diğeri görüntülüyor...

Hızlı hayatlar yaşıyoruz, kafamız hep dolu, hep yapmamız gereken bir şeyler var. İki taraf birbirini ne kadar severse sevsin, birlikte gerçekten bir şeyler paylaşıp nitelikli zaman geçirmezlerse, o ilişki susuz kalmış çiçek gibi çaktırmadan günden güne soluyor. Bir bakıyorsunuz ki, canlandırma ümidi kalmamış, laf olsun diye devam ediyor, kağıt üstünde.

Sadece sevgili, evlilik bazında da değil bu. Durun bir düşünün, çok yakın arkadaşım dediğiniz, ömrünüzün sonuna kadar birlikte olacağınızı sandığınız kaç insan yok olup gitti, şimdi nerede ne yapıyor haberiniz bile yok. Veya tam tersine, sadece tanışık olduğunuz bazı insanlarla, zaman içinde o kadar çok paylaşımınız oldu ki, gittikçe yakınlaştınız.

Ben üniversitenin son yılında babamla birlikte yaşamıştım bir süre. Aynı evin içindeydik, ama birlikte nadiren bir şeyler yapardık. Hal hatır sormanın ötesinde uzun sohbetlerimiz olmazdı, hatta bazen eve giriş - çıkış saatlerimizin farkından birbirimizi günlerce görmezdik. 

Şimdi farklı yakalarda oturuyoruz, ikimizden biri tatilde değilse, her pazar sabahı kahvaltı için buluşuyoruz. Geçmişten, bugünden, gelecek hayallerimizden bahsediyoruz, hafta içi neler yaptığımızı anlatıyoruz, o bana hukuki sorular soruyor, ben ona hayatsal... İletişim kuruyoruz ve aynı evde yaşarken olduğumuzdan çok daha yakınız birbirimize.



Tabii ki insanların birlikte geçirdiği her anı birbirine adamasından bahsetmiyorum, ütopik bir şey bu, özellikle de aynı evde yaşayan sevgililer, arkadaşlar, evli çiftler için... Birinin ders çalışırken, diğerinin kitap okuyabilmesi; birinin uyurken birbirinin film izleyebilmesi, samimiyet ve rahatlığın göstergesi, yapmacık misafir nezaket sınırlarının aşılmasıdır. Ama bu rahatlığa o kadar adapte oluyor ki insan, unutur hale geliyor, birlikte gerçekten bir şeyler yapmayı... Sonrası klasik: "Eski heyecanım kalmadı." , "Çok sıradanlaştı." falan filan.

Bu hafta, zor ve karışık bir hafta olmuştu benim için. Cuma iş çıkışı, Mr. Feelgood ile buluştuk, Solera'nın yolunu tuttuk. Sehpa boyutunda minicik bir masada, yeni bir kırmızı şarap tadarak, peynirleri yuvarladık. İşlerimizden konuştuk, 'biz'den konuştuk, yaz tatili için heyecanlandık. Yaklaşık dört saat kadar büyük bir keyifle. Birlikte çok farklı yerlerde yemek yedik, çok güzel şaraplar içtik, çok konuştuk, ama ikimiz de gecenin sonunda hemfikirdik, aslında hiç de sıra dışı ve havalı olmayan bu minicik şarap evi hep en iyi iletişim kurup, bütün yaralarımızı tamir ettiğimiz, kavga etmeden tartışmadan rahatsızlıklarımızı dile getirdiğimiz yer oluyordu. 



Yokuştan aşağı vurduk kendimizi, çok kalabalık olmayan ve güzel müzik dinleyebildiğimiz Nublu'nun yolunu tuttuk. İçeri girdik, "Kız sen nerelerdesin?" diye kolumu tutan sese döndüm. Üniversitenin ilk yıllarında Leb-i Derya'da tanışıp, sonra birlikte çok keyifli zamanlar geçirdiğim bir arkadaşım. Sahnedeki güzel sesli fıstık gibi kadın onun kız arkadaşıymış meğerse. Biraz onunla görüşülmeyen günlerin havadisleri, Mr. Feelgood ile bol bol dans... 

Gecenin sonunda güzel kafalarımızla, Zeldazonk'tan yayılan müzikle Karaköy'de kuytu bir köşede, sokakta dans ederken, bu sene İstanbul'daki hangi konserleri kaçırmak istemediğimizin listesini yaparken, hava üşütmeyecek kadar güzelken, ne kadar mutlu ve güzeldik!



Cumartesi sabahı okuldan geldim, Mr. Feelgood ile Çakmak'ın yolunu tuttuk, peynirli, bal kaymaklı salaş ve lezzetli bir kahvaltı yaptıktan sonra, güzel havanın tadını çıkarmak için yürüyerek sahilden Ortaköy'ün yolunu tuttuk. Hava çok güzeldi, Pi'de oturup, birer buz gibi bira siparişi verdik, birbirimize hedefler gösterip, kim oldukları, nerede yaşadıkları, maddi durumları, yanındaki kişilerle ilişkileri, mutlu olup olmadıkları hakkında tahminlerde bulunma oyunu oynadık. 


Bir ustu açık araba, bir jeep, bir motor, iki bisiklet, Avrupa yakasında bir ev, Anadolu yakasında bir ev, bir de Çeşme'de veya Ayvalık'ta bir yazlığımız, bir de kahverengi köpeğimiz olmasının hayalini kurduk. Mutlu ve her şeyi isteyen küçük çocuklar gibi. Neyse ki evler tamam, diye geyik yaptık. Dönüşte trafik çoktu, söylenmek yerine, birlikte bir kumpiri bölüştükten sonra, yürüyerek eve döndük ve cumartesi gecesi için çokçok erken bir saatte sızdık.

Pazar sabahı, ben babamla geleneksel kahvaltımı yapacağım için ayrılırken ve daha uyurken, hiç gitmesini istemedim. O kadar güzel bir hafta sonu geçirdik ki, bütün boşluklar doldu.

Biraz önce Almadovar'ın son filminden çıkmış, yogitam ile telefonda yaz planları yaparak, mont giymeyecek kadar iyi bir havada, İstiklal'de tek başıma yürürken, gülümsüyordum. Kocaman! Hayat ne kadar güzeldi!

Çok yoğunuz, çok yorgunuz hepimiz, hayat böyle evet, ama güzelleştirmek de bizim elimizde. Hayatınızdaki insanlarla, gerçekten bir şeyler paylaşmak için çaba harcamayı deneyin. Gerçekten dinleyin, gerçekten "birlikte" vakit geçirin, hayat çok daha güzel oluyor. 

Fantastik bir hafta olsun, öperim!

Almodovar'ın "Aklımı Oynatacağım"ının da kapanış müziği de yazının sonundaki yerini alsın:
The Look by Metronomy on Grooveshark

Hiç yorum yok:

Pinterest'im

Instagram'ım