09 Ocak 2014

Uslu kadın? Beş para etmez!

Çok fazla roman okuduğumdan mı, birbiri ile hiçbir alakası olmayan insanlardan oluşan her telden bir arkadaş çevresine sahip olduğumdan mıdır bilmem, insan ilişkileri hakkında bilmiş bilmiş konuşurum sürekli. Sonra bir gün bir şey yaşıyıp da, "Fena yanılmışım." diye söylenerek bütün tükürdüklerimi yaladığım da olur gerçi.

Yine aynı şeyi yapacağım ve kadının uslu olmaması gerektiğini; şu hayatta ve özellikle bu ülkede kadının uslusunun çilekeş olmaya mahkum olduğunu savunacağım.


Uslu kadın dediğim ne oradan başlayayım. Sürekli sorumluluklarının bilincinde olan, kendisinin gerçekten ne istediğini hiç düşünmeyen, sürekli etrafındakileri mutlu etmek için didinen, mantıksız işlere kalkışmayan ve bir süre sonra ister farkında olsun ister olmasın bütün yaratıcılığını ve cilvesini kaybederek mutsuzlaşan, "Ben saçımı sizin için süpürge ettim.", "Ben senin için ne fedakarlıklar yaptım" gibi lafların binbir versiyonu ile etrafındakileri de mutsuz etmeye başlayan kadın modeli.

Tersinden kastım her önüne gelenle yatıp kalkan, şuursuz, işi gücü olmayan ve hayatta dikiş tutturamayan kadınlar değil, onlar kayıp olarak farklı bir kategoride. 


Bir de ruhu olan kadınlar var. Aklına estiğini yapan, sabah toplantıda topuklu ayakkabıları ile ciddi mevzular konuşan o değilmiş gibi,  karşısındaki adama sinirlenince şarap kadehini üzerine boca edebilen, ellilerini devirip çoluk çocuğa karışsa bile hala oyuncu olan, bir şeyleri merak eden, kusura bakma kocacım bu akşam yemek yok benim bilmemne kursum var diyebilen, kendi hayat sıkıntılarını bile gırgıra vurabilen kadınlar... Zorlayarak, yapmacıktan değil de, gerçekten böyle olan kadınlar...

Ben hayatımdaki son bir kaç senede o kadar fazla değişim yaşadım ki, ruhsal savrulmalarımdan dolayı dönem dönem her ikisi de oldum. Bilerek isteyerek değil, hayat beni o yöne savurduğundan... 

Hatta içimde iki kadının var olduğuna inanıyorum. Sürekli kavga eden, sürekli biri baskın çıkmayı başaran iki kadın... Eyvah, sonunda sizofren oldu demeyin hemen, dinleyin bir :) 



Bir tanesi düzenli ve disiplinli. Çalışmaya, kendini geliştirmeye bayılıyor. Sağlıklı beslenen, evde yemekler pişiren bir kadın. 

İdealindeki hayatta muhteşem dekore edilmiş bir ev, bir koca ve mümkün olduğunca çok çocuk var. Evcil ve dengeli. Hayatında işi ve ailesi olduktan sonra mutlu olabileceğine inanıyor. Bunlar için hayatındaki her şeyi feda edebilir. 


Diğeri de tam tersine pervasız, gelecek umurunda değil, bugünü nasıl en keyifli yaşar onun derdinde. "Sağlıklı yaşamı boşver ya, sabaha kadar kafamızı yapalım, keyfimize bakalım."cı. Hiçbir  şeyi ince eleyip sık dokumuyor. O yüzden kimseye kızmıyor, alınmıyor. Kafası atarsa ağız dolu küfredip gidiyor. Yaratıcı ve meraklı. Yazı yazıp, fotoğraf çekerek dünyayı dolaşmak istiyor. Kariyer, ev, yatırım can sıkıcı şeyler.

İkisi arasında bir denge kurabildiğimde çok mutlu oluyorum. İlki ajanda tutuyor, çok planlı, işte başarılı, çalışkan çünkü; ikincisi de hayatımın bunlardan ibaret olmasını engelliyor. "Tamam çalıştın bitti. Hadiiii sokak sokak" diye tutturuyor. 

Patronum bazen "Senin ikinci bir hayatın olduğunu düşünmeye başladım,bazen yok oluyorsun" diye takılıyor bana. Ona ifade edemiyorum tabii; ama işte o anlar bu ikinci kadının dizginleri ele geçirdiği zamanlar.

Avukatlık yapmam, yüksek lisansın peşinde koşmam, daha az para harcayıp ev alayım yatırım yapayım planlarım ilkinin; fotoğraf kursuna yazılmam, bu blogu yazmam, sürekli bir şeyler keşfetmenin peşinde olmam, sık sık seyahate çıkmam ikincinin işi. 

Ama denge zor iş. Hayatımdaki değişen faktörler dengeyi zorlaştırıyor. Belli dönemlerimde biri baskın çıkıyor. Ve açıkça söyleyebilirim ki, ikincisi baskın olduğunda hep daha çok prim yaptım. Özellikle erkeklerle ilişkilerimde...


Çünkü insan her şeyi planladığında, kendisi karşısındaki için bir şeyler yaptığında beklenti başlıyor. Oysa ki adam, o zaman seriyor, öküz genlerini ortaya çıkartıyor, tembelleşiyor. Nasıl olsa o bir şey yapsın veya yapmasın, işler yolunda gidiyor. Ne zaman ki beklentin olmuyor, canın istediği için, canının istediği şeyi yapıyorsun, adam plan yapmıyor mu senin başka planın var mesela, mutsuzsan alttan almıyor musun, o zaman adama bir şey oluyor. "Başarma" hırsı gibi bir duyguyla, bir anda bambaşka ve seni mutlu etmek için uğraşan bir adama dönüşüyor. 

Ve anladığım kadarıyla bu bilinçsiz bir şey, aslında her şey yolunda giderken öküzleşmesinde de kötü bir niyet yok, odağı kayıyor sadece, uğraştırmayan şeylere ilgileri azalıyor belki de...


Yüz yıllar önce kesip sakladığım köşe yazılarını ayıklamaya başladım. Onların arasında bulduğum iki yazı beni bu konuya sürükledi.

İlki Tuğba Akyol'un "Biz mutlu bir aileyiz"i. Plajdaki tipik bir Türk ailesini anlatıyor. Bir adam, bir kadın ve bir çocuk. Adam ve çocuk ha bire bir şey istiyor kadından. Kadın kalkıyor, oturuyor, tekrar kalkıyor, çocuğa topu veriyor, adamın sigarasını buluyor, bölünüyor da bölünüyor. Herkse ve her şeye yetişmeye, üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmeye çalışıyor. Adam sürekli emir kipinde: Çabuk olsana ya! Versene şunu! Niye koydun onu oraya! Çocuk ağlıyor, ilgilensene!... 

Yazı şöyle bitiyor: "Nasıl bir hayat bu? Nasıl anlatılacak eşe dosta o günün hikayesi? Ailece kumsala gittik, güneşlendik, denize gittik, aman da ne çok eğlendik. Biz mutlu bir aileyiz, öyle mi?"

Pakize Suda ise, 

Hanım hanımcık kadın sadece eve koymak için lazım oluyor erkeklere. Çocuk, çorba, çorap vs. Zaten eve koyup, akabinde de sokağa çıkıyorlar. Kadın dediğniz fingirdek olacak. Yani erkek açısından. Hayatı kolaylaştırmak istiyorsa kendi açısından da... Terfi edenler, hoş görülenler, şımartılanlar, el üstünde tutulanlar, elinden tutulanlar onlardır, diyor. 



Fingirdeklik kısmına çok katılmasam da, ben "neşeli" ve "kendini düşünen kadınlar"ın bu hayatta her zaman avantajlı olduğuna inanıyorum. Görev kadını olmak için yırtınan ve yaranmak için kendi kendini hırpalayanlara bir bakın, bakımsız, huysuz ve mutsuzlar. Her şeyi tam yapınca, herkesin gönlünü hoş tutunca, kimse sizi mutlu etmek için uğraşmıyor. Gerçekten... 

İronik belki ama mutsuz insanları kimse daha mutlu yapmak için uğraşmıyor, tam tersine uzak durmaya kaçmaya başlıyor insanlar. Ama kendi istekleri doğrultusunda, belli kişisel kuralları çerçevesinde canının istediğini yapan ve mutlu olan kadınlara karşı herkesin hoşgörü ve ilgisi daha fazla oluyor.

Diyeceğim şudur ki, olduğunuzdan başka biri olmaya çalışmayın. İçinizde keyfine düşkün, bazen yaramaz bir kız çocuğu varsa, bastırmayın onu. Bırakın başkalarını düşünmeyi, mutlu olun. 



Focaulttu galiba, kimsenin sizi mutlu etmesini beklemeyin, kendinizi yalnız siz mutlu edebilirsiniz, siz mutlu olursanız etrafınızdakileri de mutlu edersiniz içerikli şahane bir kitabı olan kişi. 

Mutlu -ve biraz bencil- kalın! :)

3 yorum:

Küçük cezve dedi ki...

Süper yazı

tyChemineRva dedi ki...

ikinci fotograf nerden?

zillosh dedi ki...

Küçük Cezve,

Çok teşekkür ederim. :)

tyChemineRva,

Orijinal kaynağını bilmiyorum, Pinterest'te gezinen harika şeylerden biri :)

Pinterest'im

Instagram'ım