16 Mart 2014

Ancak bedenimle ruhum bütünlük içindeyse onu sevebilirim, bu yüzden öğle uykusu, yürüyüş, kendine ait zaman, dinlenme, mesafe, lüks ve tembellik denilen bakımları uygularım ona. *

Çantamda kitap olmadan evden dışarı adımımı atmadığımdan ve bunun bekleme anlarında agresiflikten patlamak yerine keyif almaya yaradığını düşündüğümden zaten birkaç defa bahsettim, tekrara düşmeyeyim. Seyahatlere çıkarken, özellikle de yalnız başımaysam, benimle birlikte gelen kitap konusunda oldukça eğlendiğim bir oyunum var: Gittiğim yer ile bağlantılı bir kitap seçmek. Gittiğim yer ile bağlantılı kitap derken, o şehri anlatan turistik el kitapçıklarını veya tarihini anlatan kitapları kastetmiyorum. Ya o şehrin sokaklarında geçen bir kitap bulmaya çalışıyorum, ya oralı bir yazarın kitabını, ya da o şehrin akla geçirdiği çağrışımları konu alan bir kitabı... 

Şimdiye kadar kendi kendime oynadığım bu oyunda en başarılı olduğum seçim, kesinlikle Berlin'e Sabahattin Ali'den Kürk Mantolu Madonna'yı götürmekti. 




Paris'in bana çağrışımı lüks olduğu için, Paris seyahatime de Thierry Paquot'tan Lükse Övgü eşlik etti. 



Kitap, lüksün sizin için ne olduğunu sorgulayarak başlıyor.  Rolex saat? New York'ta bir çatı katı? Louis Vuitton çanta? 

Yazar, lüks düşüncesinin bir hayli çeşitlilik gösterdiğini ve tartışma götürmez biçimde gizli ve değişken bir öznellik içerdiğini belirttikten sonra,  Jeremy Rifkin'in Erişim Çağı isimli denemesinden bahsediyor.  Bu denemede, malvarlığının, ayakta tutulması ve yıpranma payı çok pahalıya patlayan ölü sermaye olduğu ve ağa erişime ayrıcalık tanıyan yeni ekonominin gelişmesiyle mülkiyetin sona erdiği; yani pahalı bir araba sahibi olmaktansa, taksi kullanmak, haftasonu dağa giderken jeep, sahil gezintisine giderken üstü açık araba kiralamanın asıl malvarlığı göstergesi olduğu savunuluyor

Sonra da yazar, kendi lüks anlayışını muhteşem bir biçimde özetliyor:
"Ama siz belki içten içe lüksü, yapmak istediğiniz şeyi, istediğiniz zaman yapma özgürlüğü ile ilişkilendiriyorsunuzdur. En azından ben öyle hissediyorum ve o durumda lüksün gerçek bir bedeli kalmıyor, maddi bir görünümü bile olmuyor, her şeyden önce bir duruşu yansıtıyor."

Ardından da bizi kendi lüksümüzün peşine düşmeye davet ediyor: "Sadece gereksinimlerini giderme arzusu, - o eksiksiz ve saçma ikiyüzlülük- fazlasıyla uzun bir süre boyunca insanları gerçek anlamda kendi özgürlüklerini aramaya itmek yerine, herkesi kavrayamadığı bir rolün içine hapsetti."

Kitapta, lüksün ortaya çıkışı, geçirdiği evreler, bu konuda yazanların görüşleri kronolojik biçimde anlatılıyor. 


Kitaptan sevdiğim cümleler:

Lüks insana düş kurdurtur, onun başlıca işlevi budur. 

Tüm toplumlarda, çalışma bireylerin yüreklerinde gizlenen zenginliği özgür kılmaktansa, ona köstek olan bir engel, bir zorunluluk, bir ceza olarak yaşanır. Kişisel gelişme koşullarının çalışma "dışında" ele geçirildiğine inanılır. 

Tüketilen nesne hem bir gösterge (başkalarına sizi onlardan ayıran şeyi gösterir), hem bir ölçüt (sizi bir gruba, eğilime, bir modaya, bir konuma dahil eder), hem de bir seraptır ( kişiliğinize bir özgünlük, değer kattığını düşündürür size, oysa sizi tüketici bir döngünün içine hapseder.)

Gittikçe daha fazla para harcayıp daha kötü bir yaşam sürülür ve her zaman daha fazla kazanmak gerektiğine inanılır. - Andre Gorz

Aslında boş zaman, insanın kendisi için ve önemsiz şeyler için karşılıksız olarak boş bırakılmış bir zamandır, özgür bir zaman değildir. 

Bir malın fiyatıyla alıcısının ona verdiği değer arasındaki, belirsizliklerle ve şüphelerle dolu hassas denklemi, ünlü 'hem yararlı, hem hoş' düşüncesi çok güzel bir biçimde ifade eder. 

Yalnızca bir başkasının arzuladığı şey arzulanabilir olur. Her birey kendisinde olmayan bir başkasının arzuladığı ya da sahip olduğu şeye sahip olmak isteyen kıskanç bir varlığa dönüşür. - Hobbes

Peki ama neyi anlamak? İnsanın üzüntüsünü, seçim anında yaşadığı aşırı yalnızlığı. Gereklinin gereksizliği ve paha biçilmez şeylerin ölçüsüz değeri karşısındaki ürküntüsünü. Arzularının, itkilerinin ya da inançlarının mantıkdışı mantığı karşısında doğru dürüst davranamama kaygısını. O homo oeconomicus'a elleri alışveriş arabasına yapımış, her biri iştah kabartıcı, her biri çekici, her biri onun banka kartının cömertliğini arzulayan bir ürün dünyasında dolanırken, hatta sendelerken ve ne karar vereceğini, neyi seçeceğini, kendini mahvetmek, yitirmek, harcamamak adına neyi tüketeceğini şaşırmış bir halde rastlıyorum. 

Fourier'e göre, lüks mal dünyasına ait değildir ve parasal işlemin bütünüyle dışındadır. İnsanoğlunun mutluluğu ele geçirme yetilerinden biridir o. Lüks elde edilmesi gereken bir sonuçtur, sahip olunması gereken bir nesne değil. 

Mümkünse daha iyisini yap, kaldı ki bu her zaman mümkündür.

Saat benim için ne lüksü, ne de lükse ilişkin düşüncemi, ne de lüks idealimi simgelemiştir. Disiplin savıyla fazlasıyla lekelenmiş bir alettir o, temel olarak özgürlükçü zihniyetime ters düşer. İnsanın zamanını istediğince kullanmasıdır benim lüks idealim. O halde ölçüsüz olanı ölçecek bir alet neye yarar?

Gerekli olan gereksiz olur, gereksiz de sonra yeniden gerekli olur. Gereksizlik gerekliliğin yakasını bırakmaz, aynı şekilde gereklilik de gereksizliğinkini. Bu ikisi düşmandansa işbirlikçidir, onları ayırmak isteyenlerin karşılaştığı ikilem de bundan kaynaklanır. Gereksiz olanın gerekli yanlarını açığa vurduğunuzda, son derece mutlu olursunuz. Gereksizin gerekliliğini ne reklamlar, ne tanıtım ilanları, ne de bir yabancının düşüncesi gösterebilir. Kanıt ancak deneyimle elde edilebilir ve başkasına aktarılamaz. Bu deneyime ben lüks diyorum ve ona ütopik değerler yüklüyorum.

Mimar Rem Koolhaas günümüz dünyasının yaşamakta olduğu değişimleri üç sözcükle özetler: war, news, shopping. Alışveriş mekanizmaları ve uzamları, kentlerin tarihsel merkezlerine varoşlarına, sokaklara, şimdi de tren garlarına, müzelere, hastanelere, okullara, internete ve hatta orduya biçim verir. 

İnsanı durmaksızın yaşam koşullarını iyileştirmeye iten o güzellik ve iyilik tutkusundan daha meşru bir şey olamaz. - Pierre Larousse

Lüks: zamana paha biçilmez bir değer kazandıran bir yaşama sanatı, bir varoluş tarzı.

Lükse Övgü, Thierry Paquot, Can Yayınları, 142 sayfa.


Paris yazılarının da sonuna geldik. En çok sorulan sorulardan biri olan "Nerede kaldın?"ı da bu vesileyle cevaplamış olayım. 

Tercihimi Plug-in Boutique Hostel'den yana yaptım. 

Mavi metro hattının hem Blance, hem de Pigalle durağından beş dakikalık yürüme mesafesinde yer alıyor bu hostel. Oldukça da samimi ve renkli bir bölge burası. Dizi dizi Sushi restoranından, her telden publara; butik çikolatacılardan, yüzyıllık terzilere; marketten, turistik gösteriler düzenleyen Moulin Rouge'a kadar her şey de elinizin altında. 











Plug-in Boutique Hostel'e gelirsek, sonuçta bir hostel, adında butik kelimesi geçiyor diye, olağandışı tasarım odalarda kalacağınız yanılgısına kapılmayın. Bence en büyük avantajı, resepsiyonunun 24 saat açık olması ve check-in saati bakımından bir sınırlama uygulamamaları.










Dört kişilik odalarından birinde kaldım, odada iki ranza vardı ve şansımıza biz sadece iki kişiydik, kalan ikisi boştu, yoksa çok sıkışık olabilirmiş. Yeni bir hostel olmasının avantajı sanıyorum, odadaki banyo ve tuvalet şimdiye kadar bir hostelde gördüğüm en yeni ve gıcır gıcır banyo ve tuvaletti, ki bence önemli bir detay. 






Burada kalırsanız, mutlaka bir kaç saatinizi yürüme mesafesinde olan Le Bal'a ayırın derim ben.

Sergi alanında şu anda Mikhael Subotzky ve Patrick Waterhouse'un Ponte City isimli fotoğraf sergisi var ve 20 Nisan'a kadar devam edecek. 


Ponte City, Güney Afrika'da Johannesburg'ta, 1975'te inşaa edilen, şehrin en yüksek binalarının adı. İnsanlara modern yaşam, mutluluk, lüks vaad ederek inşaa edilen bu evlerin yüksek fiyatları nedeniyle boş kalması sonucunda, bir süre sonra, alt gelir seviyesindeki aileler ile yasa dışı işlerle uğraşan kişiler, bu daireleri işgal etmeye ve burada yaşamaya başlamış. Sonuç olarak da Ponte City şehrin suç merkezine dönüşmüş ve halk arasında  "çok katlı hapishane" olarak anılır hale gelmiş.

Bu sergide, Ponte City'den çekilmiş çok etkileyici fotoğraflar var.






Fotoğraf içine fotoğraf yerleştirilerek yapılan kolajlara da bayıldım. 




Ayrıca Le Bal'ın cafesi de pas geçilmemesi gereken adreslerden. Hayatımda yediğim en başarılı cheesecake'lerden birini burada, harika bir gün batımına karşı yedim.






Artık eminim, benim lükslerim, seyahat etmek ve dünyadaki geri kalan her şeyi unutarak kitap okumak.


Lükslerinizle kalın!

1 yorum:

supernicevisit dedi ki...

Harika bir yazı olmuş yine! Her yazını büyük bir keyifle okuyorum. Hele bu seferki benim için daha bir güzeldi. Master tezimi yazıyorum şimdi lüks mekanlar üzerine. Herkese göre lüks farklı tabii.. Bana göre mekanlardaki en büyük lüks insanın 'oh iyiki geldim, ne güzel bir gün geçirdim' diyebilmesidir. Hele birde mekanda geçirdiği anı hatırlayıp başka başka kişilerle tekrar tekrar geliyorsa.. İşte lüks bir mekan! Neyse benim mimarlıkla ilgili konuşcaklarım bitmez o yüzden sustum :)
Kitap önerin için teşekkürler en yakın zamanda okuyacağım. Ayrıca siteme bekliyorum www.supernicevisit.com
Sevgiler
Simay

Pinterest'im

Instagram'ım