07 Ocak 2014

- Ne iş yapıyorsun? - Ben mi? Ben zenginim.

Bazı insanlar bir mekanın müdavimi olmayı sever. Garsonlar onu bilsin, gittiğinde herkesle selamlaşıp ayak üstü hal hatır sorabilsin, kahve dediğinde "sade filtre kahve, yanında da sıcak süt" gibi uzun açıklamalar yapmasına gerek kalmadan istediği önüne gelsin, hesaplarda ona tanıdık hatırlı bir indirim yapılsın veya arada sırada "Bu da bizim ikramımız" diye bir şeyler konsun masaya ister.

Kulağa harika geliyor biliyorum, ama İstanbul'da işler malesef böyle olmuyor. Bir mekan keşfediyorsunuz, tam aradığınız yer. Yemekler lezzetli, kokteyller özenli, kahve mis kokulu, servis tıkır tıkır. Tamam diyorsunuz, artık buradayız. Bir iki gidiyorsunuz, gittikçe daha çok seviyorsunuz. Sonra pat diye popüler oluyor, sizin kimse yokken orada olmanız kimsenin umurunda olmuyor: "Rezervasyonuz var mıydı? Üzgünüm bu akşam doluyuz."larla karşılanıyorsunuz veya daha da kötüsü bütün o özen yok oluyor. Beğendiğiniz her şey aslında, tanına kadarki reklamlar kısmıymış, baktılar iş yapıyorlar, servis ve lezzet kötüleşmeye başlıyor.

İstisnalar elbette ki var ama çok azlar, gerçekten.

O yüzden ben, her zaman yeniyi denemekten yanayım. Yeni açılan mekanlarda "tamam biz olduk" güveni oturana kadarki dönem, bence o mekanın en güzel dönemi oluyor.

Bu nedenle her ay İstanbul konseptli İstanbul Life, Time Out İstanbul, Trendsetter İstanbul gibi dergileri okuyorum, İstanbul havadisi veren mail listelerine üye oluyorum. İçime sinenleri, Foursquare'deki listeme ekliyorum, bir yerde arkadaşlarımla buluşmaya karar verdiğimizde o listeye göz atıyorum "Şöyle bir yer var, ne dersiniz?" diyorum.

İstanbul mekanları hakkında yazdığım yazılara şöyle bir göz attım; pek çoğu artık yok, bir kısmı da yeni veya keşif olmaktan çıkıp herkes tarafından bilinen mekanlara dönüştü. O kadar yüksek bir değişim sirkülasyonu var ki, sürekli bir yerler kapanıyor, açılıyor ve yukarıda anlattığım gibi değişiyor ki, yazdığım mekan yazılarının izini sürüyorsanız, yakın tarihli olanları dikkate alın, gazete misali geçmiş tarihli olanlara pek itibar derim ben, yoksa kefil değilim :)


Gelelim yenilere ve aslında yeni olmamakla birlikte yeni keşfettiklerime:

Wolf Junior: Burası aslında bir waffle'cı, ama aklınıza bizim şimdiye kadar bildiğimiz şeker bombası waffle gelmesin. Çok daha geniş ve sıradışı bir waffle yelpazesi sunuyorlar size. Waffle hamburgerleri ve sandiviçleri, bir de herkesin mutlaka deneyin dediği mac - cheese isimli bir spesyalleri var.



Şişhane metrosu yakınlarına yerleşen bu yepyeni mekan, yüksek tavanı ve kocaman camları ile oldukça ferah. Dekorasyonu tavandan sarkan kavanoz şişesi içine yerleştirilmiş ampuller gibi eğlenceli detayların dışında oldukça sade ve alıştığımızın aksine masalar dip dibe yerleştirilmediği için içinizi açıyor.



Yemeklere gelirsek, biz mac-cheese çok methedildiği için bir tane ondan söyledik bir de humuslu zeytinli waffe sandiviç.... Mac - cheese, bir tabağın içinde eritilmiş peynirler ve hamur karışımı. Lezzetliydi, ama bence öyle anlatıldığı gibi olağanüstü bir şey değildi. Gelgelelim humus, salatalık, zeytin kombinasyonu, waffle hamurundan sandiviçin içine gerçekten çok yakışmıştı, onu çok ama çok sevdik.

"Tuzlu waffle?" diye önyargılı olmayın, ama menüden doğru seçim yapın.

Zorlu: İstanbul yepyeni bir alışveriş merkezine daha kavuştu. Alışveriş merkezinin kışın sıcak, yazın soğuk olmak gibi bir avantajı olmasını, ailelerin hem ev ihtiyaçlarını gidermek, hem çocuklarını oyalamak için alışveriş merkezini bir haftasonu etkinliği olarak görmesini anlıyorum; ama ben alışveriş merkezi insanı değilim. Evimin muhiti bana tüm mağazaları alışveriş merkezi konsepti dışında zaten sunuyor, bir tek kitap ve market alışverişi için işten eve dönerken sık sık Cityse uğruyorum.

Yine de yeni bir alışveriş merkezi açılınca merak ettiğimden Zorlu'nun yolunu tuttum. Zorlu'ya dair en sevdiğim şey Beymen oldu, çünkü gerçekten çok büyük ve kırtasiye, aksesuar, eğlenceli ıvır zıvırlar bakımından diğer Beymen mağazalarına kıyasla çok daha fazla seçenek var.


Zorlu'ya gelmişken Jamies Olivercığımızın, Jamies Italian'ına da uğramamazlık etmedim tabii ki. Yorumlar hep servisin çok kötü ve yavaş olduğu yönündeydi, ama ben servisten oldukça memnun kaldım; hızlı ve güleryüzlülerdi.

Yakın bir tarihte uzun bir İtalya gezisi yaptığım için ukalalık yaptığımı da düşünmekte serbestsiniz; ama iyi bir İtalyan restoranı olmadığını söylemeliyim.  Yediğim safranlı risotto İstanbul'da yediğim en ortalama risottolardan biriydi, üstelik rengi sapsarı olmasına rağmen safranın tadı sıfıra yakındı. Bir daha yemek yemek için gideceğimi düşünmüyorum. Bence en güzel yanı kadeh şampanya ve riesling servis etmeleriydi. İstanbul'da bu kadar çok mekan var, menülerinde kadeh şampanya ve riesling yok, sadece astronomik bir fiyata şişe açtırabiliyorsunuz. Alışveriş üstüne bir kadeh riesling yuvarlayıp sohbet etmek için güzel bir alternatif olabilir.

Mr. Feelgood ile evde film seanslarımız en sevdiğimiz aktivitelerden ve en son seçimimiz "La Grande Belleza"dan yana oldu. Bir zamanlar çok başarılı bir roman yazmış, ama yıllardır yeni kitap yazamayan orta yaş üstü bir yazarın hayatını anlatıyor bu film. Hayatını anlatıyor derken, bütün hayatını değil. Sadece birkaç gününe tanıklık ediyorsunuz. Sohbetlerine, gezdiği sokaklara, tanıştığı insanlara, yaptıklarına... Film Roma'da çekildiği ve başkarakterimiz Jep orta üstü bir gelir düzeyinde olduğu için hem şehir manzaraları, hem evler, hem kıyafetler tam bir görsel şölen filmde.

Filmin iyi mi kötü mu olduğu konusunda, Mr. Feelgood ile kavga bile ettik. Ona göre kurgu çok kopuk ve İtalya çok ön plandaydı. Bana göre film adamın aslında çok yazılacak konusu olmasına rağmen neden yazamadığını anlattığından o kadar fazla karakterin girmesi aslında tam olması gereken şeydi. Film beğenimiz çoğu zaman benzer çizgide olduğundan ve bu film konusunda iki uç görüşü savunduğumuzdan, size şiddetle tavsiye edemiyorum; ama gözlerinize ziyafet çektirmek isterseniz aklınızda bulunsun.


Bu filmi izlerken acıkınca ve canımız hep sipariş verdiğimiz şeyleri istemeyince, yemeksepetindeki puanları oldukça yüksek olan Midyeci XX'ten yana yaptık tercihimizi. Midye dolmalar oldukça lezzetliydi, siparişinizin yanında tekel siparişlerinizi de getirmeleri ayrı bir güzellik, aklınızda bulunsun.


Akaret'lere yeni açılan Hatay Antakya Mutfağı bir süredir dikkatimi çekiyordu, yogitam ile bir dedikodu faslı için tercihimizi oradan yana yaptık. Minik, sempatik bir mekan. Kahvaltılarının da güzel olduğunu söylüyorlar, onu denemeye henüz fırsatım olmadı; ama içinde 8 çeşit meze gelen meze tabağı ve zeytin salatası oldukça lezzetli ve doyurucu, fiyatlar uygun. Yalnız alkol ruhsatları yok, o mezeleri şöyle bir duble rakı ile yuvarlama hayaline kapılmayın.




Yeni mekanlardan bahseden bir yazıda Karaköy semtini anmadan geçmek mümkün değil malum. Dönüşümün en hızlı olduğu yer şu sıralar. Benim İstanbul'da kahve için en favori mekanım olan Karabatak da Karaköy'de. Yemek için gittiğimde ise Komodor'u çok seviyorum. Zeytinli ve incirli pizzası benim favorim.



Komodor'a gittiğimizde hemen karşısındaki steak house Baltazar'ı da gözümüze kestirmiştik ve sonunda gittik. Benim tavsiyem mix plate, içinde kaşarlı köfte, antrikot ve birkaç et çeşidi daha var. Hepsi oldukça lezzetliydi, ancak az pişmiş olarak geliyor, daha çok pişmiş istiyorsanız özellikle belirtmekte fayda var.





Çalan müzikler, servisin güzelliği ve dekorasyonuna harley motor koyanlara gönderme yaparcasına çok eski pıt pıt bir motor eklemeleri bizi tavladı. (Yazıdaki ilk fotoğraf da Baltazar'ın kapısından)

Pazar sabahı kahvaltısı ve kahvesi için alternatif bir önerim, Salacak Sahili Güzelleştirme ve Balıkçıları Koruma Derneği Lokali. Hemen arkasındaki Simit Sarayı'ndan kahvaltılıklarınızı alıp, burada oturup çayınız ve kahveniz ile, salaş ama Kızkulesi'ne karşı çok keyifli bir kahvaltı yapabilirsiniz. Önünde tabelası filan yok; ama mavi beyaz minicik bir klübe var sahilde, işte orası.

Karşımda tanıdığım en harika mimiklere sahip olan insan -babam- oturduğu için onu çekmekten mekanın fotoğrafını çekmeyi unutmuşum :))




Son olarak da Kadıköy'den bir mekan: Dunia. Yeni bir yer değil, ama menülerine yepyeni kokteyller eklemişler, ben tatlı içkileri seven biri olarak Bikini'yi beğendim. Ayrıca DJ kabininin yanında Shazam uygulaması açık bir pad olması, beğendiğiniz bir şarkı çalınca, gidip direk oradan Shazamlayabilme fikrini ben çok sevdim.


Keyifle, lezzetle ve keşifle kalın!

Dip Not: Başlık, La Grande Belleza'da geçen bir repliktendir. Yoksa o ben -henüz- değilim :))

Hiç yorum yok:

Pinterest'im

Instagram'ım