09 Temmuz 2013

Ütopik Kasaba Kaş'ta Bir Haftasonu

Kışın ortasındayız, yazı her hücremizle özlüyoruz.
"En güzel deniz" diyoruz; ben Mikanos'tan şaşmıyorum, Mr. Feelgood Kaş'tan... "Ben Kaş'a hiç gitmedim." diyorum. O aylarda yeni yeni tanışıyoruz, ilk ay ben kalkıp Cenevre'den Zürih'e bir İsviçre turu yapmışım, ikinci ay bir haftasonluk Bolonya'ya kaçmışım. "Bu kadar geziyorsun, nasıl Kaş'a gitmezsin?!" diye şaşırıyor. O andan itibaren İz Tv'deki belgeseller ile annemin "Deniz, Kaş'ta başlar" lafı da iyice merakımı arttırıyor ve biz gerçekten altı aydan uzun bir süre Kaş'a gitme hayali kuruyoruz.



Benim ekime kadar işe başlamaya çok niyetim olmadığından, rahat rahat Kaş'a gideceğimizden eminiz. Derken ben işe başlıyorum. "Ertelemekle olmayacak, kısa uzun diye naz yapmadan gidelim" sonucunda cuma günü valizimle gidiyorum işe. Patronum da "Kaş'a aşık olursun." diyerek son gazı veriyor ve Kaş konusunda beklentim zirvede olarak, geceye doğru Antalya'ya ayak basıyorum.

Antalya'ya da şimdiye kadar her gidişimde, doğrudan bir 'herşeydahilotel' yolu tuttuğum için (en favorim için bkz: Adam&Eve) Antalya hakkında da hiçbir fikrim yok. Mr. Feelgood ile Kaleiçi'nin yolunu tutuyoruz, iki ayrı barda içkilerimizi yudumladıktan sonra, ömrümüzün sonuna kadar hatırlayacağımız bir çevirme atlatarak eve dönüyoruz. 


Sabah uyanıyoruz, büyük gün! Rüya evin harika balkonunda, Mr. Feelgood'un yolluk hazırladığı tostları mideye indiriyoruz ve benim "kahve kahve kahve" tutturmalarımı soğuk birer kutu Nescafe ile bastırarak Kaş'a doğru yola koyuluyoruz.



Yol çok kısa sayılmaz, üç saat kadar sürüyor; ama inanılmaz keyifli bir yol. Ya yemyeşil dağların arasından geçiyoruz, ya da uçsuz bucaksız görünen masmavi bir denize tepeden bakıyoruz.

Ve "Society you're a crazy breed. I hope you're not lonely without me." eşliğinde Kaş'a giriyoruz.






Çukurbağ yarımadasındaki Amphora Otel'de kalacağız, doğrudan otelimizin yolunu tutuyoruz. Resepsiyonda şimdiye kadar hiçbir otelde olmadığı kadar güler yüzlü karşılanıyoruz. Nereden geliyorsunuz, ne iş yapıyorsunuz, kaç gün buralardasınız gibi bir sürü soruya karşılık "Şükür, İstanbul'da tutuklanmamış avukatlar da varmış!" gibi politik bir espri bile alıyoruz. Odada mayolarımızı giyip, plaj çantalarımızı hazırlayıp, otelin kendi özel iskelesine gidip denize atlamamız kaşla göz arasında oluyor.



Deniz gerçekten inanılmaz! Tertemiz. Ne sıcak, ne de içinde uzun süre kalmayı engelleyecek kadar soğuk. Üstelik denizdeki insan sayısı o kadar az ki, ister sağa ister sola ister açığa ister kıyıya gönlünce yüzebiliyorsun. 

Daha o anda, daha hiçbir şey görmeden seviyorum Kaş'ı.





Denizden çıkıyoruz, buzlu bardaklarımız ile suyumuz bizi bekliyor şezlonglarımızın üzerinde. Saatlerce güneşleniyoruz, denize giriyoruz, sonra yine güneşleniyoruz, sonra yine yüzüyoruz. Denizde acıkır ya insan, hemen arka tarafımızda hamurunu aça aça leziz bir pizza yapıyorlar. Pizzalarımızı sipariş veriyoruz, iskelenin ucundaki masalardan biri hemen bizim için hazırlanıyor.



O günlük son defa yüzdükten sonra, odamıza doğru çıkarken, garson arkamızdan koşuyor, "Bir dakika, bir dakika! Siz denizdeyken karpuz kesmiştim, ısınmasın diye sizinkileri dolaba koymuştum. Buyrun!" Kollarımdan aşağı karpuz sularını akıta akıta ısırıklar alarak ve ilgiye şaşarak odaya çıkıyorum.

Biraz yatak keyfi, duş, süslenme sonrası Kaş merkeze iniyoruz. Ramazandan hemen önceki hafta olduğu için çok kalabalık olduğunu varsayıyoruz, Mr. Feelgood beni psikolojik olarak gittiğimiz mekanlarda masa bulamamaya sıra beklemeye filan hazırlıyor. Gidince anlıyoruz ki, boşuna! Çok şanslıyım; tam kıvamında bir kalabalık var. Yer bulma sorunu yok, sokaklarda rahat rahat yürünüyor; ama mekanlarda da masaların çoğu dolu.





İlk durağımız Bi Lokma. Mutfağını merak ederseniz, arka avluya çıktığınız zaman, pekala içeriye göz atabiliyorsunuz. Karınca gibi çalışan teyzeler var. Kalabalık bir misafir grubuna yemek hazırlanan bir ev gibi. İçerideki meze büfesinden istediklerimizi seçiyoruz, beşamel soslu kıymalı mantarlı leziz bir börek olan anne böreğinden de alıyoruz. Rakıları da doldurup, keyifle tıka basa da doyuyoruz. Yine garsonlar çok alakalı ve neşeli, mezeler de oldukça lezzetli. Böreklerimizden kalanları paket yaptırıp çantamıza attıktan ve Türk kahvelerimizi yudumladıktan sonra, Deja Vu'nun yolunu tutuyoruz.

Deja Vu aslında gün batımını izlemek için ideal adresmiş; ama onun için geç kalıyoruz. Bizim orada bulunma amacımız çılgın DJ: Ellili yaşlarda, Arctic Monkeys bile çalan bir adam. Mr. Feelgood, Shazam kullanabilmek için, bizi deniz kıyısındaki masadan, bara yakın bir masaya transfer ediyor hatta. Müzikler gerçekten çok güzel, Swimming Pool isimli kokteylim çok havalı.



Masaya biraz sonra bir Jamaikalı geliyor. Adam, Jamaika'dan atlamış İstanbul'a gelmiş, sonra da geze geze Olmpos'a ulaşmış, orada birkaç gün geçirdikten sonra Kaş'a ayak basmış. Kolyeler bilezikler satıyor, birisi içki ısmarlarsa kesinlikle kırmıyor, ama bilezik almasanız ve içki ısmarlamasanız bile sizinle anlaşılması pek zor İngilizcesi ile ayak üstü illa ki sohbet ediyor. Ki daha sonra gittiğimiz her yerde karşılaştık kendisiyle, haplanmış çılgın danslar yaptığını da gördük, güneşten kıpkırmızı kilometrelerce yol yürüdüğünü de...Ne acayip hayatlar var!

Deja Vu'nun ardından sokaktan sıcacık küllahlarda leziz birer dondurma alıyoruz, sahilde bir tur yürüyoruz, incik boncukçuları geziyoruz. Echo, bölgenin meşhurlarından bir başka bar, canlı müzik var. Birsen Tezelli günlerinden birine denk gelsem, cillop olurdu, ama ilgimizi çekmeyen bir müzik var, pas geçiyoruz. Kaş'ın en eskilerinden Mavi tıklım tıklım, oturacak yer bulamıyoruz.



Bir sonraki durağımız HiJazz oluyor. Klasikleşmiş rock parçalarının canlı jazz coverları çalınıyor, sokaktaki rahat koltuklarda otururken bile içerideki müziği keyifle dinleyebiliyorsunuz. Benim kafamın Kaş için yeterince güzel olmadığına takan Mr. Feelgood ısrarıyla, shot atmaya karar veriyorum. Menüden seçtiğim kamikaze, limon ve votkayla tam olarak bir kolonya! Kalkarken shotları içemediğimizi gören garson bozuluyor, yanınıza alın bu bardakları, yudum yudum da olsa için, diye tutturuyor.

Yolun sonundaki leş barda da bir bira için mola veriyoruz. Adı sanıyorum No:11 gibi bir şey. Leş diyorum çünkü, popüler olan veya bir zamanlar popüler olmuş, birbiri ile hiçbir alakası olmayan her şarkıyı ardı ardına çalıyor. Ya tarafımızda altmış yaşın üzerinde olduklarını düşündüğüm bir çift var, adamın kolu kadının omuzunda, sigaralarını içkilerini içiyorlar, hatta bazı şarkılarda kalkıp dans ediyorlar. Bayılıyorum onlara! 

Derken bir anda "Biber Gazı Oley!" çalmaya başlıyor, şok oluyoruz. Her mekanda ya girişe yazılmış bir Gezi Parkı sloganı, ya penguen posteri vardı zaten; ama gecenin bir yarısı bardaki herkesin hep bir ağızdan bağırmaya başlamasına yine de sürpriz oluyor.



Saat 5:00'e geliyor, son biramızla Helikopter Pisti'ndeyiz, Kaş'a tepeden bakıyoruz. İstanbul'da yaşamanın avantaj ve dezavantajlarından konuşuyoruz, böyle bir yerde yaşayabilir miyiz tartıyoruz.

Kaş'ın ütopik bir kasaba olduğuna karar veriyorum. Benim bildiğim tatil beldeleri ya çok popüler...Bunun sonucunda da çok kalabalık, çok pahalı ve çok kötü hizmetli. Yani gittiğiniz zaman evet güzel bir denize giriyorsunuz, evet harika restoranlarda yemek yiyorsunuz, evet leziz kokteyller yudumluyorsunuz; ama her taraf sıkış sıkış oluyor, korkunç bir servis alıyorsunuz ve çok para ödüyorsunuz. Ya da çok salaşlar... Güzel bir denize giriyorsunuz, bir de balık yiyorsunuz; ama bunlar dışında yapacak pek bir şey olmuyor, sıkılıyorsunuz. Kaş bunların birleşimi: Harika bir denizi var, herkes çok rahat bir kafada, bir sürü bar var, güzel müzikler yapılıyor ve her yerde güleryüzlü ilgili insanlarla karşılaşıyorsunuz.

(Ara Not: Kaş'ın keşfedilmesinden ve bozulmasından korkan Mr. Feelgood bu yazım yüzünden beni öldürecek stop!)

Sabaha karşı uyuyunca, uyanınca oteldeki kahvaltıyı çoktan kaçırmış oluyoruz. Çantadaki anne böreklerini mideye indiriyoruz, odanın dört yanına saçtığımız ıvır zıvırlarımızı toplarken. 

Ardında da Büyük Çakıl Plajı'nın yolunu tutuyoruz.





Otopark bedava, plaj girişi, şezlong şemsiye bedava. Ne yiyip içersen sadece onu ödüyorsun. Deniz yine şahane! Döne döne güneşleniyoruz, açıla açıla yüzüyoruz. 

Güneşlenme-yüzme döngüsüne yemek yemek için kısa bir ara veriyoruz, Ada Restoran'da leziz bir karides güveç mideye indiriyorum. Sonra tekrar...




Hatta saate bakmıyoruz, dalıyoruz, planladığımızdan biraz geç ayaklanmış oluyoruz. Saça şampuan, yanıklara krem, arabaya atlayıp, dönüş yoluna geçiyoruz.

Uçağa ucu ucuna yetişiyorum. Direksiyon sallamaktan bitmiş Mr. Feelgood ile tam olarak vedalaşamıyoruz bile. İstanbul'dayım.



Kaş'ı çok sevdim. Malesef. Orada bir yaz geçirilir. Geçirilen her günde ömrü uzar. Fotoğraflara baktım da, herkes ve her şey Kaş'tayken daha güzel!

13 yorum:

Unknown dedi ki...

tatil resimlere bakmaya kim doyar acaba insan baktıkça rahatlıyor 1000 tane resim olsa bıkmadan sıkılmadan bakarım siya ojelerinin rengi az solmuş canım )))dedektif olacakmışım beyaaa

Unknown dedi ki...

gıdesım geldı ne guzel anlatmıssın canımm

Unknown dedi ki...

Kısa hızlı ve hoş bir kaçamak olmuş:) Kaş'ı çok sevenlerdenim bende, öyle beş yıldızlı otel kaynamaz kaş, sade butik otelleriyle cam gibi berrak enfes denizi ile müthiş bir sahil kasabasıdır. Ayrıca kaş-kalkan mevkiinde bulunan patara prince oteli de şiddetle tavsiye ederim. Sevgiler,

Deniz Evin dedi ki...

Her şey harika görünüyor, çok iyi bir tatil ve fotoğraflar harika görünüyor çok sevindim sizin adınıza :)

seldanın mutfak defteri dedi ki...

Merhabalar canım,
Bloğunu çok beğendim ve izlemeye aldım. Bana da beklerim. Güzel paylaşımlarda buluşmak dileğiyle. Sevgilerimi bıraktımmmmmm.....:))))

zillosh dedi ki...

Dikkatinden korktum valla sekerim nereden gordun ojelerin rengini!! :)))

zillosh dedi ki...

Tesekkur ederim Deryacim, gidesin gelmekle kalma git derim ben, cok guzel! :)

zillosh dedi ki...

Aynen oyle, ah ne guzel betimlemissiniz kasi tel cumlede, tekrardan ozledim! :) tavsiye icin cookk tesekkurler, listeme ekliyorum oteli.

Sevgiler

zillosh dedi ki...

Cok tesekkur ederim. Kas cok guzeldi evet ama zaten tatil ruh halindeyken her sey herkes her yer cok guzel degil mi her zaman ;)

Sevgiler

zillosh dedi ki...

Merhabalar,

Yarinki yolculugumda blogu inceliyor, kendime leziz tariflee seciyorum. Evde yemek yapmak gelistirmem gereken bir aliskanlik zaten.

Lezzetli, keyifli gunler olsun ;)

Unknown dedi ki...

limanağzı, tekneyle kekova turu, yemek yemek için Zaika ve Tzatziki, Mercan rstoranın yanındaki el emeği göz nuru tabak çanak satan butik ve tabi ki Kaputaş plajı, 1 kez denize girmek için bile olsa Kalkan'a gitmek... Aşığım Kaş'a

Adsız dedi ki...

Merhabalar,
uzun zaman once hangi blog sayesinde hatirlamiyorum bi sekilde ulasmistim blogunuza ve tekilip kalmistim. tam yaz tatili oncesi bu kas yaziniz ilac gibi gelmisti bana, cunku yazin kacamak yapacak bi yer ariodum. neyse hic kas'a gitmemis biri olarak yaziyi okudum butun gidilecek yerleri not ettim ve yazi bekledim. ve agustos sonunda ben ilk defa kas'a gittim , cok sevdim coookkkk. plajlarinda gunese cakila kuma patara'da dalgalara, bi lokmada raki balik anne boregine, buyuk cakil'daki ada restoranin misafirperverligine, sakinligine, kas kalkan gecelerine, kaputas'in sabah 8deki sakinligine, hepsinin tadina bakip ama doyamadan geldik...sizin yazdiklariniz resmen rehber oldu bana. supersiniz , bi kez daha tesekkurler, sevgiyle kalin!
Sultan/Strasbourg

zillosh dedi ki...

Sultancım nasıl mutlu ettin beni bu yorumunla bilemezsin! =))

Senin yazdıklarını okurken burnumda tüttü Kaş, bir kere daha özledim.

Benim keyif aldığım bir tatil anılarının, sana keyifli bir tatil ilhamı olmasına çok sevindim.

Keyifle, sevgiyle kal!
Sevgiler

Pinterest'im

Instagram'ım