23 Eylül 2014

Hiç Yoktan İyidir

Ben çantasında kitap olmadan evden çıkmayanlardanım. Bir de yazlık kıyafetler, kışlık kıyafetler gibi kitapları tasniflerim: Evlik kitaplar ve Sokaklık Kitaplar. Kafa yormamı gerektiren, en ufak bir dikkatsizlik halinde büyük kayba uğrayacağım derinlikte içeriğe sahip olan ve okurken not almak istediğim veya Türkçe dışındaki dillerdeki kitapları evde okurum. Sokağa çıkarken çantama attığım kitaplar ise genellikle akıcı, beni hemen içine alan, dili kolay kitaplar olur. O yüzden de kütüphanem karmakarıştır, Eckhart Tolle ile Pukka; hukuk kitapları ile best seller romanlar yan yana -daha doğrusu yersizlikten üst üste alt alta- takılırlar. 

Ortalamaya göre çok ve hızlı okuyanlardanım, haftada en az bir kitap deviriyorum. Açıkçası pek seçici de değilim, sırf kapağını veya adını sevdiğim için bile içeriği hakkında hiçbir fikrim olmadan çok kitap okudum. Gelgelelim son okumaya başladığım iki kitaptan gerçekten nefret ettim. Bir tanesinde Türkçe olabilecek en kötü şekilde kullanılmıştı, biri de gereksiz ayrıntılarla fazlasıyla şişirilmişti. Devam edemedim ikisine de. "Acaba okuma alışkanlığımı mı kaybediyorum?" endişesine kapılmaya başlamışken, "Hiç yoktan iyidir" ile kesişti yolum.


Beyoğlu'nda bir ressam tarafından kiralanmış, kocaman, eski bir ev. Sahibi Türkiye'den kaçıp gitmiş, avukatı malvarlığını yönetiyor. Ressamın bir gün kapısı çalınıyor, karşısında fıstık gibi bir kız oda kiralayıp kiralamadığını soruyor. O saniyede beğeniyor ressam bu fikri ve odaları kiraya vermeye başlıyor. Evden her karakterde insan geçiyor, lezbiyen, şifacı, Rus hayat kadını, mazbut Türk kızı, Beşiktaş çarşı ekibi başı, Alamancı Anadolu kaplanları... Ve yazar, gerek evde belli bir dönem kalan bu karakterleri ve gündelik hayatını yaşarken temas içinde olduğu kapıcı, meyhane sahibi, galerici arkadaş gibi karakterleri o kadar güzel ve gerçekçi ayrıntılarla tanıtıyor ki, hepsi şu anda canlı kanlı birer insan benim hayatımda. Hepsi çok tanıdık, hepsi çok gerçek...

Romanın içine bir yerde, bir de ressamın çizgi romanını yaptığı polisiye karıştığı için, sonra hepsi birbiri ile iç içe geçtiği için okunması çok kolay bir kitap olduğunu söyleyemem. Ama kesinlikle çok keyifli.

Her zamanki gibi kitaptan sevdiğim bazı cümleler huzurunuzda:

Aman Allahım! Her şeyi bilen, her konuda akılcı bir çözümü olan ve hayatı bir sudoku gibi gören bir evliya. Arapsabununun formülünü de bilen, saray helvası da kavurabilen birisi; dünya yıkılsa sakin, sükünetli, dirayetli.

Vefakar, mavi beyaz Miele her yıkamanın sonunda, yıkamanın sona erdiğini unutup, Alzheimer ile Parkinson arasında bir yerde titreyip kasılıyor ve her şeye yeniden başlıyordu.

Medresenin şadırvanlı avlusunu yoldan ayıran minik kabristandaki kaykılmış mezar taşları, orta birden terk hıyarın biri tarafından yağlıboya ile numaralandırılmış. Belki de sahteciliğe karşı kullanılan hologram gibi bir şeydir bu; böyle bir yazının sahtesini yapmak çok riskli çünkü.

"Kısmet" dedim. Bu tür kaçamak, sallantılı laflara bayılıyorum. Ne dediğin belli değil. İlk bakışta kısır gibi görünse de Batı'daki telaş doğu dillerinde yok. Her şeyin bir karşılığının bulunduğu dev kelime hazneli diller karşısında, Doğu dilleri az ama birden çok manaya gelen, kıvrak, fıkır fıkır, aşüfte kelimeleriyle anladığın kadarını söylüyorlar.

Kuşlar gitti. Çöpçüler geldi. Sabah oldu. Gürültücü beton bitleri, hiç de ihtiyaçları olmayan şeyleri almak için, sevmedikleri işlerde çalışmaya sokakları doldurdu.

Ben hep uyurum resme başlamadan önce; bir çeşit reset düğmesi. Gözünü bir açıyorsun, atölyedesin ve bembeyaz bez karşında. Hazırsın artık! "Nah hazırsın!" İstanbul kopmuş gelmiş, aşağıda bağıra bağıra bira içiyor.

Karadenizliler için hamsi neyse, hizmet sektörü için de beyaz yakalılar o. Bir hareketlenmeye görsünler, sürek avı başlar. Bilet fiyatları artar, oteller pahalanır, suyu bile iki katına içersin büfeden. Ne o; beyaz yakalılar gelmişler. Evlerine döndüklerinde bronz tenleri ve limit aşımı kredi kartları ile oturup, bir sonraki tatili konuşurlar.

 "Ulan anasını satayım, buzlar eriyecekmiş de dünyanın sonu gelecekmiş. Yok artık. Bu kuzey kutbu zaten yüzmüyor mu şimdi?"
"Yüzüyor."
"E, ben bunca yıldır meyhaneciyim. Koy bakim, rakıya buzu, eriyince taşacak mı?"
"Abi, sen eriyene kadar beklemezsen, taşıp taşmadığını göremezsin tabii."

Hiç Yoktan İyidir, Nezir İçgören, Doğan Kitap, 242 sayfa.

Havalar soğuyorken, kitaplarla kalın! 



2 yorum:

Gamze Esra Ersöz dedi ki...

Bu kitabı not aldım ama nefret edilen kitabı da merak ettim :)

Adsız dedi ki...

Eğer senin gibi gezenti bir zilli, ciddi kitapları evde okurum diye ayırıyorsa ve seçici de davranmıyorsa okumaya ayırdığı vaktin çoğunu boşa harcıyor (abur cubur yemek gibi)demektir, hem de okunmaya değer milyon kitap varken, bu kötü işte...

Pinterest'im

Instagram'ım