21 Temmuz 2014

Sleepless long nights that is what my youth was for

Sabaha karşı Opener Festival boyunca konaklayacağımız Sopot'ta trenden iniyoruz.

Check-in saatimize daha çok var, kahvaltı edecek veya en azından kahve alacak bir yer bulalım kendimize diyoruz. Hava inanılmaz soğuk, sanki temmuz ayında değiliz! Deniz kıyısında bir şehirde kalacağız diye çantamda taşıdığım bikinilerden utanıp, Varşova'da H&M'den aldığım sweatshirt'ü üstüme geçiriyorum.

Deniz kıyısına gidiyoruz, bembeyaz kumların üzerine oturup sigaramızı yakıp güneşin doğuşunu izliyoruz. Karşımızda 515.5 metre uzunluğu ile Avrupa'nın en uzun ahşap iskelesi uzanıyor, yanımızdaki duvarda sprey ile "Love Sopot or Die" yazıyor. Güneş kendini gösterdikçe sahilde yürüyüş yapanların ve ATV ile kumları dağıta dağıta geçenlerin sayısı artıyor.






Saat 7:00 olunca, artık bir yerlerin açılmış olması umudu ile sonu sahile çıkan ve şehrin tek hareketli kısmı olan Monte Cassino'ya çıkıyoruz. 1945'te açılmış Andrzej Szydlowski isimli pastaneye oturup, tam çavdar ekmeğinden yapılmış lezziz sandiviçler yiyip, sabah kahvemizi içiyoruz. (İhtiyacınız olursa, bu bölgede kahvaltı edebileceğiniz en erken açılan yer burası.)


Check-in saatimiz gelince de istasyona beş, Monte Cassino'ya on dakika uzaklıktaki airbnb'den ayarladığımız evimize gidiyoruz. Giderken beklentimiz çok düşük, çünkü eve ilişkin bütün açıklamalar sitede Lehçe yapılmıştı ve fiyatı  uygundu. Eve girdiğimiz anda mutluluktan ölüyoruz, çünkü ev gerçekten harika. Merdivenlerinde koşturup, yatağa kendimizi atıyoruz, kıyafetlerimizi günler sonra valizden çıkarıp dolaba yerleştiriyoruz..i

Alt katında mutfak ve banyo var, üst katı yatak odası. Televizyonda HBO gibi ücretli kanallar bile var, ev tertemiz, lokasyon harika. Bu taraflara yolunuzu düşürmeye niyetlenirseniz, bu evi şiddetle tavsiye ederim.

Günler sonra yerleşik hayata geçmenin, bir dolabımız ve yayılacak zamanımız olmasının tadını sonuna çıkarıyoruz.


Dinlendikten sonra Opener Festival'in yolunu tutuyoruz.

Festivale ilişkin olarak her  detayı, benim gitmeden önce aklıma takılan ve arayıp da cevabını bulamadığım her şeyi içeren bir Opener Festival rehberi hazırladığım için kronolojiyi biraz bozmuş oldum, o yazıya göz atmak için tık!



Sopot bu civarda yaşayanlar için bir nevi yazlık görevi görüyor; ama Türkiye'nin denizleri ile kıyaslayınca, deniz bizim için hiç cazip değil. Bembeyaz harika kumları var; gelgelelim hava da su da buz gibi.

Buraya yolunuz düşerse takılabileceğiniz yerler Monte Cassino ve sonundaki sahil hattı ile sınırlı.




Minik ve sempatik bir şehir olduğundan çok fazla ve kapsamlı mekan tavsiyesinde bulunmam da mümkün olmayacak. Verebileceğim en işe yarar tavsiye, tuvalet hakkında: Yanınızda mutlaka bozuk para taşıyın. Çoğu mekanın müşterilerine kullandırabileceği tuvaleti yok, o yüzden sıkıştığınızda seçeneğiniz ya umumi tuvalet ya da Mc Donalds'ın tuvaleti ve her ikisi için de 2 - 3 zloty bozuk paranız olması şart.



La Crema, kahvaltı olarak minik tostlar, güzel tatlılar yiyip, kahve içebileceğiniz oldukça şık bir yer.

İkinci de sahildeki Flaming &Co. Yemek porsiyonları çok küçük ve çok uzun zamanda geliyor, o yüzden yemek yemek için değil, harika mojitosundan içmek için gidin. 

Yemeği ne yapacağız derseniz, sahil hattı boyunca dizilen hot dog arabalarından şaşmayın :)






Sopot bana hakkında yazacak çok malzeme vermedi; ama oldukça pratikti. Daha oradaki ikinci günümde her şeyi elimle koymuş gibi bularak, kahvaltılık bir şeyler alıp, marketten votkaları kapıp, Monte Cassiono'da şöyle bir salınıp, biraz euro bozdurup şıp diye eve gelebiliyordum.

Yazı yavan kalmasın diye,  Opener'da bu sene sahneye çıkan gruplardan bazılarının parçalarından oluşan bir playlist ile kapatıyorum. Fena taktik değil, değil mi? :)

(Elektronik severlerdenseniz, listenin sonlarına doğru yol alınız.)

Hiç yorum yok:

Pinterest'im

Instagram'ım