24 Mart 2014

İstanbul'da Bebek'ten Karaköy'e: Mezedaki, Muazzam, Gaspar

Uzun süredir şöyle İstanbul gecelerinin kollarına bırakmıyorduk kendimizi. Yemek yiyerek laflıyor, film izliyor veya konser, tiyatro gibi etkinlikleri kovalıyorduk. Bu nedenle de uzak kalmıştık, şehirde olup bitenlerden.

Bu hafta sonu Mr. Feelgood'un doğum günüydü. Bu sene doğum günü organizasyonu yapmayacağım, seninle gidip bir yerlerde rakı içelim, diyordu. Kabul ediyorum, artık üniversitede dönemimizdeki gibi, elli kişilik doğum günü partileri yapmak imkansız bir hale geldi. Evlenenler ortalıktan elini ayağını çekti, iş güç yüzünden kimsenin planı kimseye uymaz hale geldi, hafta içi beş gün çılgın gibi çalışınca hafta sonları herkesin biraz dinlenmek ve diğer işlerini halletmek için tek fırsatı olmaya başladı, kesişen arkadaş gruplarında aynı ortama girmek istemeyen eski sevgililer, kavgalı eski ev arkadaşları oluştu yıllar içinde, müzik ve damak zevkleri farklılaştı, herkesin keyif aldığı ortamlar değişti. Hatırlıyorum üniversitede sıradan bir hafta sonunda bile en az on kişi çıkardık dışarıya, gittiğimiz her yerde de bir o kadar daha tanıdıkla karşılaşıp, kalabalık gruplar halinde eğlenirdik. Artık mekanları ve meydanı bizden bir sonraki kuşağa bıraktık.

Yine de doğum günü, kaç yaşına gelirsek gelelim, insanın yalnız olmak istemeyeceği bir gün. O yüzden Mr. Feelgood'un sözünü dinlemeyip, minik bir ekibe mesaj çektim, cumartesi akşamı onunla baş başa gidecekmiş gibi bir yere rezervasyon yaptıracağımı, planları uyar da gelebilirlerse güzel bir sürpriz olacağını söyledim.

Meze denilince aklıma meyhane kıvamında bir ortam geldiği için, çok sorgulamadan mezelerini herkesin çok methettiği, uzun zamandır yapılacaklar listemde yer alan bir yere rezervasyon yaptırdım. Mr. Feelgood ile buluştuk, güzel havanın tadını çıkararak sahilden Bebek'e doğru yol aldık. İçeri girdiğimiz anda Mr. Feelgood'un yüzündeki ifade değişti, ben içimden "Eyvaaah!" dedim. Çünkü gittiğimiz yer, meyhane ortamından çok uzaktı. Masa düzeni çok şıktı, ama bir tanecik masa ve fazlasıyla aydınlık ortamıyla, daha çok gündüz gidip karın doyurmalık bir yere benziyordu. Mr. Feelgood "İyi ki başbaşayız, bizimkileri filan buraya çağırsaydık meyhane diye olmazdı." dediğinde ben kırmızıdan mora dönmüş çaktırmamaya çalışıyordum. :))

Ve o sırada kapı açıldı, sürpriz ekibin ilk çifti içeriye girdi. Sonra da sürprizin devamı geldi. Gerçekten hiç kimse çaktırmamış, gün içinde konuştuklarında başka planları olduğunu söylemişti, o yüzden gerçekten Mr. Feelgood'u şaşırtmayı tam anlamıyla başardık.


Mekana, Mezedaki'ye gelirsek, bambaşka bir yer düşündüğümüz için ilk anda afallamış olsak da, ilerleyen saatlerde bizi çok mutlu etti. Bir kere, kendimize özel bir yer kapatmış gibiydik. İstanbullu bir Rum olan, mekanın sahibi, Meri Çevik Simyodis'in elinden çıkan mezeler gerçekten çok lezzetliydi. Ayrıca bizi hiç de boş bırakmadı, sürekli "Size şundan yapayım mı?" teklifleri ile geldi ve hepsi çok değişik ve güzel çıktı.

Benim en favorilerim çerkez tavuğu ile paçanga böreği oldu, gerçekten yemeye doyamadım. Adını şimdi unuttuğum, susamla kaplanarak kızartılmış ve üzerinde bal gezdirilmiş hellim peyniri de oldukça güzeldi.


Yemeğin sonlarına doğru, doğum günü sürprizi olarak masaya bıraktığı mumlu revani ve kurabiye jestine ise ben bittim. Sanıyorum Mr. Feelgood'un hayatında hiç unutmayacağı pastalardan biri oldu. :))


Gerçekten çok güzel ve taze mezeler ile içten ve güleryüzlü bir servisi bir arada isterseniz, Mezedaki mutlaka aklınızda bulunsun.

Mezedaki'den çıktığımızda keyfimiz ve kafamız kıvamındaydı, Karaköy'e doğru yol alalım bakalım neler oluyor o taraflarda dedik. İlk durağımız kendisini mahalle barı olarak tanımlayan Muazzam oldu.


Muazzam'daki kitle oldukça enteresan bir karmaydı. Şıkır şıkır giyinip gelmiş kız kıza güzel gruplar da vardı, Kuruçeşme club'larından yanlışlıkla buraya düşmüş gibi duran takım elbiseli amcalar da, İsmail YK kıvamında şalvar eşofman üzeri deri ceket ve poşulu gençler de. Bir bira içmelik girdiğimiz bu ortamda bize ikinci tur içkileri, hatta üstüne jager shotları döndürten ise kesinlikle müzikti. Pembe kulaklı DJ kimdi bilmiyorum; ama özellikle 23:00 - 01:00 arası o kadar iyi çaldı ki, inanamadık. Londra'daki Dig it'ten sonra bana bu kadar coşkuyu veren olmamıştı.


Ardından da, Münferit'in sahibi tarafından açılan, İstanbul'un gece mekanı konusundaki son gözdesi Gaspar'a geçtik. Kapısının önündeki kalabalığa aldanmayın, bazıları hiç içeri girmeden bu kapıda takılıyor sanırım, beş dakikada girebilirsiniz içeri. Gaspar'ın iç dekorasyonu çok güzel; ama açıkçası ben konseptinin ne olduğunu tam olarak anlayamadım. İçeride çalınan müzik, o kadar kısık sesli ki, insanda dans etme gibi bir şevk uyandırmıyor, zaten dans eden bir kişi bile görmedim ben. Erken bir saatte gitmiş olsak, o yüzden diyeceğim ama cumartesi gecesi 3:00'te dans edilmiyorsa, ne zaman edilir :) Sohbet etmelik desem, sohbet edip içmek için daha ferah ve havadar bir sürü yer var Karaköy dolaylarında. "Galiba bekarların gelip, kaynaşması için burası." diyerek biralarımızı bitirince evlerimize doğru yol aldık.

Gaspar'a İstanbul'un son trend mekanı olması sebebiyle yolunuzu düşürebilirsiniz tabii; ama Mezedaki'nin mezelerini tatmayı ve Muazaam'da da kitleye takılmadan iyi müzik eşliğinde bir içki yuvarlamayı atlamayın!

Seçime çok az kaldı, sabırsızlıktan öleceğiz biliyorum; ama akıl sağlığınızı koruyarak, keyifle kalın!

1 yorum:

Begüm dedi ki...

Sezen,
Taksimde bir mekan varmış, Adana İl Sınırı diye bir kebapçı. Bu aralar pek popülermiş. Bir Adanalı olarak gidip test etmen gerek :)

Pinterest'im

Instagram'ım