26 Kasım 2013

toskana 2: take me up to the siena city where the girls are hot n horses are speedy

"Şarabı ağzında şöyle bir gezdirdiğinde yoğun olan tadı dilinin ön kısmı alıyorsa şarap tazedir, arka kısmı alıyorsa şarap daha yaşlıdır."

Ön taraf mı tadı aldı, arka taraf mı derken, biz şaraplardan bir yudum tadıp bırakmak yerine lıkır lıkır içtiğimizden Siena'ya çakırkeyiflik mertebesindeki kafalarımızla ulaşıyoruz. 



Guns n roses'den uyarlanmış "take me up to the siena city, where the girls are hot n horses are speedy. oh won't you, please take me home." diye şarkısı bile olan II Palio isimli geleneksel at yarışı yaz aylarında düzenlendiğinden, şehirdeki aktivitemiz izlemek değil, sokaklarını keşfetmek oluyor.



Piazza del Campo hayatımda gördüğüm en güzel meydan. Meydanları severim, fıkır fıkır insan kaynar, buluşma noktasıdır, mutlaka estetik bir heykeli, yeşilliği veya tarihi binaları vardır. Gerçi bizim Taksim Meydanı'nı istisna tutmak lazım artık. Tepeden bakınca bir çöl, ortasında durunca iğrenç uçsuz bucaksız bir beton olarak hayatımda gördüğüm tek çirkin meydan olmayı başardı. 

Ama Piazza del Campo şimdiye kadar gördüğüm hiçbir meydana benzemiyor. Merdivende veya düz betonda oturunca, bir süre sonra insanın poposu ve bacakları rahatsız olmaya başlar ya, hafif eğimli bu meydanın herhangi bir noktasında çok rahat oturabiliyor ve hatta yatabiliyorsunuz.



Meydan dokuz farklı renkli parçadan oluşuyor, Siena'yı 1292 ile 1355 yılları arasında yönetmiş olan Noveschi (The Nine) siyasi grubu tarafından, sembollerini ölümsüzleştirmek için yapılmış. Gençler, çocuklu aileler burada gruplar halinde toplanıp saatlerce oturuyorlar, sevgililer sarmaş dolaş yatıp güneşleniyorlar, turistler de yorulunca onların arasına katılarak dinleniyorlar. 







Daracık sokakları, heykellerle bezeli binaları, iştah açan şarküterileri ile filmlerin bizim aklımızda yarattığı İtalya tam olarak bu şehir. Zaten bildiğim kadarı ile Life is Beautiful'da Siena'da çekilmiş.

Roma şehrinin simgesi olan kurt, Siena'nın da simgesi. Bu konu hakkında şehirlilerin en sevdikleri efsane, Romalı iki kardeşin kurt heykelini çalarak, Siena'ya gelip bu şehri kurdukları...




"Ay ben tarihten sıkılıyorum. Öyle binalar filan da umurumda değil." diyorsanız, ara sokaklara sapın, şahane vintage butikler var. Hala sizi kesmediyse, mutlaka uğramanız gereken bir mağaza, Via Di Panteneto'daki Tiger. Sattıkları hiçbir şeye aslında ihtiyacınız yok, ama içeri girdiğinizde hepsine birden sahip olmak istiyorsunuz. Her şey tasarım, her şey ucuz. Aslında Kopenhag kökenliymiş, ama benim kendisi ile tanışmam Siena sokaklarına nasip oluyor.








Birer bira ile soluklandıktan sonra, yollarda denk geldiğimiz nefis antika arabaların peşine düşüyoruz ve Dante'nin İlahi Komedyası'nda anılan Di Monteriggioni'deyiz. 



Şehir ve sokakları çok keyifli ama kimse antik arabalardan ve eski filmlerden ışınlanmış gibi giyinmiş sahiplerinden başka bir şeye bakamıyor.





Toskana'nın köylerinde şarap üreten ve antika arabalara meraklı olanlar, düzenli aralıklarla buluşup Toskana'da tur atıp, sonra bir noktada toplanıp hep birlikte yemek yiyip bir şeyler içiyorlarmış. Arabaların hepsi gıcır gıcır, Monteriggioni'ye çıkan yokuşu da hiç teklemeden çıkıyorlar. 

Köylü diyince aklımıza gelen imajı sorguluyorum. Eğitimsiz, yokluk içinde, korkunç giyinen insanlar geliyor gözümün önüne. Ama öyle köyler var ki, köylüler şarap üretiyor, antika arabalar gibi merakları var. 




Kimbilir belki biz de her şeyi çok erken yaşayan, çok hızlı tüketen kuşak olarak bir gün bu megavaroşa dönüşen şehri terk edip köylere yerleşecek, organik beslenip, hobilerimizle ilgilenerek bambaşka hayatlar sürecek ve Türkiye'deki köy algısını değiştireceğiz. Bir gün... 

2 yorum:

Deniz Evin dedi ki...

Yine harika bir yazı olmuş Sezeenn öperim çok :)

sebuş dedi ki...

nefis! çok leziz! görsel şölen! hepsi bi arada,kalemine ve yüreğine sağlık,,

Pinterest'im

Instagram'ım