29 Ekim 2013

Roma'da kahvaltı, Napoli'de pizza, la dolce vita!

Roma'da ilk sabah...
Gece çok geç yatmış olsak da, sabah 8:00'de kurduğumuz alarm ile uyanarak güne başlıyoruz. Üzerimize rahat bir şeyler geçirip, mümkün olan en hafif sırt çantalarını hazırlayarak odamızdan çıkıyoruz. Duty free ganimetimiz rujları deniyoruz.

Bir önceki gece geç geldiğimiz için yapamadığımız otel check-in'i yaptırmak için yan binaya geçiyoruz, kadın annemin pasaportunu alıp doğum tarihini görünce, "Aaa, bu sizin doğum günü tarihiniz mi gerçekten? Ne kadar genç görünüyorsunuz!" diyor şaşırarak. Annem mest, ben de "Anasına bak, kızını al, lafını ciddiye alan varsa yaşadım." diye gülüyorum içimden.


Kahvaltımız, otelin anlaşması kapsamında Via Palermo'nun tam köşesindeki cafede. İtalya'dayız, kahve sevenler için güne en başlanılası şehirde... Kahvenin tadı da, kokusu da şimdiye kadar gittiğim başka hiçbir ülkede olmadığı kadar güzel. Kahvemize leziz hamur işleri eşlik ediyor.




İtalya'daysanız,  kremalı kruvasan ve cappuccino'dan oluşan kahvaltıya kendinizi hazırlayın, her şehirde bu böyle. Ayrıca sakın kahvaltı dışındaki öğünlerde sütlü kahve veya cappuccino ısmarlamaya kalkmayın, ben yaptım, "You shall only drink cappuccino, caffé latte, or any milky form of coffee in the morning, and never after a meal." diye azarı yedim. 

Yeni fotoğraf makinemi kurcalamak ve ona alışmak için, Termini'ye (Tren İstasyonu) yürürken gördüğüm her şeyi çekiyorum. 







Termini'den Napoli'ye giden tren biletlerimizi alıyoruz. İkinci sınıfta yer kalmadığı için, birinci sınıftan, kişi başı 34 euro. Tren istasyonlarındaki makinelerden bilet almak oldukça kolay, İngilizce dil opsiyonu mevcut. Sadece şöyle bir sıkıntı var; koltuk seçimi opsiyonu sunsa da, makineden aldığınızda değil yan yana koltuklara, farklı carozza (vagon)'ya bile düşebiliyorsunuz. Makineden alıp da, iki yan yana koltuğa kavuşabildiğimiz hiç olmadı bizim. Ya upuzun bir sırayı bekleyip bilet gişesinden alacaksınız biletinizi, ya da yan yana oturup oturduğunuz koltuğun sahibi gelince durumu izah edip biletlerinizi değiştireceksiniz. 


İki saatin sonunda Napoli'ye varıyor trenimiz. Tren istasyonundan görünen Napoli, şimdiye kadar gördüğüm en döküntü ve varoş İtalya şehri. Vagondaki diğer yolcular kameramı ve çantamı gösteriyor, dikkat edin bunlara diyorlar. O yüzden bu seyahat için aldığım Kanken'im önümde asılı geziyorum bütün gün, Napoli tarzım bu.

Trenden iniyoruz, açlıktan ölüyoruz, aklımızdaki ilk şey "Da Mighele"de pizza yemek. Julia Roberts, "Eat, pray, love" filminde burada pizza yediği için var olan ünü daha da artmış bir pizzacı Da Mighele.

Elimizde adres yok, harita yok, istasyonun önündeki polise soruyoruz. O da bir anneme, bir bana bakıp bakıp "Anne? Kız?" diyip duruyor.


Neyse sonunda, öğreniyoruz adresi. İstasyondan çıkıp dümdüz gidiyorsunuz, karşınıza çıkan heykelden sola yol devam ederken sağdaki sokaklardan birinde. Kime sorsanız biliyor. Zaten, Da Mighele'e ulaştığınızı önündeki sıradan da anlayabilirsiniz.



Diğer pizzacılar sinek avlıyorken, Da Mighele'in kuyruğu trafiği kesiyor. Sıra numaramızı alıyoruz 95! Önümüzde bekleyen 20 kişi var; ama neyse ki hızlı ilerliyor. Sıra numarasını sadece İtalyanca söyledikleri için, 95'in italyancasının "noventa cinque" olduğunu öğreniyoruz bu vesile ile.




Kapıda beklerken, ekibin güzel bir fotoğrafını yakalamaya çalışırken, yakışıklı ve fırlama garson beni fark edip, İtalyanca bir şeyler söylemeye başlıyor. Rahatsız mı oldu acaba, ne diyor diye düşünürken, kolumuzdan tuttuğu gibi bizi mutfağa alıyor ve o günkü en harika kare ortaya çıkıyor. Üzerimdeki beyaz yakalı t-shirt ile ekibin bir parçası gibi değil miyim? : ) 



Pizza konusunda sadece iki seçenek var ve buradakiler şimdiye kadar yediğimiz pizzalara hiç benzemiyor. Peyniri çok az, hamuru yumuşak ve domates sosu tazecik. Lezzetten ölüyoruz. İki kişi tıka basa doymanın bedeli sadece 10 euro.




Yediklerimizi hazmetmek için Napoli sokaklarında dolanmaya başlıyoruz. Dikkatimizi en çok iki şey çekiyor: 1) Burada herkes çok renkli giyiniyor. Neon neon neon. 2) İnanılmaz güzel çocuk kıyafetleri satılıyor. Annem, anneanne olduğunda tekrar Napoli'ye gelmeye karar veriyor.







Sonra biraz tehlikeyi göze alarak, ara sokaklarda gezinmeye başlıyoruz. Çok acayip, çok renkli ve çok döküntü.





Yağmur yağmaya başlayınca, rastgele bir cafeye oturuyoruz. Espresso ve sigara keyfimize, çok güzel gitar çalan bir amca eşlik ediyor.


Durmak yok yola devam; istikamet Pompei! 

5 yorum:

Unknown dedi ki...

italya'da olmak bence en en en güzel şey. yazına bayıldım tatlım.

sebuş dedi ki...

Anne kız gezmek ve italya sokaklarını seninle yeniden keşfetmek ne hoş😉

sebuş dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Deniz Evin dedi ki...

Sezeenn yazının devamını sabırsızlıkla bekliyorum, bu arada yeni makineni güle güle kullan oh ne iyi artık daha çok fotoğraf paylaşıcaksın! öperim çok :)

zillosh dedi ki...

Guzellestirbeni,
Benim de sokaklarında olmaktan hep çok mutlu olduğum, gittikçe gidesim, kaldıkç kalasım gelen tek yer galiba İtalya :) çook teşekkür ederim.

sebuşcummm,
Annemle başbaşa ailenin diğer üyeleri olmadan çıktığımız ilk seyahat oldu bu bizim, çok sevdik! Ahhh ne mutlu bana, daha yedi şehir daha nenimle burada olacak :)

denizcim,
Çook amatörüm henüz, o yüzden bol foto geleceğini söyleyebilirim ama fotoların da güzel olmasını şimdilik sadece umuyorum. Önümde uzuuuun bir eğitim ve pratik süreci var malum. Öperimm

Pinterest'im

Instagram'ım