29 Ocak 2015

Urfa, lahmacun ve şıllık ile bize komşu geldi: Ar-Ruha

Son zamanlarda, İstanbul ile ilgili hangi dergiye elimi atsam, hangi bloga tıklasam Teşvikiye'nin adı, daha önce hiç olmadığı kadar sık karşıma çıkıyor. 

Nişantaşı, bütün özgünlüğünü kaybedip zincir restoranlar ile cafeler tarafından işgal edilirken ve malesef rezervasyonsuz oturacak yer bulmak imkansız hale gelmişken, Teşvikiye, çok daha özgün, butik ve samimi mekanlarla donanmaya başladı.

O civarlarda oturduğum için, bu en çok benim işime geldi. Arkadaşlarımla  buluşmak için, taksiyle uğraşmaktan da, trafik var mı acaba diye tasalanmaktan da kurtuldum. Yokuşu tırmanıyorum, her şey ve herkes orada!

Bunların içinde bir tanesi var ki, gönlümdeki yeri ayrı.


İstanbul'da et konusunda enteresan bir durum var. Konu, pirzola, steak, antrikot, lokum filan oldu mu, bunları şahane yapan bir sürü restoran var. Ama kebap, lahmacun peşinde koşarsanız, lezzet yerlerde sürünüyor. Ya fazla yağlı, ya kokulu, ya da çok baharatlı oluyorlar. Doğu, insanın burnunda tütüyor.


Ar-Ruha'nın lahmacunu, dillerden düşmezken, ne yalan söyleyeyim, ben beklentilerimi çok minimal tutarak gittim. "Sahipleri Urfalıysa Urfalı canım, sahibi Adanalı ne kebapçılarda ne kötü kebaplar yedim ben." diyordum. 

İçerideki fırını ve içinde pişen lahmacunu gördüğüm anda ise o minimal beklentimi dizginleyemedim. Çünlü tiril tiril giyinmiş bir personel, incecik açılmış lahmacunları tek tek, cayır cayır yanan bir ateşin yanına konduruyordu.



Lahmacun önüme geldi. İncecikti, gevrekti, tam kıvamında pişmişti, eti kokusuz ve lezzetliydi. Kuzu etinden yapılan kıyma ile hazırlanmıştı. Üstelik gönlümce koparta koparta yiyebiliyordum, öyle yağ filan damlamıyordu. Bayıldım.

O günden beri, babama, kardeşime, patronuma herkese şiddetle tavsiye ediyorum: "Ar-ruha'ya gidin, lahmacun yiyin. Çok iyi." Hatta Mr. Feelgood'u yoldan çıkarıp, eve de sipariş veriyorum. 

O yüzden siz de, pide üstünde yağlı kötü etleri lahmacun diye yemekten vazgeçin, gidin Ar-Ruha'da 8TL ödeyin ve gerçek bir lahmacun yiyin. 

Et yemeyenlerdenseniz, vejeteryan bir lahmacun da yapıyorlarmış, ben etlisi varken onu tercih etmedim tabii; ama o fırında pişen bir şeyin kötü olamayacağı zaten açık.


Peki Ar-Ruha'da ne farklıydı, neden diğer yerlerde bu kadar güzel lahmacun yoktu? 

Bu sorumun cevabını sahipleri ile tanıştığımda anladım: Mahmut Cevheri ve Ömer Karahan. 
Asıl işleri restoran işletmeciliği değil, asıl geçim kaynakları da bu iş değil. "Zaten biz kendi misafirlerimizi ağırlamak için sürekli bir yerlere yemeğe gidiyorduk. Bir türlü de yediklerimizi beğenmiyorduk. Güzel bir lahmacun yedirelim. Kendi misafirlerimizi de burada ağırlayalım diye yola çıktık." diye özetliyorlar Ar-Ruha'nın hikayesini. 

Bu arada, Ar-Ruha da Urfa'nın eski isimlerinden biriymiş. 


Sıkça gördüğümüz üzere sırf bir restoranımız var demek için açıp, basıp gitmemişler de üstelik. Aksine gerçekten oradalar, işin başındalar. Üstelik ailecek. Her şeyi tadıyorlar, herkesi karşılıyorlar, sosyal medya hesaplarını bile yönetiyorlar. 

Zincirleşmek veya başka şubeler açarak büyümek gibi bir niyetleri yok, Ar-Ruha tek kalacak. Yalnızca lahmacunu başka semtlere de taşıyabilirlermiş. 

Evet lahmacunu çok lezzetli, çok ön planda; ama Ar-Ruha'da yalnız lahmacun varmış gibi davranmak da büyük haksızlık olur. 


Yoğurt çorbası gerçekten çok lezzetli. Evin hanımının tarifi, aynen restorana alınmış. Yediğiniz zaman, çok farklı bir tat alacaksınız, sebebi "sade yağ". Baklavalarda kullanılan yağmış bu sade yağ, Ar-Ruha'daki direk Urfa'dan geliyor.

Babama sordum, "Sade yağ ile baklava yapan baklavacı bile bir iki tane kaldı, has yağdır" diye onayladı. 


Söğürme, patlıcan ve etten oluşuyor. Pidenizi içine bandıra bandıra yiyorsunuz. Olağanüstü bir şey. Benim kesinlikle en favorim bu oldu. Urfa, bizim buralara kadar gelmişken, bunu atlarsanız yazık olur.

Bir de tava kebaplardan tattım. Soğan kebabı, üzerinde nar ekşisi gezdirildikten sonra fırına verildiği için, çok güzel bir renkte ve mayhoşlukta çıkıyor. Patlıcan kebabı ise, güzel et ile yapılınca gerçekten harika oluyor. 



Kapanış için kabak tatlısı ve ayva tatlısının arasından sıyrılan bir tatlı var: Şıllık Tatlısı. Tepside taşırken, akışkan kıvamı ile dağılmaya çok müsait olduğu ve bir türlü yerinde durmayıp sağa sola oynadığı için bu ismi almış. 

Çok lezzetli olduğu kadar, çalan telefonlarda "Ne yapıyorsun?", "Şıllık yiyorum." gibi diyaloglara da vesile olduğundan neşe veren veren bir tatlı. 


Hepimizin dilinde dolanır durur. "Bir Urfa'ya gitsek. Off, yemeğe doysak." Urfa'ya yine gidin tabii, Harran filan şahane; ama misafirperverliği ile lezzetleri burnumuzun dibindeyken, bir an önce onlarla tanışın. Bana sorarsanız, bir gün gidip yoğurt çorbası ile lahmacun; bir gün gidip söğürme yuvarlayın.

Hem kimbilir, belki ben o sıralarda marketten, ofisten filan çıkmış, oradan eve yürüyor olurum. "Haklıymışsın, çok lezzetli." diye seslenirsiniz, bir parça almak için masanıza eklenirim.

Lezzetle kalın!

1 yorum:

Gamze Esra Ersöz dedi ki...

Not aldım burayı.İlk fırsatta gidicem...

Pinterest'im

Instagram'ım