13 Haziran 2014

I'm only good sometimes. Taking my time to go home.*

Yıllar geçti.
Pek çok şeyin üstünden yıllar geçti.

Adana'daki evimizin salonunda nefret ettiğim matematik testlerini çözerken, mola verip bomboş sokaklara ve Seyhan Nehri'nin manzarasına bakıp İstanbul'a taşınmayı dilediğim sessiz geceler 12 yıl önceydi.

Annem ile babamın bana bir kardeşim olacağını müjdelediği ve çok net hatırladığım gecenin üzerinden 20 yıl geçti. İlkokul birinci sınıfta karnemi aldığım gün, doğan kardeşim ile şimdi tatillere çıkıyor, yeni hobilere merak salıyor ve hayata dair her konuda konuşabiliyoruz. 

Hala en yakınım olan ilkokul arkadaşımla, annemin barındaki "Ne güzel kokuyor bu!" diyerek yarım şişe Archers devirdiğimizden beri yirmi yıl oldu.

Hayatımda ilk defa tek başıma yurt dışına çıktığım ve Münih havaalanının büyüklüğünden büyülendiğimde, yıl 1998'di.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin kapısından içeri kalbim güm güm atarak adımımı attığım ilk gün 2004 yılının eylül ayındaydık. Cihangir'de Kafika'nın tam karşısında ilk defa yalnız başıma bir eve çıktığımda ve hala kullanmakta olduğum kırmızı nostaljik buzdolabını aldığımda üniversitenin ikinci sınıfındaydım. 

Taksim'in ara sokaklarında cover grupları dinlediğimiz, Muse eşliğinde el ele, kol kola, dudak dudağa ve sarhoş olduğumuz yıllarda Türkiye'de kapalı alanlarda sigara içmek serbestti.

Mr. Feelgood ile Mouse on Mars konserinin olduğu gün Babylon'un kapısında tanıştığımız gece bile, neredeyse bir buçuk sene önceydi.

Çok zaman geçti. Çok gün yaşadım. Çok şey yaptım. Neredeyse uyumadan, soluk soluğa yaşarken ve sürekli bir şeyleri kovalarken, zamanın akışını takip edemiyorum. Zaman algım 24 saatlik bir dilim ile sınırlı oluyor, seneler kontrolümden çıkıyor.

Ne zaman ki "Kaç yaşındasın?" veya "Kaç yıldır İstanbul'da yaşıyorsun?" sorularını cevaplamam gerekiyor, o zaman fark ediyorum. "Ohaaa ben 27 yaşındayım!", "2004 yılında taşındım. Bir dakika, bir dakika, ben İstanbul'a taşınalı 10 sene mi olmuş? Yok artık!"


Geçen yılın sonlarına doğru, Napoli tren istasyonunda, Roma trenimi beklerken aldığım kırmızı Moleskine ajandama, uzun uzun 2014 yılına ilişkin hedeflerimi ve bu yıldan beklentilerimi yazmıştım.

"Değişiklikler, denemeler, heyecanlar, sallantılar, büyük adımlar derken son birkaç yılım dolu dolu; ama karmaşık ve dağınık geçti. Bu yıl denge, düzen ve gelişim peşinde olmak istiyorum. Dağınık olarak attığım adımları ve şimdiye kadar yaptıklarımı, düzenli, sistematik biçimde geliştirmek ve gerekenleri noktalamak niyetindeyim. 2014 yılı, fazlalıklardan arınacağım, dengemi bulacağım, çok çalışacağım, seyahat edeceğim, seyahat ederken dalış ve fotoğraf hobilerimi geliştireceğim, sağlıklı yaşamaya başlayacağım, evimi düzenli tutacağım bir yıl olsun istiyorum."

Yılı neredeyse yarılamışken, bir dönüp bakmak istedim. Nerede durduğuma ve ne kadar yol kat ettiğime...

Çok çalışıyorum, çok seyahat ediyorum; ama gerisi yok.

Değil hayatımı hizaya sokmak, düzenli ve sistematik bir hayat yaşamak, atmış metrekarelik evimi bile tek başıma çekip çevirmeyi beceremiyorum. Elime ütüyü aldığımda kendime yabancılaşıyorum, dilini hiç bilmediğim bir ülkenin sokaklarında bile daha rahatım. Evde yemek pişirdiğimde, kendimi olağanüstü bir iş projesi tamamlamış gibi hissediyorum, benim için hiçbir zaman olağan bir gün aktivitesi olmadı yemek pişirmek.

Belki de kabul etmem lazım, ben hiç büyümeden yaşlanacağım.

Son bir aydır çok seyahat ettim, New York'tan Adıyaman'a çok sokak arşınladım, seyahat etmediğim günlerde de bilgisayarın başında on saati geçen mesailerle çalıştım. Yorulmuşum. Fark etmemişim. Kendimi bu haftasonu güneşin, annemin ve anneannemin kollarına teslim etmeye gidiyorum, Teos'a... Hayata iki günlük mola vereceğim, hazır her şeyi benim yerime düşünecek birileri varken... Karne günü gelmiş, yaz tatili başlamış bir çocuk kadar huzurluyum.

Size de biraz müzik bırakıyorum, keyifle kalın!


* Başlık da yukarıdaki Blonde Redhead'in şarkısından...

4 yorum:

S dedi ki...

Ne güzel yazmışsın yine.

Ve ev. evlerimiz. Benimki seninkinden biraz hallice. 90 m2. Ancak ütüyü bile bıraktım artık. ütüsüz kıyafetlere geçiş yapmak daha kolay geldi. bir de benimle birlikte yaşayan aşırı dağınık bir erkek kardeş, bir kedi ve bir de kocaman köpek varken, temizlikten bahsetmek iyice zor oluyor.

hayatımda her şeyi düzene sokabilirken -hoş hangi düzenden bahsediyorsam- evimin halini bir görsen keşke :) beşiktaşın keşmekeşinin orta yerinde, bulunduğu semti yaşatan bir ev.

benim kaçış noktam, aşırı düzenli sevgilimin güzel ötesi bahçeli evi oluyor pek sık. bir de başka şehirlerle ülkeler ^.^

gerçi bu satırları da, annemin koynundan kalkıp geldiğim masamdan ve adana sıcağından yazıyorum. benim haftasonum da anne ve huzur dolu geçti. umarım seninki de güzel geçmiştir.

bir de evlerimiz adına, this mess we're in isimli şarkıyı gönderiyorum sana.

sevgiler
sevgican :)

serap dedi ki...

meraba sezen. şunu söylemem gerekiyor ki evde kaldın muhabbetleri sebebiyle yaşımı sürekli hatırlamak zorunda kalmak kötü.. çok pis baskılar var :) ama ben 27 yi seviyorum. insan geriye dönüp baktığında biçok şey yaşadığını,biriktirdiğini düşünüp bunları hatırlamayı becerebiliyorsa daha çok ta yaşlı sayılmaz dimi?
çok takma düzeni hayat bişekilde akıyor ve kimse sana neden bi düzenin yok neden dağınıksın bukadar demiyor! onlar zamanı gelince sadece nezaman evleneceksin derler :P

buarada koltuklarının altındaki tozlar gözden kamıyooorr eheheh :)
see u



zillosh dedi ki...

Sevgican,
Yorumlarına bayılıyorum, tadını verecek kadar uzun oluyor, ama tam da tadını alamadan bitiveriyor. Meze gibi, ana yemeğe hazırlayıp mutlu edip acıktırıp duruyor :))

Ah bahçeli ev. İstanbul'a taşındıktan sonra hayatıma lüks olarak eklenen kavramlardan biri de: bahçe gerçekten.

şarkıyı dinleyerek yazıyorum bu cevabı, messmushaboom8'den, anne kucağına sevgiler :))

Serapcım,

Ben de 27yi seviyorum. Biraz zor hem sorumlulukların başladığı bir dönem, hem de her şeyin belirsiz olduğu; ama o arada kalmışlığın süprizleri, keyfi, savrulma payı da çok güzel. ahahaha o mentaliteye bakarsan ben de koltuğumun altında tozlarımla evde kalmış durumdayım. Boşver, tadını çıkar! :)

Elif dedi ki...

Çok iyi geldi bu yazı, insanın bazen böyle dönüp bakması gerekiyor geride kalan yıllarına :) en güzeli de insanın kendinin farkına varması, bazen tüm hedeflerimizi ve beklentilerimizi yerine getiremesek bile belki de bu farkındalığa ulaşmak en büyük başarı bizler için :) İyi bir dinlenmece ve daha nice biriktireceğiniz anılarınızın olması dileğiyle :)

Pinterest'im

Instagram'ım