22 Mart 2015

Yeni çağda temel ihtiyaçlar: Saatin kaç olduğunu boşvermek, dans etmek, kesmek biçmek çizmek boyamak.

İki farklı "hayatı iyi yaşama" öğretisi arasında bölünüyoruz. 

Birileri diyor ki, yavaşlayın, çok fazla şey yapmayın, zihninizi boşaltın, hayatınızı arındırın, huzuru bulun, kendinize sık sık yapmanız gereken hiçbir şey olmayan zaman dilimleri yaratın.

Diğerleri diyor ki, hayat kısa boşa harcanacak zaman yok. Yaşlandığınızda dinlenmeye bol bol vaktiniz olacak. Hazır enerjiniz varken, yapabileceğiniz kadar çok şey yapın.

Ben hayatımın yaklaşık son on senesinde ikinci gruba ait hissettim kendimi. Ajandamda yapabileceğimden fazla plan ve iş olması sebebiyle bazen "çok yoğunum ve yorgunum" diye söylensem de, aslında bundan bir haz duyduğumu itiraf etmem lazım. Çünkü bir şeyleri kaçırıyor olma hissinden nefret ediyorum. Nihayetinde insan aç gözlü, hiçbir zaman tatmin olamıyor, her zaman daha fazlasını istiyor.

Gittiğim her yerden, sohbet ettiğim her insandan yepyeni fikirler ediniyorum, çok şey öğreniyorum. Sürekli oradan oraya koştururken evet belki çok yoruluyorum ve çok az uyuyorum; ama bütün bu süreçte geriye baktığım zaman, bu tempo bana çok şey kattı: Daha hoşgörülü bir insan oldum, pek çok şeyi umursamamayı öğrendim, damak zevkim çok gelişti, pek çok ülke ziyaret ettim, vücudum direnç kazandı (olağan üstü durumlar hariç - zehirlenmek gibi- hiç hasta bile olmuyorum), her konuda daha pratik bir insan oldum, kısıtlı zaman karşısındaki panik hissimi büyük ölçüde yendim...

Hepsinden çok daha harikası, yalnızca yoğun bir tempoda çalışan ve ciddi bir iş yapan bir insan olabilecekken, yaptıklarımı paylaştığım bu bloga yolu düşen harika insanlardan harika mailler aldım. Birilerini, bir şeyleri yapmak, harekete geçmek, ertelememek konusunda gaza getirebilmiş olmak bile başlı başına gerçekten mükemmel bir şey! 

Ancak bütün bunların arasında, ruhumun ihtiyaç duyduğu bazı şeyleri unuttuğumu fark ettim. Oturup düşünerek değil, tesadüfen yaptıktan sonra, bana ne kadar iyi geldiğini fark ederek...



Bunlardan ilki kesinlikle dans etmek. 

Dün akşam yemekten sonra, Mr. Feelgood'un "sen çok seveceksin." dediği, Caddebostan'daki Ayı Disko'ya gittik. Evet çok kalabalıktı, yaş ortalaması bize kıyasla çok küçüktü; ama bizim dinleyip konserlerini kovaladığımız müziklerle alakası olmayan ve "leş" diye tabir ettiğimiz şarkılar ardı ardına çalarken, saatlerce dans ettim. Nasıl ihtiyacım varmış, en son ne zaman böyle dans ettiğimi hatırlayamadım bile. Oradan çıktığımda, tatilden dönmüş gibi rahatlamış, pamuk gibi olmuştum.

İkincisi saatin kaç olduğunu boşvermek

Genellikle saate bakmak, benim için göz kırpmak kadar içgüdüsel bir şey. Çünkü hep, 'bir sonra' yapılacaklar oluyor aklımda. Söz verdiğim bir arkadaşım, ofis için yapmam gereken bir iş, yakalamam gereken bir uçak, bilet almış olduğum bir etkinlik...




Bugün, çok sevdiğim ama ne zamandır görüşemediğim arkadaşlarımla, daha önce bahsettiğim Kolektif House'un Brunch etkinliğinde buluştuk. Bu mekanı çok sevdiğime karar verdim. Güzel insanlarla dolu oluyor, rahat bir ortam sunuyor ve iyi etkinlikler yapıyor. 

Canlı jazz müzik eşliğinde, lezzetli salatalarımızı kaşıklarken, merdivenlerde bağdaş kurup oturmuş laflayarak ve mayışarak saatler geçirmek ve bir yere yetişmek zorunda olmamak, gerçekten harikaydı.

Ve sanırım, zamanı ciddiye almadığınızda, zamanı daha kaliteli geçiriyorsunuz. Tam bir pazar moodu yaşadım, sevdiğim insanlarla ve keyifle...

Üçüncüsü de, kesmek, biçmek, dikmek, boyamak; el işi yapmak. 

Muhtemelen yaptığınız iş veya tutkuyla peşinden gittiğiniz hobi el işi ile bağlantılı değilse, Pinterest'te DIY projelerinden oluşan bir albümünüz var; ama ya el işi konusunda yeteneksiz olduğunuzu ya da her şeyin hazır satılanı olduğu için uğraşmaya değmeyeceğini düşünüyorsunuz.

Bu tip aktivitelerin bir nevi meditasyon olduğunu henüz keşfettim. Bir fikre mi ihtiyacım var, bir konuda karar mı veremiyorum, kesip biçmeye veya boyamaya başlıyorum. Bir süre sonra aklımı kurcalayan o şeyi çözdüğümü fark ediyorum. İnternette milyonlarca fikir ve proje var, denemenizi şiddetle tavsiye ediyorum. 



Asmalımescit'teki Studio Masterpiece, "Ben çöp adam bile çizemem." diyenlere, eve asılacak tablolar yaptıran etkinlikler düzenliyor. Siz yapmak istediğiniz tabloyu seçiyorsunuz ve onun yapılacağı günde buranın yolunu tutuyorsunuz. 

Resim akımları ve ressamın hayatı hakkında biraz bilgilendikten sonra, resminize başlıyorsunuz. Fırçayı nasıl tutacağınızdan, boyayı ne kadar alacağınıza kadar her konuda sizi yönlendiriyorlar. Her bir adımda ne yapacağınız önce size anlatılıyor, sonra gösteriliyor. Hatta yapabileceğiniz hataların ne olduğunu bile öngörüp, ne yapmamanız gerektiğini bile söylüyorlar. 

Siz yaparken de, eksik veya hatalı bir şey olup olmadığını kontrol ediyorlar. 




Adım adım derken iki saatin sonunda elinizde kendi yaptığınız bir tabloyu tutar halde oradan çıkıyorsunuz. Ödediğiniz ücrete, malzeme de dahil, yanınızda hiçbir şey götürmeniz gerekmiyor.



Biz çok keyifli bir akşam geçirdik, çıktığımızda metroda hepimizin elinde aynı tablonun olması çok eğlenceliydi ve yaptığım tablo da yatak odamda harika duruyor. 



Bir gün de pazardan aldığım kumaş parçaları ile kendime clutch diktim. 

Öncelikle çantanızı ne boyutta istiyorsanız o boyutta dört parça kumaş kesiyorsunuz. İki tanesi dışında kalacak olanlar, iki tanesi astar için. Ben astar olarak kullanacağım parçalardan birine, minicik bir de cep dikmeyi tercih ettim, çünkü cepsiz hiçbir çantayı kullanamıyorum.



Sonra bu kumaş parçalarını üst üste koyup kenarlarından dikiyorsunuz. Dikiş makineniz varsa zaten işiniz zaten oldukça kolay. Yoksa da dikiş hatalarını kamufle etmek için, dikişi göstermeyecek dokuda bir kumaş kullanmanızı tavsiye ederim.



Astar parçaları içte, dış parçalar dışta kalacak biçimde üç kenarını da diktikten sonra, ters yüz edip fermuarınızı da diktiniz mi tamamdır, artık kendi tasarımınız bir clutch'a sahipsiniz!



Saati unutarak, dans ederek ve üreterek kalın!

Hiç yorum yok:

Pinterest'im

Instagram'ım