16 Haziran 2014

Güneşköy'de bir haftasonu ve Türkiye'nin en modern köşesi olan Bademler Köyü ziyareti

Güneş, bütün kış boyunca üşüyen hücrelerimi ısıtırken, denizden gelen rüzgar hafif hafif bütün tenimi ve saçımı okşuyor. Güneş yağının o buram buram yaz kokusu etrafa dağılıyor. Bir elimin altında buz gibi kirazlar var, diğer elimin altında kitabım. Soğuk bir bira siparişi vermek veya billur gibi bir denize kendimi bırakmak için tek yapmam gereken şey ayağa kalkıp on adım atmak. O an evim yok, işim yok, kaygım yok, yapmam gereken bir şey yok, saatim yok, telefonum yok, param yok, ses yok, kalabalık yok. Güneş var, deniz var, keyif var.

Bütün haftasonunu böyle geçirdim. Benim dinlenmek denildiğinde aklıma gelen tek kare de bu. Evde koca bir gün uyusam da, bir dağ evinde haftalarımı geçirsem de kendimi dinlenmiş hissetmiyorum. Güzel zaman geçiriyorum; ama benim sözlüğümde dinlenmek, kesinlikle güneş ve su içeriyor. 


Aslında deniz sezonunu bir önceki haftasonu Antalya'da açmıştım, ama o zaman havalar tam olarak ısınmamıştı. "Yağmur da yağsa, fırtına da çıksa denize gireceğim." inadımdan girmiştim denize, biraz da Mr. Feelgood'un gaz vermesinden. O yüzden tam anlamıyla deniz keyfi yapmış sayılmazdım.


Cumartesi sabahı,  tadı ve kokusu olan salatalık ve domates eşliğinde kahvaltımı yaptıktan sonra, kendimi sahile attım. Bütün gün boyunca da kitap okumak, buz ve billur gibi bir denizde yüzmek ve güneşlenmek dışında gerçekten hiçbir şey yapmadım.

Deniz ve sahil annemin tabiriyle otuz sene önceki Bodrum'du. Tertemiz, sakin ve bakir.




Akşamüstüne doğru, eve geçip duşumu alıp, after sun kreme bulandıktan sonra, bir akrabamızın uğrayacağını öğrenince, "Off sıkıcı muhabbetler" diye düşünerek, terasa kaçtım. Anneannemin aldığı komik bir şapkayı taktım, babamın "Sana eski Amerikan filmlerindeki çizgili şezlonglardan aldım, bayılacaksın." dediği şezlongu buldum, kuruldum.


Sonra aşağıdan gelen kahkaha seslerine karşı koyamayıp misafirlerin yanına indim. Beynimdeki şartlanmalar yüzünden anneannemin kuzenini nedense yaşlı, huysuz, mıy mıy bir kadın olarak hayal etmiştim. Ailemdeki, özellikle de anne tarafımdaki bütün kadınların biraz deli olduğunu unutmuşum. Karşımda pembe rujlu, güneş gözlüğü takmadan fotoğraf çekilmeyen çok matrak bir kadın duruyordu.


Onun kırk derece ateşliyken "alışveriş" denildiğinde ayaklanmasını, bir gün Çeşme'de askeri kamptayken deniz yatağı ile dalgalara kapılıp çok açıldıktan sonra, neredeyse Sakız Adası'na yaklaşırken durumu fark edip, "Ne yapayım bu saatten sonra" diye düşünüp, dua ede ede güneşlenmeye devam etmesini, annesinin sabahlığının cebinde ruju ile gezip, dışarıda kıyamet kopsa kalkar kalkmaz rujunu sürüp dudağına sigara kondurmasını dinledim. Bazı taraflarımı annemin soyundan aldığımdan emin oldum. 




Akşam Urcan Balık'ta annem, anneannem, ben şeklinde üç kuşak kadehlerimizi tokuşturup leziz balıklarımızı mideye indirdikten sonra, evin terasında dolunay eşliğinde annemle birer bira devirip laflayarak günü kapattık.

Pazar sabahı erkenden uyanıp Bademler Köyü'nün yolunu tuttuk. Bu köyün çok enteresan olduğunu, çok şaşırıp çok seveceğimi söylemişti annem. Köye girdiğimiz anda ne demek istediğini anladım. Sosyolog Sabiha Tansuğ bu köyden "Kadın erkek eşitliği, doğruluk, temizlik, çalışkanlık örnekleri görmek isterseniz buraya uğrayın." diye bahsetmiş. Gerçekten de burası Türkiye'nin pek çok şehrinden kafa olarak inanılmaz ileride. 

İzmir'de devlet tiyatrosu kurulmadan önce burada köy tiyatrosu kurulmuş desem...
Kahvehanelerde kadınlarla erkekler bir arada oturuyor desem...
Bu köy Türkiye'nin her yerine karanfil, şebboy, kasımpatı, frezya yolluyor desem...
Köyün bir web sitesi var desem...

Birkaç tane de fotoğraf paylaşsam ne demek istediğimi anlatabilirim sanırım.







Bu köyde pazar günleri de minik bir semt pazarı kuruluyor. Mis gibi zeytinyağı kokan leziz gözlemeler yiyebilir, çok güzel çiçekler ve bitki çayları alabilir veya sadece tezgahları izleyerek dolanabilirsiniz. 








Bu haftasonundan Teos ile bağlantısız iki keşfimi de yeri gelmişken paylaşayım. Pazar günü babalar günüydü malum, babam da pazar sabahı Adana'dan İzmir'e uçuyordu. Pegasus'ta yolcunun PNR numarasını veya adı, soyadı, hangi saatte nereden nereye uçağı, cep telefonu ve e-mail gibi bilgilerini biliyorsanuz, kendisine sürpriz menüler ısmarlayabiliyormuşsunuz. Kutlama pastasından sushiye geniş bir yelpaze var. Ben babama havada bir kahvaltı ısmarlamış oldum. Birine sürpriz yapmak isterseniz, bence harika bir seçenek olabilir.


 İkisinci de Amerika'dan sırf ambalajına vurulduğum için Sun Bum Cool Down diye bir şey almıştım, bir yerde bir şekilde denk gelirseniz sakın atlamayın, gerçekten hem harika kokuyor, hem cildi çok güzel yapıyor hem de bütün güneş yanığı acısını yok ediyor. 


Pazar gecesi biraz bronzlaşmış, iyice dinlenmiş, keyifle dolmuş olarak döndüm İstanbul'a ve pazartesi sabahı uzun zamandır ilk defa alarm çalmadan ve hiç zorlanmadan uyandım. Anladım ki, mutlu olmak için Dünyayı karış karış gezmeye gerek yok. Bazen çok yakında, burnunun dibinde, ailende, bir saatlik uçuş mesafesinde bulabiliyorsun aradığını...

Güneşle kalın!

1 yorum:

sebuş dedi ki...

şahane şahane sen bi tanesin bi tane:) nasıl güzel bir aile nasıl sevecen deli dolu bir sülale her hafta sonu olmasa da iki haftada bir atla git bence, bak ruhuna da bedenine de çok iyi gelmiş bide:)
Öperim,

Pinterest'im

Instagram'ım