11 Ağustos 2013

Deniz altında geçen bir bayram

The XX konseri ardından kafam güzelce eve geliyor, üstümü bile değiştirmeden salondaki kanepede bir saat kadar kestiriyorum. Çalan alarmlarla kendime geliyorum, çantama babama aldığım terliği, kardeşime aldığım çizgi romanı sıkıştırıp, evden çıkıyorum. İstikametim önce Sabiha Gökçen, ardından İzmir ve son olarak Karaburun. O kadar uykusuzum ki,  Havataş ve uçak yolculuğu boyunca baygın bir şekilde uyuyorum. 

Haritayı önüme açıp, gözüme Karaburun'u kestirip, tek başıma bayram bahanesiyle yollara dökülmüş değilim. Şeker Bayramlarında ailece tatile çıkmak gibi bir ritüelimiz var. Geçen sene cruise ile Yunan Adaları turu yapmış, bu seneki bayramda da tekrardan Midilli'ye gitmeye karar vermiştik aslında.

Gelgelelim, babam, her emeklinin hayali, "Ege'de bir sahil kasabasına yerleşme"yi hayata geçirmek için, arabasına olmazsa olmaz eşyalarını doldurup, aklındaki arazi veya eski taş evi bulmak için, Ege sahil hattında dolanmaya başladığında, Karaburun'u keşfedince planlar değişti. Arazi/ev arayışlarının üssü olarak kullanmak üzere geçici olarak burada bir eve taşındı. Biz de Midilli'den vazgeçip,  "Hiç gitmedik Karaburun'a da, hazır ev varken, hadi oraya gidelim." dedik. Babamın kardeşimle bana yaptığı "Buraya gelirseniz, dalış kursu ısmarlıyorum size." teklifinin de bu kararı kolaylaştırdığını inkar edemem :)

Bayramın birinci günü, Karaburun'a ayak basar basmaz, daha etrafta hiçbir şey görmeden, Karaburun Dalış Merkezi'ne adım atıyorum. Sanıyorum ki, böyle ticari kurs kafasında hiç tanımadığım onlarca insanla birlikte bana yarım yamalak bir şeyler öğreten bir etkinlik olacak bu kurs. Hayatımdaki en güzel yanılgım olabilir; Berkay Hoca o gün boyunca kardeşim ve benle ayrı ayrı ilgileniyor. Zaten ortalıkta sadece biz varız bir de dalış merkezinin köpeği Boncuk...

Öncelikle kullanacağımız aletleri tanıtıyor, her birinin özelliklerini ve nasıl kullanıldığını anlatıyor. Kulak tıkanması, gözlüğe ve regülatöre su dolması gibi yaşanması muhtemel problemlerin çözümlerini öğretiyor, su altındaki iletişim işaretlerini gösteriyor, bunlarla ilgili videoları izletiyor, grafikleri gösteriyor, biz biraz sıkılıp esprilerle işi cıvıttığımızda ara verip bize katılıyor ve ilk dalış için bizi giydiriyor. 

Ben tam bir su insanıyım, yıllarca lisanslı yüzücülük yaptım, denizde açılmaktan derinlikten şundan bundan korkmam; ama ilk dalış çok acayip. Burnu hiç kullanmıyor olmak beni çok zorluyor, regülatörden aldığım hava sanki yetmeyecekmiş ve nefessiz kalacakmışım gibi geliyor. Ama diğer yandan su altı inanılmaz; öyle üç beş dakika serbest dalış yapmak gibi değil, balıkların peşinden dakikalarca gidebiliyorsun, deniz gözlüğü ile yarım yamalak, renksiz ve bulanık gördüğün her şey tüm canlılığı ile parmaklarının ucunda oluyor. "Burnumu kullanmamak beni zorlayacak; ama bu işe varım, eminim" diye düşünerek çıkıyorum ilk dalıştan.



Sonra karadaki teorik eğitim devam ediyor. Tüpün biterse veya regülatörün bozulursa, birlikte daldığın kişinin yedek regülatörünü nasıl kullanacağın, aynı regülatörden nasıl dönüşümlü soluyacağın gibi ,ilk duyduğumda "Yok artık!" tepkisini verdiğim şeyleri öğreniyoruz. Ve bu teorik bilgilerin uygulaması için tekrar dalıyoruz.

İlk gün 11:00'de başlayan dalış serüveni, 17:00'de bitiyor. Bütün takımı kurmayı, sökmeyi, belimize takılacak ağırlığı hesaplamayı öğrenmiş, videolarda izlediğimiz her şeyi su altında yapmış olarak ilk günü kapatıyoruz. Gece boyunca dalışta öğrendiklerimiz dışında bir şey konuşmuyoruz. 



Ertesi gün kahvaltıdan sonra tekrar dalış merkezinin yolunu tutuyoruz. Bir önceki günden farklı olarak çılgın bir kalabalık var. Eğitim alanlar kadar, bir gün önce görmediğimiz başka eğitmenler de var. "Tüp çok ağır, bunu taşıyamam." dediğim için tüpümü denize kadar taşıyan anlayışlı ve sabırlı Berkay Hoca, motordan düşmüş kolu kırık, bacağı yarık, dalış yapmasına imkan yok. 

Böylece ikinci gün hayatımıza Hasan Hoca giriyor. Her haftasonu İstanbul'dan kalkıp Karaburun'a geliyormuş, üstelik dalıştan sonra 16 saat uçağa binilemediği için karayolu ile. Adam, dalış tutkusunun somut ve ayaklı hali resmen. Yine oturup eğitim videolarını izliyoruz, sonra onunla dalıp bütün ekipmanı suyun altında üzerimizden çıkarıp yeniden giyme ve ağırlığı söküp takma pratiklerini yapıyoruz. Dışarısı cayır cayır ama suyun altı buz, titremeye başlayınca çıkıyoruz, tam teşekkül iki kat elbise giyip yeniden dalıyoruz. Hasan Hoca da süper tatlı, ama daha zorlayıcı. Maskeye gözlük dememi affetmiyor, tüp çok ağır taşıyamam nazlarıma kulak bile asmıyor. İkinci gün dalışları ve eğitimleri tamamlayıp karaya çıktığımda , neler yaptığımızı merak ederek oraya gelen babam şoka giriyor: Ben yorgunluktan dağılmış bir halde, 10 kilodan ağır  tüpüm sırtımda, taşlık yerden bir sağa bir sola yalpalayarak, devrilmeyeyim diye koluma girmiş hocayla sudan çıkıyorum. Babam Hocaya "Ne oluyor?! Ben kıymetlimi yük taşıması için mi yolladım size?!" diye takılıyor.


Üçüncü gün çok heyecanlı, temel eğitimler tamamlanmış, 18 metre final dalışımı yapacağım. Sabah kahvaltıdan sonra, biraz denizde yüzüp dalış merkezinin yolunu tutuyorum. Bu sefer eşlikçim, benden oldukça küçük, yıldızca çok büyük Emre. Artık ekipman hazırlığı, giyinmek, ekipmanları suya indirmek, kuşanmak, öyle beş saniyede olmasa da, "eyvah!" demeden ve panik yaşamadan yapılabilen şeyler. Bu, o ana kadarki en keyifli dalışım oluyor. Bir sürü balık görüyorum; inanılmaz güzel fosforlu renkleri olan papağan balığına bayılıyorum. Emre'nin yıkanıyormuş gibi yaparak bana ne olduğunu izah ettiği kocaman siyah bir süngeri mıncıklıyor ve denizin dibinden ayakkabı, bira kutusu, pet şişe ve naylon poşet gibi oraya ait olmayan şeyleri toplayıp çıkarıyoruz. 


O dalış ile emin oluyorum; bu, tek seferlik bir heves olamaz, inanılmaz bir dünya ile tanışıyorsun ve "tamam, gördüm, bitti" diyerek noktalamak imkansız. Daha o an, 29 Ağustos tatilinde nerede dalabilirim diye düşünmeye başlıyorum. O sırada Hasan Hoca ıslak elbisesi, muzur gülümsemesi ile dalıştan geliyor, "Yeniden dalmak ister misin?" diye soruyor. "Piyangodan para kazanmak ister misin?" gibi bir soru bu. Birlikte hiç dalmadığım Ümit Hoca da "Gözlerinden belli azotu almış bu, götürelim mağaraya" diye takılıyor bana. 

Saat 14:00'te, bir yıldız eğitimimi tamamladıktan yalnızca birkaç saat sonra, eğitim olmayan ilk dalışım için bottayım. Açılıyoruz ve bir mağaraya dalıyoruz, kocaman kırmızı bir deniz yıldızı buluyorum, elimde bir süre gezdiriyorum hatta. Mağaraya girmenin en güzel yanı ise bence çıkışı; delikten görünen, kabarcıkların göründüğü mavliliği izlemek çok keyifli. Sana eğitim veren biriyle ilk kalabalık dalışı yapmanın harika bir şey olduğunu da bu dalışta anlıyorum. İki gün boyunca denizde karada tatlı tatlı didiştiğimiz Hasan Hoca'nın varlığı bana inanılmaz güven veriyor. Teknede ağırlığımı takmama yardım ediyor, tekneden nasıl ineceğimi anlatıyor, suyun altında havamı ayarlayamayıp yükseliyor muyum, hemen elimden tutup çekiyor, dengeme yardım ediyor; yön gösteriyor, çok hızlanırsam paletimden çekip yavaş işareti yapıyor. Emin olamadığım bir anda, dönüp ona baktığımda devam işaretini alırsam rahatlıyorum. 

Motorda bir ayağımızı suya sallandırarak, ufak bir gezi yaptıktan sonra, dalış defterime bütün dalışlarım işleniyor ve ayrılık zamanı geliyor. Aslında ertesi gün de Karaburun'dayım ama uçakla döneceğim için son gün dalmam mümkün değil. Yalnizca birkaç gün önce tanıştığım insanlardan ayrılırken hüzünleniyorum. Hocalarım kadar orada bulunduğum sürece sohbet ettiğim insanlarla da sarıla sarıla, birbirimize el sallaya sallaya ayrılıyoruz.

"İstediğin zaman haftasonu atla gel, İzmir havalimanından alır getiririz seni buraya."  teklifi ne zaman hayata geçer bilmiyorum; ama aklımın bir köşesinde öylece durması bile güzel.


Bu kadar uzun bir yazı okumak istemeyenler için kısa kısa notlar:

-Bu dalış serüveni kesinlikle, son zamanlarda yaptığım en güzel şeyler arasında ilk üçte yer alır. En az başka bir ülkeye seyahat etmek kadar yeni, heyecanlı ve yabancı bir aktivite. Şiddetle tavsiye ediyorum.

- O dalış kıyafetleri içinde erkekler inanılmaz taş gibi görünüyor, vücudu toparlıyor, sarıyor. Kollar, popo ve karın nefis oluyor. Sırf göz ziyafeti için bile bu sporu hemcinslerime tavsiye ederim.

- Dalış eğitimi almak için inanılmaz bir arzunuz yoksa bile, karar vermek için deneme dalışını yapın, hiç bir kaybınız olmaz, kararınızı deneme dalışından sonra verin.

- Eğitim almaya karar verdiyseniz, havuzda değil, denizde eğitim veren bir kurum seçin kendinize. Çünkü hemen öyle dalıp, yüzmeye başlayamıyorsunuz, sıkı bir eğitim var. Eğer ben o eğitimleri havuzda alsaydım, deniz altı gibi sağımda solumda ilgi çekici şeyler olmasaydı, muhtemelen sıkılıp vazgeçerdim.

- Küçük samimi bir yer bulabilirseniz eğitim için, tadından yenmez. Birebir eğitim aldığım, eğitim almadığım zamanlarda dahi orada vakit geçirmekten hoşlanacağım kadar rahat, matrak kişiler tarafından işletilen Karaburun Dalış Merkezi'ni şiddetle tavsiye ederim. İzmir'e iki saat uzaklıkta. Buraya yolunuz düşerse de, hepsine çok selamımı iletin. İletişim bilgileri için tık.

Not 1: Eğer hali hazırda dalıyorsanız da, çaylak bana İstanbul çıkışlı turlar hakkında haber uçurursanız, çok mutlu olurum. Ve yazıda terimler konusunda bir hatam var ise affola.

Not 2: Dalıştan bahsettiğim anda adını anmaya söz verdiğim, bu maceramı hem organize hem de finanse eden babam, en kral sensin! :) 

3 yorum:

sebuş dedi ki...

Süper! benim havuzda denediğim bir aktivite bu:)denizde yapması henüz kısmet olmadı ama denizde dalış, o görsel şölen içerisinde dolanmak eminim muhteşemdir..

zillosh dedi ki...

Sebuş,

Şiddetle tavsiye ediyorum. Hatta yıldızını kaptıysan ve niyetlenirsen yakınlarda bir Kaş dalış turu yapılacakmış, ben niyetliyim, seni de haberdar edebilirim.

sebuş dedi ki...

Teşekkürler neden olmasın:) Ama öncesinde kurs almak gerekmiyormu?

Pinterest'im

Instagram'ım