19 Eylül 2014

Bademler Köyü, Turgutlu, Teos hattında, doğal hayatın nirvanasında bir pazar...

Benim çocukluğumda Adana'da yaşamanın ganimetlerinden biri olarak, İncirlik sebebi ile Türkiye'de olmayan pek çok marka ve ürüne erişimimiz vardı. Amerikalı komşularımız kendi alışverişlerini yaparken bize de siparişlerimizi alırlardı. O yüzden çeşit çeşit abur cuburla benim kuşağımdakilerden daha önce tanıştım, diğer Adanalılarla birlikte. Yeni ve farklı ya, sadece çocuklar değil, büyükler de çok hevesli olurdu bu ambalajlı abur cuburlara... Aradan yıllar geçti, Türkiye'de her bakkalda bile yüzlerce çeşit cips, çikolata satılmaya başladı.

Bir zamanlar doğalları bırakıp, hevesle ambalajlılara koşan biz değilmişiz gibi, şimdi de ambalajlılardan kaçıp doğal olanı kovalıyoruz. Eskiden köylü pazarlarında satılan sebzeler en ucuzken ve "uzun süre dayanıyor" denilen domatesler rağbet görürken, şimdi her şeyin doğalı ateş pahası. Ama malum organik olan daha sağlıklı ve artık sağlıklı olmak moda. 

İstanbul'da sağlıklı ve doğal tüketim oldukça zor. Bir kere her hafta organik pazarların peşinde koşacaksınız veya online olarak sipariş verip bekleyeceksiniz, sonra bunlarla kendi yemeğinizi pişireceksiniz ve her yere yanınızda taşıyacaksınız. Yani anneannelerimizin babaannelerimizin zamanına dönmek için uğraşacaksınız.

Ben bu sene New York'ta yalnız organik beslenmenin değil, vegan olmanın inanılmaz bir akım olduğunu deneyimledim.  Akla gelebilecek her şeyin vegan  versiyonunu gördüm: Kahveden duş jeline kadar... Bu konseptlerdeki cafeler ve restoranlar çok iş yapıyordu. Henüz İstanbul'da bu akım her yanımızı sarmadı; ama eminim ki bundan kısa bir süre sonra, bu akım İstanbul'a da gelecek.

Şikayet ediyorum gibi anlaşılmasın, sağlıklı olmak elbette ki harika bir şey. Bana komik gelen ise, bunu bozmak için o kadar uğraşı verdikten sonra, şimdi erişmek için uğraşıyor olmamız... Bitkileri kaynatıp kaynatıp karışımlarını saçına, yüzüne süren anneannemle dalga geçerdik, artık hepsinin daha iyisi var diye ona şık ambalajlı kremlerimizi gösterirdik. Şimdi pek çok havalı spa, doğal bitkilerden kendilerinin hazırladıkları karışımları, kredi kartlarımızdan kıvılcımlar çıkararak önümüze koyuyor.

Tabii bu şehirde böyle. Doğallığını hiç bozmamış yerler de var. Benim keşfettiklerimin içinde en favorim daha önce de bahsettiğim Bademler Köyü. Bizim kızlar da hazır Teos'tayken, pazar sabahı öncelikle Bademler Köyü'nün yolunu tuttuk.

Tertemiz köyde pazar günleri kurulan ve köylülerin bahçelerinden topladıklarını sattıkları pazarda gezindik ve alışveriş yaptık. Herkes kendi bahçesinden topladığı bir avuç ürünü getirdiği için burada kilolarca yok hiçbir şeyden. Her şey azar azar, her şey doğal, ayrıca her şey ucuz. 














Pazar alışverişimiz bitince, yine bir o kadar temiz ve keyifli bitişik köye geçtik, Turgutlu Köyü. Köy meydanında, Atatürk heykelinin karşısındaki kocaman bahçeli kahvede güzel bir gölge masaya kurulduk.


Önden çaylar geldi, peşinden zeytinyağlı gözlemeler, ardından bütün masa doldu. Reçeller, peynirler, domatesler, salatalıklar, sahanda yumurtalar...


Ayrıca bu yöreye özgü iki şey tattık. Biri aşağıda tavanın içinde gördüğünüz şey, adı Tortu. Süt köpüğünün zeytinyağında kızartılması ile yapılıyor. Görüntüsü çok iştah açıcı görünmüyor; ama tadı çok lezzetli.

İkincisi de şimdi adını hatırlamadığım, zeytinyağı ve kırmızı biber ile servis edilen yoğurt ile peynir arasındaki kahvaltılık:


Kahvaltı kadar ilgi çekici olan bir şey de köpeğe aşık bir kediydi. O kadar tatlılardı ki, güzelim kahvaltı sofrasını bırakıp onların peşine düştüm.



Köy fasıllarını bitirince, denizimize geri döndük. Kendimize kuytuda bir yer seçtik, pazardaki teyzelerden aldığımız kabak çiçeği dolmaları ile sarmaları mideye indirerek, güneşin tadını çıkardık.



Kimbilir belki de bir gün, gerçekten betonlardan kaçıp, temiz ve doğal hayatlar sürmeye başlayacağız...

Hiç yorum yok:

Pinterest'im

Instagram'ım