16 Haziran 2013

Apolitik diye yargılanan kuşak, Türkiye'ye demokrasi öğretiyor, üstelik orantısız güce orantısız zekayla!

Londra'dayız. Şehirdeki parkların büyüklüklerine ve insanların çimler üstünde keyif çatmalarına gıpta ile bakıyoruz. Kıyaslamak adettendir ya; İstanbul'da, şehrin göbeğindeki avuç içi kadar yeşil alanları sayıyoruz; Gezi Parkı'nın da adı geçiyor. Bilmiyoruz ve doğal olarak tahmin edemiyoruz, birkaç gün sonra Gezi Parkı'nın inanılmaz bir direnişe, birlik beraberliğe ve polis şiddetine konu olacağını... Konu kapanıyor.



Aradan birkaç gün geçiyor, cuma sabahı arkadaşlarımın Facebook'ta paylaştığı masumane ve olaysız Gezi Parkı fotoğraflarına bakıyorum. Ağaçlara sarılan insanlar, çimlerde kitap okuyanlar....



Akşam üstüne doğru olay şiddetlenmeye başlıyor, twitter'a daha sık göz atmaya başlıyorum. Akşam  toplantı kıvamında bir yemekteyiz, ben her fırsatta twitter'ı yokluyorum, Gezi Parkı bildiğimiz savaş alanı!  Fotoğraflar olmasa insanlar abartıyor diyeceğim. Masadaki sohbet bambaşka olduğundan kendi kendime çaktırmadan takip ediyorum.





Masadan kalkıyoruz, arabada eve dönerken annem ve babam ile tweet'leri paylaşmaya başlıyorum. Bir yandan insanların kalabalığı içimizi coşkuyla doldururken, bir yandan o insanlara uygulanan şiddet ve savaş alanı görüntüleri kanımızı donduruyor. Taksim'de olan arkadaşlarımla telefonda konuşup detaylarını alıyorum. Hiçbir şey abartı değil, herkes "Ben hayatımda böyle bir şey görmedim!" diyor. "İnanılmaz bir kalabalık ve film gibi bir savaş alanı" olarak tasvir ediyorlar.



Babam "Eve gidince izleriz haberlerde detaylarını." diyor. Gündeme çok meraklı olan anneannemin gözüne uyku girmemiştir zaten bunları izlemekten, ondan alırız havadisleri, diyoruz kendimizden çok emin.

Eve giriyoruz, anneannemin hiçbir şeyden haberi yok. "Nasıl olur?!" diyerek kumandaya sarılıyoruz. Yok! Haber kanalları dahil, hiçbir kanalda olup bitenden eser yok. Şok içinde bir yandan Digiturk kanallarını, bir yandan uydu kanallarını geziyoruz. Diziler var, haber kanalları alakasız olaylardan bahsediyor, tartışma programlarında "Taksim" lafı geçmiyor. Belki alt yazı geçiyorlardır, gibi iyimser bir tavırla daha yavaş taramaya başlıyoruz. O da yok! O gece, olup bitenden daha çok, medyanın bu kadar 'satılmış' olmasına öfkeleniyoruz.



O gece ben olmasam, twitter kullanmayan annem, babam ve anneannemin Taksim'de olanları ruhu duymayacak. Türkiye'deki çoğu insanın da ruhu bu yüzden duymadı. Halk TV'yi buluyoruz, olup bitenlerden bahseden tek kanal.




Ertesi gün erkenden gazeteleri kontrole çıkıyoruz, babam çok net: Manşetine koymamış hiçbir gazeteyi okumam, okutturmam. Gezi Parkı'ndan bahseden her gazeteyi alıyoruz, ya "kargaşa" gibi tabirlerle hiçleştirilmiş olup biten, ya da çok yetersiz bilgi var. 




Haber kaynağı ben oluyorum o andan itibaren. "Bak bakalım gelişme var mı?"
Gezi Parkı'ndan polisin çekilmesini, polis çekildikten sonra kanalların yayına başlamasını, bir gündür orada orantısız güç kullanımına direnmiş insanların, durduk yere olay çıkarmış gibi aksettirilmesini şok içinde izliyoruz.



Aradan günler geçti. Direniş bitmedi ve bozulmadı. Bütün Türkiye'ye yayıldı.
Medyanın ne kadar satılmış olduğuyla, demokratik yönetimden ne kadar uzakta bulunduğumuzla yüzleşmek kötü. Yaralanan, ölen, kör olan insanları, saldırıları izlemek iç acıtıcı.
Yine de...
Hayatımda ilk defa bu ülkeden çok umutluyum.
İnsanlar bir anda medenileşti, açılımlarla bölünen halk bütünleşti.
Halk kendi içinde örgütlenerek harikalar yaratıyor.
Türkiye'de inanılmaz şeyler oluyor.
Üstelik de bir yandan şiddete maruz kalırken, bir yandan inanılmaz bir mizah kullanıyorlar.
Sürekli gözlerim doluyor, sürekli duygulanıyorum.
Asıl yönetmesi, açıklama yapıp ortalığı yatıştırması gereken insanlar, ortalığı karıştırmak, insanları kışkırtıp birbirine düşürmek isterken, insanlar birbirlerine daha çok kenetleniyorlar.





Bazıları inatla anlamak istemese de şöyle bir gerçek var, bu hiçbir partinin marifeti değil, bu insanlar ortak bir partiye mensup değil. Bu insanlar özgürlük isteyen, artık canına tak etmiş harika insanlar. Biri içkisini içerken, diğeri namazını kılabiliyor. Bu ülkede ilk defa Beşiktaşlı, Fenerbahçeli, Galatasaraylı, Göztepeli, Karşıyakalı, Kürt, Atatürkçü, türbanlı, ateist, içki içen, işçi, yükseklisans mezunu, ünlü, ünsüz, paralı, fakir fukara, yaşlı, genç, ülkücü, solcu, Türk, turist, fahişe, avukat, doktor, homofobik, transeksüel herkes bir arada aynı şeyi savunuyor.




Elbette ki, bu gruba dahil olmayan, polisin arkasına sığınıp, insanlara sopa sallayan veya evinde oturup olup biteni tasvip etmeyen bir grup var. Ama o grup bile, bu olup bitenin ne kadar inanılmaz olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Eskiden burnunun dibinde biri bıçaklansa, görmezden gelip yürüyen; hiçbir şeyini yabancılarla paylaşmayan bir topluluk olarak yaşıyorduk İstanbul'da. Şimdi insanlar evlerini hiç tanımadıklarına açıyor, camiiler revir oluyor, formayla yan yana dursa kan çıkacak taraflarlar kardeşlik pozları veriyor...

Bu aralar çok kitap okudum, hayatımda pek çok şey oldu, daha Londra keşiflerimden bahsedemedim. Ama şimdi sırası değil!

Bu direniş ile ilgili sorulacak çok soru, eleştirilecek çok şey, işlem yapılacak çok hukuka aykırılık var. Tek bir yazıya bunları sığdırmak da imkansız. Ben şimdilik, bayıldığım, harika olduğunu düşündüğüm şeyleri paylaşmak istiyorum. Hepsine yetişemem; ama bir kısmı, belki aralarında kaçırdıklarınız vardır diye, huzurlarınızda: 

Fotoğraflara göz atarken, dün Mr. Feelgood'un bana dinlettiği "Omuz Omuza" şarkısını arka fon olarak tavsiye ediyorum, Kanadalı grup Digits'ten, dinlemek için tık!




















CNN Turk'ten penguen belgeselinin tekrarını isteyen kişiyi  atladıyanız tık!

Uzun olmakla birlikte tarafsız ve güzel bir belgesel izlemek isterseniz de tık!

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Ben bu yapılanların çok masum olduğuna inanmıyorum artık. İki gece önce Beylikdüzü eylemcilerinin arasından arabamla geçerken çıldırmış bir eylemci çok acelem olduğu için sinirle geçecek yer arıyorum diye arabamın arkasından koşup ön camıma Türk bayrağıyla vurdu. Bunun iyi niyetli bir taciz olduğunu düşünmem mümkün değil.

Unknown dedi ki...

Harika bir özet geçmişsin kalemine sağlık! yaşananlar içler acısı, özgürlüklerinin kısıtlanmasına karşı direnenler çapulcu oldu,terörist oldu üçbeş kendini bilmez oldu oldu da oldu.. adam nuh dedi peygamber demedi, inatçı kindarlığına devam etti,olayları yatıştırmaya alttan almaya yanaşması gerekirken %50 yi evlerinde zor tutuyorum diyerek bilakis yine insanları ötekileştirdi,, neyse "anlıyorum ama konuşamıyorum, konuşuyorum ama anlatamıyorum, anlatıyorum ama dinletemiyorum, aha burama gelince çapulcu oluyorum, öfkemin % 50 sini zor tutuyorum" diyerek noktalıyorum..

Pinterest'im

Instagram'ım