12 Eylül 2014

Hayatınızda bir şeyler sizi zorluyorsa, eliniz ayağınıza karışıyorsa, bir mola verin. Gidin.

Yıl 2010. Hukuk fakültesinden mezun olmuş, zorunlu avukatlık stajımı yapmaya başlamışım. O kadar aradayım ki, öğrenci desen değilim, ama henüz avukat da değilim. Üstelik de hayatımda ilk defa "yaz tatilim" yok. Benim üç aylık yaz tatilleri ile vedalaştığım yıl, 2010 yılıdır. O zamandan beri de hiç 15 günden uzun bir tatilim olmadı.

Her sabah kalkıp ofise gidiyorum, koyuyorlar önüme listeyi, oradan oraya koşturuyorum, akşama kadar çalışıyorum. O zaman, şimdiki devasa adalet sarayları da yok, her semtte adliye var. Üstelik sadece adliyelere değil, emniyetlere de gidiyorum.

Cihangir'deki kutu gibi evimde yaşayıp, tramvaya atlayıp okula gidip, öğleden sonra kızlarla hepbirlikte Taksim'e geldiğimiz, canım istemezse okula gitmediğim, düşünmeye, hayal kurmaya, okumaya, yayılmaya, gezmeye, istediğim her şeye zamanımın olduğu dönem bitmiş; çalışıyorum. Pestilim çıkıyor, üstelik de şimdi aldığım maaşın yanında çok komik kalan bir miktarda para kazanıyorum.

Her zaman yeni şeyler öğrenmeyi sevmişimdir; o yüzden o dönem mutsuz olduğumu söyleyemem. O ofiste daha sonra çok mutsuz dönemlerim de oldu. Niteliksiz işler yaptığım, patronumla defalarca "Bakın ben geliştiğimi, bir şey öğrendiğimi hissetmiyorum." biçiminde konuşmalar yapıp, sonuç alamadığım dönemler de... Ama o zamanlar 2010, daha bunların en başı. Dilekçe yazmayı bilmiyorum, araştırma yapmayı bilmiyorum. Bu yüzden çok şey öğreniyorum , gelişiyorum; ama diğer yandan, hayatımda bu kadar fazla değişiklik olması da beni zorluyor.


Yıllık izin hakkımı güzel bir şekilde kullanmak istiyorum, üç aylık tatillerden sonra 10 gün o kadar az ki, çar çur etmeye gönlüm el vermiyor. O sırada bir mail alıyorum, European University - Viadrina'da İnsan Hakları üzerine bir yaz okulu var. Başvuruyorum, kabulüm ve davetiyem geliyor. Tam olarak neye gittiğimi bilmeden, tası tarağı toplayıp gidiyorum.


Dünyanın her köşesinden gelmiş hukuk fakültesi öğrencileri ve avukatlar var. Kaldığımız yurt, Polonya'da olduğundan sabahları Polonya'da uyanıp, okula Almanya'ya gidiyoruz. Tam sınırdayız, küçücük bir köprüyü geçerek günde birkaç kere ülke değiştiriyoruz. O kursta çok şey öğreniyorum; ama asıl güzel tarafı, muhteşem insanlarla tanışıyorum.


Üç Latin Amerikalı, bir Fransız, bir Gürcü, bir Kıbrıslı ve bir Türk olmak üzere yedi kız ve bütün bu süre boyunca bize eşlik eden tek erkekten oluşan çekirdek kadromuz ile her yerde her an birlikte oluyoruz. Okuldaki derslerde, haftasonu Berlin seyahatlerinde, geceleri partilerde...



O kadar kısa sürede birbirimizi o kadar seviyoruz ki; okulun son gecesi mutlaka sık sık görüşeceğimizden emin olarak ayrılıyoruz. Sonra herkes kendi ülkesine gidiyor. Herkesin kendi telaşı başıyor, mezuniyet, staj, iş...

Sandığımızın aksine bir kere daha hepbirlikte buluşmayı başaramasak da,bana bu kurstan geriye, insan hakları hukuku bilgisinın yanı sıra, harika anılar kalıyor. Bir de ufkum genişliyor, bütün avukatların sıkıcı olmadığını ve öğreneceğim şeylerin çalıştığım ofisle sınırlı olmadığını fark ediyorum. Çok daha motive bir biçimde iş başı yapıyorum. O günden beri de çalışıyorum.


Aradan dört sene geçtikten sonra, Fransız çıtırım Charlotte'tan bir mesaj alıyorum; erkek arkadaşıyla İstanbul'a tatile geleceğini söylüyor. Kendisinin bende bütün bunların yanı sıra apayrı bir yeri daha var, bana kırmızı şarabı sevdiren insan o. Birlikte geçirdiğimiz akşamlarda, markette ben biralara yönelirken, gelip şarapları kurcalayıp, bize çok ucuza leziz şaraplar seçerdi. O yüzden çantamızda türbüşon ile gezmeye başlamıştık. Her gece sohbetimize onun seçtiği şaraplar eşlik ederdi.

Ve dört sene sonra, İstanbul'da, Solare'de Türk şarapları içerek kavuşuyoruz. Bazı arkadaşlıklarda olur ya, aradan yıllar geçse de, bıraktığın yerden aynen devam edersin, araya soğukluk mesafe girmez. Yoğun bir iş günü geçirmiş olmama ve ertesi sabah erkenden işe gidecek olmama rağmen, sohbete de şaraplara da doyamadığımız bir gece geçiriyoruz. En kısa zamanda benim Paris'e gitmem konusunda anlaşarak ayrılıyoruz.



Hayatınızda bir şeyler sizi zorluyorsa, eliniz ayağınıza karışıyorsa, bir mola verin. Gidin. Bakarsınız döndüğünüzde hayatınıza o kadar kısa süreye nasıl sığdığına şaşıracağınız güzellikler eklenmiş olur...

2 yorum:

Aybeniz Akkaya dedi ki...

Bu kadar güzel,bu kadar hayat dolu,bu kadar dünyaya bakış açımı değiştiren bir hikayeye raslamadım daha önce.Harika...İnsana gerçekten iyi motivasyon oluyorsunuz. :) Teşekkürler.

Adsız dedi ki...

Çok güzel bir yazı olmuş. Cesaretine de hayran kaldım.

Pinterest'im

Instagram'ım