01 Haziran 2014

Bagelsmith, Century21, Monster Sushi, Meatpacking, La Bottega ve elveda...


New York'ta son sabahımda bir New York klasiği ile kahvaltı yapmaya kararlıyım: Brooklyn'deki en iyi bagel adresi olarak gösterilen  Bagelsmith Bedford'a gidiyoruz. Tavsiyeleri dinleyip everything bagel alıyorum, jalapeno cheddar cream cheese doldurulmuş. Adım Cezar'a dönüşmüş olarak ve bayılarak yiyorum. Son zamanlarda en keyif aldığım kahvaltı oluyor o ayak üstü yaptığım.



Hafta sonları bu caddede çeşitli tezgahlar kuruluyor, sabah kahvenizi içerken onları kurcalayabilirsiniz. İkinci el kitap konusunda da hiç azımsanmayacak bir seçenek mevcut bu tezgahlarda.

Aslında niyetimiz şehrin dışındaki outlete, Woodburry Common'a gitmek. Nasıl gideriz, bütün günü öldürür müyüz oraya gidersek diye düşünürken, bir forumda şöyle bir cevap çıkıyor karşıma: "Woodburry yerine Century21'e gidin, daha yakın ve aradığınız her şeyi bulabilirsiniz."

Forumdaki bir yorum yüzünden bütün plan değiştirilir mi? Evet değiştiriyoruz. Diyoruz ki Century21'e gidelim, beğenmezsek Woodburry Common'a geçeriz, beğenirsek günün geri kalanında canımız nerede isterse orada takılırız. 

Giriyoruz ve saatlerce çıkamıyoruz. Zara fiyatına aklınıza gelebilecek her türlü tasarımcının her türlü kıyafet ve aksesuarını alabilirsiniz buradan. DKNY'nin nefis bir siyah kabanını, Tommy'nin  gömlek üstüne giymelik renk renk süveterlerini,  adliye koridorlarında koşturmalık rahat ayakkabıları ve tam bana göre bir kahveyi "Coffee for tired people" yakalıyorum buradan. 



Çıkışta hemen karşısındaki Starbucks'ın önünde yorgunluk kahvelerimizi yudumlarken, kardeşim de ben de bulduklarımızdan oldukça tatminiz, o yüzden outlete gitmeye hiç gerek olmadığına karar veriyoruz.

Sanat bölgesi olarak anılan Chelsea'nin yolunu tutuyoruz. Sokaklarda o kadar frapan insanlar var ki, hiçbir şey yapmadan sokaklarda dolanması bile çok eğlenceli oluyor.


Acıkmaya başlayınca, bütün o dünya mutfakları arasında mekik dokurken hiç sushi yemediğimizi fark edip, Monster Sushi'ye kuruluyoruz. Gerçekten çok taze ve lezzetli. "Sushi sevmem ıyyy çiğ balık" diyen bile pişmiş kalamarlı olanı afiyetle yer, eminim. 



Karnımız doyduktan sonra da Meatpacking District'e gidiyoruz. Sex and the City'yi izleyenlerin bildiği üzere Samantha'nın sonradan taşındığı, terasında güneşlendikleri, çılgın komşularla dolu semt burası ve New York'ta gördüğüm en havalı, en şaşalı muhit. Bir zamanlar et ve balık kokusundan geçilmeyen bu bölgede, gündüz bile havalı açılışlar, davetler, kokteyller var, manken gibi kızlar, havalı arabalar cirit atıyor.




İsterseniz hiçbir mekanda oturmadan sokağa konulan sandalyelerde takılın, isterseniz sokakta sandalyesi olan mekanlar arasında mekik dokuyun, gece için club bölgesi burası.

Bir de bütün bu curcunadan biraz uzak kalıyor, ama The Maritime Hotel'in altındaki La Bottega'nın avlu bahçesi gerçekten çok keyifli. En azından bir içki içmelik zamanınızı da buraya ayırın. 





Bütün bu yazıların özetini yapmam gerekirse, iki cümle yeter: New York'a bayıldım, yemek, alışveriş, turistik atraksiyon, eğlenceli insanlar, doğa, eğlence, huzur her şey var. Uzun bir tatil boşluğunuz olursa düşünmeden gidin. 

Seyahat planları ile kalın! :)

Hiç yorum yok:

Pinterest'im

Instagram'ım