04 Mayıs 2014

Ne yesek ne içsek? Naif, Kumkapı, Ma'na, Ministry of Coffee

Pazar miskinliği güzeldir, ama abartmayın, şehri kaçırmayın!

Önce "Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı" diyen Cemal Süreya'yı dinleyip güzel bir kahvaltı yapın, sonrasında eğlenmek isteyenlere, kahve severlere, huzur arayanlara, trend muhitimiz Karaköy'de takılmak isteyenlere ayrı ayrı önerilerle huzurlarınızdayım.


Naif:

Karaköy biliyorsunuz yeni hip semtimiz. Kahvaltı için Ops'a, alternatif olmak için Alles'e, en güzelinden kahve için Karabatak'a, ete doymak için Baltazar'a, Güzel bir pizza için Komodor'a, gece takılmak için Gaspar'a, güzel bir kokteyl yuvarlayıp laflamak için Unter'e, soğuk bira için Tükkan'a gideceksiniz.  Birileri Karaköy'deyim dediğinde, hala "Ne işin var Karaköy'de?" diye soruyorsanız, daaaaa daaam, elendiniz.

Tabii bu sıralar, Karaköy'de ne açılsa tuttuğu için, işletmeler şımarmış durumda.  Bazı yerlere bir hafta öncesinden rezervasyon yaptırmazsanız yer bulmanıza imkan yok, bazı yerlerde masa bulabilseniz de otuz dakika siparişinizin alınması için beklemeniz olağan kabul ediliyor.

Naif, bu konuda gerçekten naif bir işletme. Ne zamandır listemde olan bu mekana, sonunda Mr. Feelgood ile yolumuzu düşürdük. Mezelerine, özellikle de etsiz yaprak sarması ile kadayıfa sarılı mücverine bayıldık.

Yemeğin üstüne de nar ve cinden yapılan "nartini"den bir tane yuvarlayın, şiddetle tavsiye ediyorum.


Garsonlar çok sempatik ve ilgiliydi. O kadar ki, en son işletme kapatılırken, biz bir sigara içmek için kapının önündeki masalara oturduğumuzda "İçeride elektrik süpürgesi çalıştırsak rahatsız olur musunuz?" diye bile sordular.

Mezeler, personel, duvarlarına asılı tabakları ve biberli avizeleri ile dekorasyon çok güzel. Hala yolunuzu düşürmediyseniz, aklınızın kenarında, yukarılarda bir yerlerde bulunsun derim.



Kumkapı:

İstanbul'da yaşamak kadar güzel olan bir şey de, İstanbul'da turistleşmek. Kumkapı'da bir rakı yuvarlayıp, bir kaç meze tırtıklarken, bunu hiç çaba harcamadan yapabilirsiniz. Alıştığımızdan bambaşka bir İstanbul orası.


Kafasında komik şapkalarla, turistlere fes satan çocuklar; uzun zamandır söylemediğiniz şarkıları avaz avaz canlı müzik eşliğinde söyleyebileceğiniz bir ortam;  iş toplantısı sebebiyle İstanbul'a gelmiş, gelmişken Kumkapı'ya getirilmiş turistler...

Biz Çapari Restoran'a gittik Kumkapı'da. Mezeler lezzetliydi; ama olağan dışı bir lezzeti de yoktu. Yine de arka masamızda ayağa kalkmış göbek atan Çinliler ve ondan sonra elindeki çalgısını bırakıp oryantal şovun kralını sergileyen adam ile gerçekten çok keyifli bir gece geçirdik. Gitmek için yurtdışından misafiriniz gelmesini beklemeyin. :)

Ma'na:

Rakı severlerdenseniz İstanbul'daki tapınağınız burası. Masaya oturduğunuz gibi önünüze başka hiçbir yerde göremeyeceğiniz kadar uzun bir rakı listesi konuluyor. Biz hiçbirinin ne olduğunu bilmediğimiz için menü ile uzun zaman bakıştıktan sonra, pek methedilen göbek rakısından yana tercih yaptık.

Hemen ardından önümüze üç ayrı tipte rakı bardağı konularak, hangisinde içmeyi tercih ettiğiniz soruluyor. Yani başka yerlerdeki gibi "Bir 35'lik rakı" diyip siparişi tamamlayamıyorsunuz burada, rakı seçimi, bardak seçimi derken tatlı bir ritüel kıvamında aşama aşama ilerliyor her şey.

Adını şimdi hatırlamadığım yoğurtlu, fıstıklı meze benim favorim oldu.

Ma'na'nın tek kötü tarafı, "Bir rakı içesim geldi, hadi Ma'na'ya gidelim." demenin şu sıralar mümkün olmaması. Bir hafta öncesinden karar verip rezervasyon yaptırmazsanız kesinlikle yer bulamıyorsunuz. O yüzden planınızı erkenden yapıp, rezervasyon için aramanız şart. Telefon numarasına şuradan ulaşabilirsiniz.

Ministry of Coffee:

Benim her gün iş çıkışında metrodan eve yürüdüğüm yolda bir dükkan var. Yıllardır kırtasiyeci olarak faaliyet gösterdikten sonra, kırtasiyeci taşınınca, çok kısa bir dönem içinde bambaşka mekanlara dönüştü. Tutmadı. Bir süredir önünden geçerken içerideki tadilata bakıp, ahşap ve demir ağırlıklı dekorasyona vurulup, "Bu sefer şahane bir şey geliyor galiba!" diyordum. Geldi! Üstelik benim gibi kahve bağımlısı bir insana gelebilecek en güzel komşu olarak geldi: Ministry of Coffee.


Gerçekten çok yüksek tavanı, asma kattaki kütüphanesi, rahat koltukları ile çok keyifli bir ortam yaratmışlar. Tek başıma kitabımı, dergimi alıp giderim, saatlerce de takılırım, diyebileceğim bir yer olmuş.

Menüz baştan sona kahve ve milkshake. Gerçekten hepsini tatmak istiyorum, çünkü içtiğim "zebra mocha" gerçekten lezizdi. Kahve severlerdenseniz, atlamamanız gereken adreslerden.



Bu hafta bir de yogitamla Itzhak Perlman konserine gittik. (cömert 'humanistyamyam'a bir teşekkür de buradan olsun davetiyeler için :) )


Dört yaşında çocuk felci olan, Tel Aviv doğumlu Perlman, 20. ve 21. yüzyılın en iyi kemancılarından biri olarak anılıyor ve sahneye elektrikli bir sandalye ile geliyor. Adı size tanıdık gelmediyse, zihninizi zorlayın, Schindler's List filminin soundtrackinden hatırlayacaksınız onu. İstanbul'a ilk gelişi değildi, sanıyorum ki son gelişi de olmayacaktır, içinizi huzurla dolduracak bir etkinlik arayışındaysanız takipte kalın.

           İyi pazarlar! :)

2 yorum:

Unknown dedi ki...

Yazım üslubunu çok seviyorum,okurken seninle birlikte bu mekanları geziyor gibi oluyorum. Kumkapı' daki fotoğrafın mutluluğun resmi olmuş

sebuş dedi ki...

Şahanesin, mutluluğun daim olsun sezencim...
Vallahi seni okuya göre bende bi blog sahibi oldum:))konsept çok başka ama olsun blog konusunda benim ilham kaynağım sen oldun
http://sebahatt.blogspot.com.tr/

Pinterest'im

Instagram'ım