01 Ocak 2014

Hayat bana düşünmeyi öğretti, fakat düşünmek bana yaşamayı öğretmedi.*

Herkes gibi benim de iyi ve kötü olduğum konular var ve kendimde en iyi bulduğum şeylerden biri inancım. 

İnanç ile din çoğu zaman özdeşleştirilse de, benim kastettiğim şeyin din ile hiçbir bağlantısı yok. Benim inancım daha ziyade, küçük şeyler ve hayallerim aracılığı ile hayata dair oynadığım bir oyun. 

Bunu ne zaman nerede yapmaya başladığımdan emin değilim, ama üniversiteye hazırlanma marotonuna başladığım lise yıllarında olduğunu sanıyorum. Matematik konusunda çok kötüydüm ve İstanbul'da istediğim hukuk fakültelerinden birini kazanmak için en az 35 matematik neti yapmam gerekiyordu. Deneme sınavlarında çıkardığım net sayısının 10 civarında olduğunu düşünürsek, umutsuzluğa kapılmam çok olasıydı. O dönem çok zor bir dönem, o yüzden umutsuzluğa hiç kapılmadım desem yalan olur, ama geceleri ders çalışırken, bazen mola verip balkona çıkardım ve şehrin manzarasına bakardım. İçten içe bilirdim, birkaç sene sonra İstanbul'da yaşayacağımı ve bu şehre sadece ziyarete geleceğimi. İnanırdım çünkü... 


Yılladır, istediğim şeyleri, olmuş gibi gözümde canlandırmaya başlıyorum ve bu hayallerimi o kadar detaylandırıp netleştiriyorum ki, o hayaller bir süre sonra gerçeklik kazanmaya başlıyor. O noktadan sonra "Keşke şöyle olsa..." bitiyor benim için, gerçekten öyle olacağına inanmaya başlıyorum. 

"Sezen sanki hep mutlusun, hep neşelisin. Nasıl oluyor bu?" diye soranlar oluyor. Elbette ki hep mutlu ve neşeli değilim. Yorgun, cadaloz ve keyifsiz olduğum günlerim oluyor; ama geçiyor. Çünkü hep ertesi günler için böylesine detaylıca kurarak olacağına inandığım şeyler var, güzel şeyleri tasarlıyorum ve bunların gerçek olacağını biliyorum. 



Work&travel ile Amerika'ya gittiğimiz sene, bestseller olarak patlayan bir kitap vardı, Türkiye'de de aynı etkiyi yapıp ortalığı kasıp kavurduktan sonra unutulup gitti: The Secret! O kitap kimsenin hayatında derin bir iz bırakmamış olabilir; ama ben o kitap ile fark etmiştim, benim yıllardır yaptığım şey daha acemice de olsa, kuantum uygulamasıydı.

Bu Secret olayına palavra olarak bakanlarla yaptığımız sohbetlerde hep "Kaybedeceğiniz bir şey yok, deneyin." derim ve hep aynı hikayeyi anlatırım: Amerika'da Six Flags eğlence parkında çalıştığım sene, Amerika'da kalış vizem çalışma iznim ile bağlantılıydı ve çalıştığım yerde yaşayacağım aksilikler, çalışma iznimin iptali sonucu doğuruyordu ve haliyle ülkeyi terk etmem gerekiyordu. 


Net hatırlamamakla birlikte, benim oradaki ikinci ayımda sanıyorum, beni bir eleman eksikliği nedeniyle, normalde çalıştığımın dışında bir yere birkaç günlüğüne transfer etmişlerdi. Transfer edildiğim yerde bana bence benim görev kapsamım içinde olmaması gereken temizlik işleri vermeye başladılar ve ben de yapmamak konusunda direndim ve böylece yapacaksın, yapmayacağım derken kıyamet koptu. Bir yönetici geldi, şu anda sana verilen işi yapmıyorsun, iş sözleşmemizi feshediyoruz, gibisinden bir şeyler söyledi. Yazılı bildirimler yapıldı falan filan, ben de Türkiye'ye dönmek üzere pılımı pırtımı toplama üzere, oradan çıkıp kaldığımız eve geldim. İşlerin nasıl yürüdüğünü bilen bir kaç kişi ile telefonda konuştım, "Bu durumdan kurtulabilir miyim?" diye. İmkansız olduğunu söylediler. 

Ağlaya ağlaya bütün eşyalarımı Türkiye'ye dönüş için valize doldurmaya başlamışken, böyle bir olay olmasa iki hafta sonra kızlarla Las Vegas'a tatile gideceğimizi hatırladım, daha çok ağlamaya başladım. Sonra bir anda vazgeçtim, bikinimi giydim, dolaptan biraları çantama attım, kitabım ile müziğimi alıp havuz başına gittim. Güneşlenmeye ve hayal kurmaya başladım. Moralim yeteri kadar düzelince, eve geri döndüm, o koca valizi bir kenara koyup, kıyafetlerimi tekrar dolaba yerleştirdim. İki hafta sonra Las Vegas'a götürmek üzere minik bir valiz hazırladım, Las Vegas konusunda araştırmalar yaptım. Çalıştığım yeri arayıp, hukuka aykırı davranıyorsunuz ben buraya bir program kapsamında görev tanımım belli olarak geldim, yaptığınız şeyle bütün sinir sistemimi mahvettiniz size manevi tazminat davası açıyorum filan gibi bir şeyler zırvaladım. Sonra da çalıştığım yerde benim çalışmamdan çok memnun olup, defalarca ödül vermiş bir başka müdürü arayıp durumu anlattım, yardım istedim. Ve inanmaya başladım, her şey yoluna girecekti, ben de orada çalışmaya devam edecek ve iki hafta sonra da Las Vegas'a gidecektim.

Elimde inancımdan başka bir şey yoktu. Ve ertesi hafta tavşan kulakları takıp, eğlence parkında baloncuk saçan bir su tabancasıyla dolanmak gibi çok daha harika bir görev ile işe geri döndüm, orada iki ay daha çalıştım. Ve sadece Las Vegas'a değil, San Francisco'ya ve hatta Meksika'ya bile gittim.


Bu sadece bir örnek ve daha onlarca örnek verebilirim. Bu dünyaya şanslı olarak geldim; harika bir ailede, ülke ortalamasının çok üstünde standartların içine doğdum. Bunu inkar edecek değilim, ama benim kadar şanslı olan pek çok insandan daha mutlu bir hayat sürüyor olmamı da inancıma bağlıyorum. 

Sadece güzel şeyleri kurgulayıp onların gerçek olacağına inanarak iki seksen yatın demiyorum, yanlış anlaşılmasın. Ama insan bir şeyin olacağına gerçekten inanırsa (sadece inanmak fiili ile cümleler kurmaktan bahsetmiyorum tabii), daha şevkli ve umutlu bir şekilde onun için çaba harcamaya başlıyor. İnanç ve çabanın birleşmesi de güzel sonuçlar veriyor.


Ben zaten şanssızım, benim kör talihim, şu hayatta başıma bir kere güzel bir şey gelsin, gibisinden sürekli sızlanıp duran insanlara çok kızarım ben. Tam da bu yüzden. Ve dikkat edin, bu insanlar bir süre sonra bahtsız, talihsiz, mutsuz olduklarına o kadar inanmaya başlarlar ve bunu değiştirmek için en ufak bir çaba harcamamaya başlarlar, sonuçta da bu insanların başına sürekli olarak olumsuz şeyler gelmeye devam eder.


New York'a gitmeyi planlıyordum, ama dolar kurunun uçması sonucunda bu planın bütçemi zorlayacağı açıktı. Neyse napalım, başka bahara diyebilirdim, demedim. Uçak bileti rezervasyonumu yaptırdım, tarihini netleştirdim. Ve ne oldu biliyor musunuz? Geçen hafta, bu blogtaki bir yazımı telif hakkımı ihlal ederek yayınlayan bir şirketten aldığım tazminat uçak bileti için gerekli olan parayı bana getirdi. :)

Yeni yıla başlarken, öylesine bir yazı yazmak istemedim. Şu hayata karşı elimdeki en büyük kozu paylaşmak istedim. Doğrudur, yanlıştır, katılırsınız, katılmazsınız o kısmı tamamen size bırakıyorum; ama denemekle hiçbir şey kaybetmeyeceksiniz.  

Hatta şu satırları yazan insanın milli piyangodan son üç rakamı da tutturmuş olması, belki inanmanızı kolaylaştırır. Çünkü ben inanıyorum ve 2014 harika bir sene olacak!

Dip Not: Amerika döneminden bahsedince, o döneme ilişkin fotoğrafları aradım evde, asıl aradığım Las Vegas fotoğraflarını bulamadım; ama 2006 ve 2007 yılından bir sürü fotoğrafımı bulmuş oldum bu vesileyle. Yukarıdaki fotoğraflar, yedi sekiz yıl öncesinden ben. Saçım kilom giyim tarzım çok değişmiş; değişmeyen tek şey gülümsemem olmuş. Buna çok mutlu olduğumu belirtmeden geçemeyeceğim.

Dip Not 2: Başlık, Dostoyevski'den alıntıdır. 

2014'e kendinize ve hayatınızda harika şeylerin olacağına inanarak başlayın!



5 yorum:

piktobet dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Zeynep dedi ki...

Harikasınız :)

Unknown dedi ki...

içimi umutla kapladınız yazınızla...hep çok güzel şeyler olsun hayatınızda

bahar dedi ki...

Süper bir yazı olmuş bence, insana kesinlikle umut veriyor, umarım hepimiz için süper bir yıl olacak

Tns dedi ki...

uzun süredir görüşmüyoruz seninle ama yakın zamanlı muhabbetlerimi yazılarında bulunca sanki onları senle konuşmuşuz gibi hissediyorum :)enerji konusuna inanıyorum. hep şansız olduğunu düşünüyorsan yakaladığın ufacık mutluluklara sıkı sıkıya bağlanıyorsun, bağlandıkça itiyorsun, ittikçe kendini daha şanssız hissediyorsun tam bir kısır döngü. o kısır döngüden kurtaracak tek şey pozitif düşünce bana göre. yalnız kötü enerjiye de inanırım ben bu yüzden pek teşhir etmem planlarımı, şanslı ve güzel anlarımı. sanırım senle aramızdaki tek fark bu :)

Pinterest'im

Instagram'ım