18 Ağustos 2014

Yarının Oyunları-Poz, BookSerf, Masaj, Taze Makarna, Garson ve Mutlu

Her ne kadar önümüzdeki otuz günün konseptini ev olarak belirlemiş olsam da, İstanbul'da olup bitenlerden de uzak kalmadım. Bu aralar keşfettiklerim huzurlarınızda:

1) Yarının Oyunları: Poz

Aznavur Pasajı'ndaki ikincikat'ta da zamanında pek çok güzel oyun izlemiştim. in-yer-face akımının yeni yayıldığı, bağımsız tiyatroların sayısının bu kadar bol olmadığı günlerdi. ikincikat'ın bilet fiyatları, diğerlerine kıyasla öğrenci bütçesine daha uygundu ve izlediğim her oyun güzel çıkıyordu. Dadanmıştık. Uzun süredir ihmal etmiştim. Bu arada, Karaköy'de bir bina alarak, yeni bir sahnede daha oyun sergilemeye başlamışlar.


Yogitam bilet alıp hadi gidiyoruz diyince, Poz'u izlemek için yolunu tuttuk. Karaköy'deki bu sahne, bizim sabahları kahvaltıya, akşamları yemeğe gittiğimiz Karaköy kısmında değil, tam tersine tünelden Unkapanı istikametinde. Issız yollarda, tinerciler eşliğinde yürürken, "Doğru yere mi gidiyoruz?" diye düşündürtecek bir bölgede.

Seyircilerin oyları ile konu başlıkları belirlenmiş ve seçilen başlıklar Dönüşüm, Ahlak, Adalet ve Medya olmuş. Firuze Engin, Deniz Madanoğlu, Özer Arslan ve Sabahattin Yakut, her biri yalnızca on kere oynanacak dört oyun yazmış. Bu serinin adını da "yarının oyunları" koymuşlar.



Biz bu seriden "Poz"u izledik. Zamanında çektiği bir fotoğraf ile yıldızı parlamış ve ünlü olmuş bir habercinin, ölümünün birinci yılında, bir meslektaşı onun hakkında bir belgesel çekmeye karar veriyor. Bu belgesel için, mefhumun seçimlere hazırlanan dul eşi, en sevdiği öğrencisi, yıllarca kendisine yardım etmiş sağ kolu ve belgeseli çekecek haberci olmak üzere dört kadın bir evde toplanıyor. Onlar anılarını, tanışmalarını, en sevdikleri yönlerini tartışırken, bilinmeyen gerçekler yavaş yavaş ortaya dökülüyor ve maskeler düşüyor. En asinin, uysallığı, en güçlünün zayıflığı, en sadık olanın sadakasizliği derken, oyunun temposu sonuna kadar hiç düşmüyor. İzlerken bazen geriliyor, bazen hüzünleniyor, bazen de kahkahalar atıyorsunuz.

Kaçırılmaması gereken bir oyun, son zamanlarda izlediklerimin en iyisi.

2) Bitti Gitti - BookSerf

BookSerf uzun zamandır sosyal medya üzerinden uzaktan uzaktan izlediğim bir oluşumdu.

Öğrenci ve yaratıcı sektörde bağımsız çalışanların, artan fiyat kitapları karşısında düzenli kitap almasının bütçelerini zorlaması gerçeği ile yola çıkmışlar. Kütüphanede tozlanmaya bırakılan kitapları, hem işe yarar hale getirmek, hem de sosyal paylaşımı arttırmak için BookSerf'ü kurmuşlar. Kendi deyişleri ile hayalleri" İnsanların birbirleriyle kitaplarını paylaştığı, okumayı onlar kadar seven insanlarla tanışıp edebiyatı ve hayatı konuştuğu bir site kurmak."




Defter yapım atölyesine katılımcı olmak için, iş çıkışında Asmalımescit'in yolunu tuttum. Kafamı kaldırmış, "Bitti Gitti" yazan bir yer ararken, yanıma bir amca geldi. "Erbil'i mi arıyorsun?" diye sordu. "Erbil kim ki?" dememe kalmadan, beni bir binaya sokup, ikinci kata çıkardı ve doğru yerdeydim!



Erbil ve Kerem BookSerf'ün kurucularıymış orada öğrendim. Eğlenceli avizeler, pin hole kamera ile çekilmiş fotoğraflar ile dolu çok eğlenceli bir ortamda, armutlu kokteylimi yudumlayıp, yamuk bir defter yaparken tanıştım onlarla ve daha bir sürü süper kişiyle. İnsanda, "Allah'ım her şeye rağmen, ne güzel şeyler oluyor şehirde!" diye düşündürtüyorlar.

Gidin, tanışın, kitap bağışlayın. İki haftalığına kitap ödünç almak için, illa ki kitap bağışlamanız da gerekmiyor.

3) Taze Makarna: Casa Rosso Cafe 

İstanbul'da pek çok İtalyan restoranında yediğiniz makarna, evde yaptığınızdan pek farklı olmaz, her siparişte "Bunu ben evde de yapardım!" diye hayal kırıklığına uğrarsınız. Çünkü, bilirsiniz, İtalya'da yediğiniz makarnaların lezzetli olmasının sırrı, paketle satılan makarnaları değil, kendi yaptıkları taze makarnaları kullanmalarıdır.

Kadıköy'de hiç aklınıza gelmeyecek bir ara sokakta, Casa Rosso isimli bir İtalyan restoranı var. Biz gittiğimizde bomboştu, o yüzden beklentilerimizi çok yüksek tutmadan birer tabak makarna söyledik. Ve gerçekten İstanbul'da yediklerimin arasında en iyisiydi.




Servis çok iyi değil -tek masa olmamıza rağmen, servis yavaştı ve hesap hatalı geldi- ama lezzet fiyat oranı çok iyi. Aklınızda bulunsun.

4) Masaj Keyfi

Bu kadar koşturmanın arasında, kendime bir jest yapmak için, kampanya sitelerinden birinden masaj kuponu aldım ve yeni açılan otellerden LaSagrada'ya gittim. Genellikle fırsat kuponu ile gittiğim yerlerde, sanki babalarının hayrına bedavaya hizmet sunuyorlarmış gibi bir tavır ile karşılaştığımdan buna alışkındım. Olumlu anlamda şaşırtıldım.

Otel yepyeni olduğundan, soyunma odaları, duşlar gıcır gıcır. Telefonda da, oradayken de hizmet harika. Masaj da alıştığımız üzere Balililer Taylandlılar tarafından değil, Türkler tarafından yapılıyor. Mis gibi yağlar eşliğinde, omuzumdaki kulunçlar teker teker açıldı. Çıktığımda yeniden doğmuştum.



Her seferinde olduğu gibi, ayda bir kere kendime masaj ısmarlamaya karar verdim. Bir saat içinde insanın vücuduna ve ruhuna bu kadar olumlu etki eden başka bir şey henüz keşfedemedim.

Arada kendinize masaj ısmarlayarak şımarmayı unutmayın! :)

5) Garson ve Mutlu

Aslında bir ara sosyal medyada dolanan linki sizinle paylaşmak üzere bir kenara kopyalamıştım, sonra unuttum.

Kitap alışverişine çıktığımda,  giriş kısmında "Sezen'e, Onunla tanışmasam acaba kim olurdum diye düşündüğüm tek insana, O olmasaydı okuyacağınız bu hikaye olmayacağı için..." yazan kitaba takıldım. O Sezen ben olmasam da, yine de çok hoşuma gitti.

Kurumsal hayattan garsonluğa geçen, bunu yaparken de gerek ailesine, gerek sosyal çevresine sürekli açıklamalar yapmak ve mutlu olduğunu ispatlamak zorunda kalan Fulsen Türker'in, samimiyetle yazdığı gerçek hikayesini büyük bir keyifle okudum.

Elbette ki,  "kurumsal hayat korkunç, aman kaçalım, hepimiz başka işlerde çalışalım" demek yanlış olur. Ben mesela, Fulsen'in aksine, alternatif pek çok sektörde de çalıştıktan sonra, kurumsal hayatta huzuru bulanlardanım.  Sadece hepimiz kurumsal işlere uygun olmayabiliriz, hepimiz keyifli biçimde çalışabileceğimiz bir çalışma ortamı ve patron bulamayabiliriz. Bu kitap, insanın mutlu olmak için illa ki toplum tarafından kendisine biçilen role, mutsuz olmak pahasına uymaması gerektiğini anlatıyor.




Kitaptan sevdiğim bazı kısımlar:

Ortalıkta görünmediğim için meraklanıp arayıp soran eşe dosta yoğun çalıştığım yalanını söyledim. Oysa o temmuz sıcağında üzerimdeki atleti bile değiştirmeden ve kanepenin sağ köşesinde yerimden kımıldamadan komşumun kablosuz internetini kullanarak sezonlarca dizi izliyordum. Çok konuşan beynimi susturmak için daha etkili bir uyuşturucu keşfetmedim.

İki, bazen bir buçuk günlük haftasonunu yaşamak için bütün hafta çalışan bir nesiliz sonuçta. Haftasonu kaçamakları, haftasonu lezzet durakları, haftasonu hobileri... Hayatta tüm yapmak istediklerini kırk sekiz saate sığdırmaya çalışan milyonlarca insandan bir kaçının yolu Dodo'ya düşüyor.

Zenginlik neydi? Dünyanın filmlerini izliyor, dünyanın kitaplarını okuyor, dünyanın ressamlarının ruhlarına kadeh kaldırıyor ve her anımızı çakırkeyif yaşıyorduk.

Bir sabah yataktan keyifsiz kalktıysan, kahvaltı yap geçer. Akşamdan kalmaysan mutlaka kahvaltı yap, tüm sanrılar sona erer. Keyifsiz değilsen, yine de kahvaltı yap. Kahvaltının daha güzelleştiremeyeceği bir gün, değiştiremeyeceği bakış açısı yoktur ve dünya üzerindeki hiçbir antidepresan, kızarmış ekmek kokusu ve tavada cızırdayan yumurtanın sesi, bıçağı sıyırırken parmağına bulaşan beyaz peynirin tadı kadar etkili değildir.

Teyzem de toplumun verdiği müfredata uygun yetiştirilmiş çocuklardan. (...) Mezun oldu, muhasebeci oldu. On beş yıldır aynı şirkette çalışıyor. Arada evlendi, çocuk yaptı, boşandı. Araba aldı, ev aldı, son beş yılda çok kilo aldı.

Bir de hayatımda yemediğim kuru incirli yumurtadan bahsediyordu kitap. "Gidip de dönen, dönüp de anlatan yok ama şayet cennet diye bir yer varsa, o yasak elmanın dünya üzerindeki iz düşümü kuru incirle sahanda çırpılmış yumurta demekdir" şeklinde. En kısa zamanda deneyeceğim.

(Garson ve Mutlu, OkuyanUs Yayınları, Dizüstü Edebiyat 28, 320 Sayfa)

6) Ayrıca eski ofis arkadaşları ile buluşmak, Off Pera'nın sıkış tıkışlığında avaz avaz şarkı söyleyerek dans etmek, yağmur altında konser dinlemek harika şeyler. İş güç içinde boğulup, içinizdeki zibidiyi tamamen terk etmeyin!





Dün Küçükçiftlik Park'taki Beirut konseri inanılmazdı. Yağmur yağmasa bu kadar eğlenceli olur muydu emin değilim; ama Teletabi kılığında, ayağımızdan şıpır şıpır, üstümüzden hışır hışır sesler gelirken dans etmek harikaydı!



Kapanışı da bir Beirut şarkısı ile yapalım bunun şerefine:




İyi haftalar!

1 yorum:

sebuş dedi ki...

Yine bomba gibi ve harikasın sezen tam gaz devam öperim...

Pinterest'im

Instagram'ım