31 Aralık 2015

2015 yılımın özeti: yurtdışında 20, yurtiçinde 10 istikamet


Bu sene başlarken okuduğum, Özgür Kızın Hayat Rehberi isimli kitaptan aldığım ilham ile 2015 yılı için mottomu şöyle belirlemiştim: "Büyük olasılıkla hayatınız boyunca kendinizi daha az suçlu hissedeceğiniz, daha güzel görüneceğiniz, daha fazla eğlence vaad eden bir zaman dilimi olmayacağını bilin ve bundan keyif almaya bakın. Teninizi yumuşacık, kıyafetlerinizi göz alıcı ve makyajınızı kusursuz yapacağınız zaman işte bu zaman."

Tenim her zaman yumuşacık olmadı, makyajımı kusursuz yapmayı hala öğrenemedim, hatta tam aksine çoğu zaman uykusuz şiş gözlerle ve becerilememiş bir makyajla gezindim ortalıkta. Kuaföre bile bir sene boyunca beş kereden fazla gitmemişimdir. Dolayısıyla çok bakımlı ve çok güzel değildim bu yıl boyunca; ama kesinlikle çok iyi bir yıl geçirdim. 


2015 yılını, muhtemelen hayatımda en fazla seyahat ettiğim yıl olarak hatırlayacağım.

Eskiden İstanbul'da açılan her mekanı bilen, herkesin yeme içme ve gece eğlencesi konusunda akıl danıştığı biriyken, 2015 boyunca bana ne zaman böyle bir soruyla gelinse "İnan, bilmiyorum, ben pek İstanbul'da değilim bu aralar." diye cevap verdim.

2015 yılında şubat ile ağustos arasında İstanbul'da tek bir haftasonu bile geçirmedim. Bunu söylediğimde abarttığımı düşünenler oluyor; ama şimdi sonuna gelmişken, durup 2015 boyunca nerelere yol aldığıma ve yazdığım yazılara göz attım. Yurtdışında 20 yurtiçinde 10 istikamete yol almışım. Bunlardan Adana ve Teos'a en az beşer kez gittiğimi düşününce gerçekten abartmıyorum.

Yeni yıl için seyahatler planlarken, size ilham verebilir diye hepsini burada topluyorum. 

1) Saraybosna


Bu seneki ilk yurtdışı seyahatimdi. Anne tarafımın memleketi olduğu için köklerimize yolculuk yapmanın heyecanı ile ailecek gittik. Ne ironiktir, ailede en çok Bosnalıya benzeyen benmişim, herkes ailemi turist, beni onların rehberi sanarak benimle Boşnakça konuşmaya kalktı. Çok misafirperver karşılandığımız, çok lezzetli börek ve köfteler yediğimiz keyifli günler geçirdik Saraybosna'da. Vizesiz seyahat istikameti olması da ayrıca Saraybosna'yı cazip hale getiren sebeplerden biri. 

When you go to Sarajevo what you experience... is life*






2) Mostar

Saraybosna'daki son günümüzde Mostar'a gitsek mi gitmesek mi, o kadar yola değer mi değmez mi diye çok düşündük. Bir kaç kere gitmeye karar verip, bir kaç kere vazgeçtik. Sonunda kendimizi Mostar'da bulduk. Şehir olarak, kesinlikle Saraybosna'dan daha çok beğendik, iyi ki pas geçmemişiz dedik. Saraybosna'ya giderseniz, biraz daha yol gitmeye üşenmeyin, Mostar'ı da mutlaka ziyaret edin. 




3) Belgrad 

Bosna- Hersek seyahatinden hemen sonraki haftasonu Balkanlar turu yapar gibi Belgrad'ın yolunu tuttum. Açıkçası vizesiz gidilebildiği için cazip gelmişti ve şehre dair hiçbir beklentim yoktu. Ancak beklentimin üstünde keyifli vakit geçirdiğim bir şehir oldu. Her biri farklı konseptte ve hepsi çok şık cafelere bayıldım, tasarım ürünlerin ucuzluğu ve zevkliliği karşısında büyülendim ve euro geçen Avrupa ülkelerine seyahatlerden sorna Belgrad'da kendimi gerçekten çok zengin hissetmek de harikaydı.

Bütün önyargılarımı yıkan sürprizli şehir Belgrad

Belgrad: seyahat püf noktaları, vizesiz giriş özgürlüğü ve alışveriş için şahane adresler

Belgrad: Little Bay, Supermarket, Sırp birası Lav, Rebuplic Square, Koffein

Turistik Belgrad: Kalemegdan, Savaş Müzesi, Nikola Tesla Müzesi, 2 numaralı tramvay

Belgrad'da nerede yesek, nerede içsek? Blaznavac, Smokvica, Skandarlija, Club Brankow, Toma ve Insomnia




4) Münih

Yogitamın memleketi olması nedeniyle, 1 Mayıs tatilini fırsat bilip yola çıkmıştık. İsviçre'ye gelin verdiğimiz Özge ve yogitam ile birlikte dolu dolu bir haftasonu geçirmek söz konusuyken, nereye gittiğimizin aslında pek bir önemi yoktu. Gerçekten güzel mekanlar keşfettik, sağlam dans ettik. Dedikodunun ne kadar dibine vurmuş olabileceğimizi zaten tahmin ediyorsunuzdur. Münih genellikle Octoberfest ile özdeşleşmiş olsa da, başka zaman giderseniz keşfedebilecekleriniz için şu yazılar işinize yarayacaktır: 

Kızlar Münih'te: Mini Story & BMW Museum

Munih'ten yeme içme notları: Das Leben ist zu kurz, um schlecht zu essen.

Munih'ten bunları yapmadan dönmeyin!




5) Tel Aviv

Tel Aviv ne zamandır aklımın bir kenarında ve yapılacaklar listemdeydi. Sonunda bu sene yolumu düşürmeyi başardım. Şehir boyunca uzanan bembeyaz kumlu sahili ve hiç acelesi olmayan yaşayanları ile gerçekten çok keyifli bir şehirdi. Ah bir de humus ve falafel sevenler için bir cennet olduğunu söylememe gerek var mı? Sahilde güneşlenirken çok lezzetli humus yiyip, buz gibi bira içip, masaj yaptırabilirken kim keyifli olmaz ki?

-Tel Aviv 1: Dizengoff Sea Residence, La La Land Beach Club, Old Train Station, Vicky Cristina

Tel Aviv - 2: Benedict All About Breakfast, Jaffa, Falafel, Sokak Lezzetleri, Spicehaus






6) Jerusalem

Tel Aviv'e gideceğimi söyleyip izin istediğimde patronum "Ne yap, ne et mutlaka Jerusalem'e de git. Herkesin ölmeden önce görmesi gereken bir yer." demiş ve beni Jerusalem konusunda şevklendirmişti. 

Burada kutsal yerleri gezmek kadar, Küdüs'ü çevreleyen kapıların her birinden çıkıp içeri girmek de oldukça etkileyici ve şaşırtıcıydı; çünkü kapının hangi dine ait bölgeye açıldığına bağlı olarak o kadar farklı ülkelere gitmiş gibi oluyorsunuz ki... Bir kapıdan içeri girdiğinizde gül suyu kokusu alıyorsunuz, diğerinden girdiğinizde sandal ağacı tütsüsü... Birinden girince sebze meyve pazarları karşılıyor, diğerinden girince meydanında bira satan marketlerin olduğu bir Ortaçağ Avrupa kasabası... Bir sokakta İsa heykelleri dizi dizi satılırken, diğerinde kırmızı bileklikler arasında kalıyorsunuz. 

- I would never call Jerusalem (Kudüs) beautiful or comfortable or consoling. But there's something about it that you can't turn away from.*



7) Prag

Bir zamanlar kendisine takıntılı olduğum ve hatta ona ithaf ettiğim bir yazının gazetede yayınlanması sonucunda yazdıklarımı başkaları ile paylaşmama sebep olan adam ile aradan dokuz sene geçtikten sonra birlikte Prag'a gittik. Şehir çok güzeldi, bizim hikayemiz ondan daha güzeldi.

Prag 1: Lokal Dlouha, Pilsener Urquell, Cafe Neustadt, Mosaic House, Groove Bar, Goldfingers

Prag 2: Muj Salek Kavy, Karluv Most, Prag Kalesi, Kampa Adası, Cafe Savoy ve yine Groove Bar

- I see no good reason to act my age.



8) Barselona 

Pegasus'un hediye biletini nereye kullansam diye düşünürken, yıllar önce interrail sırasında gidip sonra bir türlü ayrılamadığımız Barselona'ya düşürdüm tekrardan yolumu. Hem şehir güzel, hem yiyecekler lezzetli, hem gece hayatı hem de tarih var. Daha ne olsun?  

Barselona: Paella için Botafumeiro, Gaudi için Casa Battlo, enerji takviyesi için La Boqueria, gün batımı için Port Vell, tapas için Blai9, iltifat için Sutton Club





9) Figueres

Dali'nin “Take me, I am the drug; take me, I am hallucinogenic” derken ne kadar haklı olduğunu deneyimlemek için mutlaka yolu tutulması gereken kasaba. 

- “Take me, I am the drug; take me, I am hallucinogenic” diyen Dali'nin peşinde Figueres

- Overplanning kills magic: Dizaina Beach Edition!

10) Andorra

Fransa ile İspanya'nın arasında, 1278 yılından beri sınırları hiç değişmemiş minicik bir ülke. Vergisiz alışveriş imkanı sunması nedeniyle, yılda on milyondan fazla turist ağırlıyor ve ülkenin gelirinin %80'ini de bu oluşturuyor. Eğer Amerika'ya gidip gelen biriyseniz, fiyatlar karşısında çok kendinizden geçmeyebilirsiniz, ama Avrupa içinde daha ucuz alışveriş imkanı sunan mağazalar görmedim. 

Alışveriş için Andorra, daha fazla sangria, tapas ve güneş için Barselona

11) Sakız Adası 

Sakız Adası'ndan bahsetmeye henüz fırsatım olmadı. Harika köyleri, leziz deniz ürünleri, Çeşme'den feribot ile çabucak ulaşabilme imkanı ile harika bir ada. Siz bu yazıyı okurken, ben muhtemelen yine o tarafa doğru yolda olacağım. Dönünce mutlaka bahsedeceklerimden :)



12) San Francisco 

Bu seneki açık ara en iyi seyahatimdi. Hem oraya kalkıp gitmem büyük bir delilikti, hem de gerçekten inanılmaz güzel şeyler deneyimledim. Hayatım boyunca hep gülümseyerek hatırlayacağım, "bazen mantığı değil, içinden geleni dinlemen lazım"ın harika bir kanıtı olan günler geçirdim. 

Bir keresinde bana "Sana balayı gibi bir seyahat yaşattım, daha ne istiyorsun?" diye takıldığında fark etmiştim. Haklı olmaktan ötede bir noktadaydı. Çünkü evlenen hiç bir tanıdığımın bile o kadar iddialı bir balayı olmadı, ayrıca hayatım boyunca başka bir adamla bu kadar sorunsuz ve uzun bir tatil yapabilir miyim ondan bile şüpheliyim.  

- Gecesi kayıp San Francisco: Nara Sushi, Bergerac, Audio, The Public Works.

Çok çılgın bir brunch deneyimi için harika adres: San Francisco'daki Red Door Cafe

- San Francisco'da bir pazar: Chestnut Street, Marina, Palace of Fine Arts, Gündüz Partisi, Chez Maman




13) Napa

Napa bence herkesin mutlaka en az bir kere yolunu düşürmesi gereken bir yer. Özellikle balayı için egzotik istikametler dışında bir yerlere gitmeyi planlayanlara Napa'yı şiddetle tavsiye ederim. Çünkü Napa, gerçekten şehvetli. Bütün o güzel şarapların, uçsuz bucaksız yeşilliğin ve masal gibi ortamların hormonlarınızı nasıl zıplatacağına kendiniz bile inanamazsınız. Bu yüzden de keyfini tam anlamıyla çıkartmak için, kesinlikle arkadaş grubuyla değil, çekici bulduğunuz birisiyle gitmelisiniz buraya. 

Yetişkinler için Disneyland: 7.000'e yakın şarap evi ile Napa Valley





14) Half Moon Bay

- Mr. Holmes Bakehouse, Half Moon Bay Ritz-Carlton, Phil's Fish Market ve enenenen iyi Bloody Mary



15) Big Sur

Big Sur'dan bahsettiğim yazıma sevgili pazarlarıseverim bir yorum yazmıştı: "Ah Sezen, burası artık ' bir doz minik güzel ' şeyden çıktı, overdose mutluluklarla dolu.. Haccına giden bir mü'min ferahlığına adım adım :)" Bence bu yorum tam olarak hissettiklerimin aynasıydı. Overdose mutlu olduğum saatler geçirdim ben orada. 

Dolunaya karşı night spa, bulutların üzerinde kahvaltı, ormanın içinde konaklama: Big Sur




16) Monterey
17) Carmel 

Bunların ikisinden bahsetmeye henüz fırsatım olmadı. Ama bu yazıyı yazmadan önce fotoğrafları arşivlerken, her ikisinin fotoğraflarına bakmak bile içimi mutlulukla doldurdu. En kısa zamanda, büyük bir keyifle bu ikisinden de bahsedeceğim.

18) Zürih

Bir akşam, annemle gündelik konuşmamızı yapıyoruz uzun uzun. Sonra "Bu akşam napıyorsun? diye soruyor. "İsviçre'ye gidiyorum, şimdi havalimanındayım." diyorum. Telefonun diğer ucunda kahkahalar. O kadar plansız, o kadar angaryasız, o kadar spontane ve kolay oluyor ki! 

Alplerin tepesindeyken saatlerce sağıma soluma bakındım şaşkınlıkla, her bir insan, her bir manzara gerçek olamayacak kadar güzel görünüyordu gözüme. Emin olamamıştım, "Ben mi şu anda her şeyi bu kadar güzel algılıyorum, yoksa gerçekten bu kadar güzel mi?" diye.

Hoop İstanbul, hoop Zürih! Traveling allows you to become so many different versions of yourself.

Into the Wild: happiness only real when shared




19) Dedeağaç 

Minicik bir liman kenti. Tarihi seyahatler sevenlerden, müzeleri gezmeye doyamayanlardansanız sizi hayal kırıklığına uğratabilir. Diğer yandan, çok güzel konseptli restoranlar ve cafeler ile, çok ucuza çok lezzetli şeyler yiyerek, sakince ve keyifle vakit geçirmek, hiç bir araç kullanmadan yürüyerek her yere ulaşabilmek isterseniz harika bir istikamet. Üstelik genel olarak İstanbul'dan sonra inanamayacağınız kadar ucuz.

- İstanbul'a yakın bir lezzet ve keyif kaçamağı: Dedeağaç (Alexandroupoli)

- Dedeağaç'tan lezzetli ve keyifli adresler -1: Καναβιδης, Soho Absolutely Fabulous ve Nisiotiko

- Dedeağaç 2: Marina, Frappe, Souvlaki, Taverna Loukoulos ohh yasu yasu!




20) Berlin 

Berlin, İstanbul gibi, New York gibi. Bir şehrin içinde onlarca bambaşka şehir var. Ayrıca her mevsim bambaşka şeyler sunuyor. Bu sefer deneyimlediğim Berlin, daha önce gördüğüm Berlin'den bambaşkaydı. Bu şehre her geldiğimde, bambaşka bir şeyler keşfedip deneyimleyebileceğimi hissediyorum. Ve bu yüzden Berlin'i ben gerçekten çok seviyorum.

- Berlin'de 1. gün: sosisler sıcak şaraplar için Alexanderplatz Weihnachtsmarkt, sushi için Dudu





21) Karadeniz: Trabzon - Rize - Çamlıhemşin

Bu sene Türkiye içinde yaptığım seyahatler içinde ilk sıraya tereddüt etmeden bu Karadeniz gezisini koyarım. Ben bu seyahatte hem lüks kavramını sorguladım, hem de tek kelimeyle büyülendim. Her gün, yeni bir tepe çıkarken, "Üç günde bir sürü farklı ve büyüleyici manzara gördük. Neden tekrar tırmanıyoruz ki? Gördüklerimizden farklı ne olabilir ki burada?" diye düşünüp, her seferinde bambaşka bir manzaraya karşı, dakikalarca hiç konuşamadan nefesimiz kesilerek oturduk. Hala bu taraflara yolunuzu düşürmediyseniz, mutlaka ama mutlaka listenizin başlarına yerleştirin.

-Yuchi ile Karadeniz - 1: Trabzon, Atatürk Köşkü, Sümela Manastırı, Uzungöl

Yuchi ile Karadeniz 2: Çamlıhemşin, Zip Line, Çat Köyü, Yeşil, Huzur

Yuchi ile Karadeniz 3 - Zil Kale, Ortan Köyü, Osmanlı Köprüsü'nde Şarap Keyfi ve Çinçiva Kahvesi

Şelale manzarasına karşı günaydın, Kaçkarlara karşı şerefe.

Hemşin yaylarına gidilir mi karadan oy! Rafting ve Moyy Mini Otel






22) Diyarbakır


Bu sene iki kere ziyaret ettim Diyarbakır'ı. Bu blog sayesinde tanıştığım, orada yaşayan Deniz ile gezmek apayrı bir keyif oldu benim açımdan. Son durumda suriçi ne halde bilmiyorum, ama bu güzelliklerin kaybolması gerçekten içimi sızlatıyor. 

Blogger ve avukat kimliklerimin kesiştiği bir nokta: Diyarbakır.

Not Defterim: San Francisco, Diyarbakır, İstanbul, Adana arası düşünceler ve seyahatlerle geçen bir hafta





23) Ege Köyleri 


Bu sene en çok uçtuğum istikamet şüphesiz babamın Teos'taki evine gitmek için İzmir oldu. Ne zaman bunalsam, ne zaman sıkılsam, ne zaman enerji toplamaya ihtiyacım olsa soluğu orada aldım. Her seferinde yazamadım; ama her seferinde harika bir denizde yüzdüm, kediler ve köpeklerle oynadım, leziz deniz ürünleri ve mezeler yedim, pazarlarda gezdim, aile evinde olmanın konforunu sonuna kadar sürüp şarj olup geri döndüm. 2016 yılında yapılacaklar listemin ilk sıralarında mayıstan itibaren her aya iki tane İzmir bileti almak. 

Hayata bir mola: Güneşköy






24) Çeşme
25) Kapadokya ve Ihlara Vadisi

Bu istikametlerden de bahsetmeye hiç fırsatım olmadı. İstanbul'a geri döndüğüm gibi tekrar yola çıktım. Çeşme, muhtemelen bu sene içinde en fazla alkol tükettiğim 48 saatlik zaman dilimini oluşturdu. Ve orada tanıştığım iki harika insan şu anda gerçekten çok yakın, çok sevdiğim arkadaşlarım oldu. Kapadokya ile Ihlara Vadisi ülkemizdeki herkesin mutlaka ziyaret etmesini gerektiğini düşündüğüm doğa harikalarından iki tanesi. 





24) Kahramanmaraş

Bu sene iki kere iş nedeniyle ziyaret ettim Kahramanmaraş'ı. Kapalıçarşı'dan aldığım çarıkları hala çok severek kullanıyorum, "eli böğründe"nin tadı hala damağımda. Uzun süreliğine giderseniz sıkılabilirsiniz; ama bir şekilde yolunuz düşerse kendinizi sokaklara vurmayı ihmal etmeyin. 

Kahramanmaraş: "Bacım bugün bayram, yol kapalı!"





25) Adana

Her gittiğimde yeni bir Adana yazısı yazamasam da, en azından iki ayda bir kere yolumu düşürdüğüm memleketim, lezzet üssüm, bakım cennetim. 


27) Hatay 

O'nunla California'dan sonraki ikinci istikametimiz Adana ve Hatay oldu. Hatay'da benim de ilk defa gittiğim bir restoran keşfettik ve leziz mezelere doyduk. En kısa zamanda bahsedeceğim.



28)  Tire
29)  Ankara
30)  Yenişehir - Bursa 

Ankara ve Bursa'ya bu sene iş sebebiyle birkaç ayda bir mutlaka gittim. Tire'ye de yine iş sebebiyle yolum düştü. Buralarda uzun uzun keşifler yapmaya fırsatım olmadı; ama her seferinde güzel bir lezzet deneyimleme şansım oldu. 





Özetle ben bu sene hiç durmadım. Hep gittim.Bu sene bir nevi kendi kendime ispat ettim: "İnsan gerçekten bir şeyi yapmak isterse, mesaili çalışıyor olması buna engel olamaz."

Bu arada, İstanbul'da geçirdiğim çok güzel günler de oldu. Bunların içinde hep hatırlayacaklarımdan biri kesinlikle doğum günümdü. 

Bütün seyahatlerimi ve keşiflerimi yazmaya fırsat bulamadım; ama yine de mümkün olduğunca sık yazdım. Bu sene yazdığım yazılar içinde en çok okunanı: Yirmili yaşların başındaki çıtırlara hayat dersleri. Ayrıca 30 ne ayol?! oldu. 

Bu senenin başında #dahaiyiben diye bir projeye girişmiştim, bütün bu seyahatlerin arasında kaynadı tabii ki. 

2016 yılında sayıca daha az, ama sürece daha çok seyahat etmeyi planlıyorum. Hem yakınlarda haftasonluk kaçabileceğim görmek istediğim istikametleri tükettim, hem de sürekli birkaç günlüğüne acele içinde bir yerlere gidip gelmekten gerçekten yoruldum. Aynada gördüğüm yansımam bile isyan ediyor bana "Yoruldum artık." diye. 

Kardeşimin mezuniyeti sebebiyle Montana'ya gitmeyi planlıyorum. Yellowstone gibi doğa harikalarını keşfetmeyi... Ardından da New York'ta birkaç gün geçirip, yeni restoranlar denemeyi ve tabii alışveriş yapmayı.

2016'nın ilk bayramı için ne zamandır gitmek istediğim istikametleri kapsayan bir planımız var. Portekiz'den başlayıp, İbiza'ya uzanan, İspanya'da sonlanan harika bir rotayı takip edeceğimiz.

İkinci bayram için şimdilik bir plan yok; ama biraz ezberlerimi bozacak, şaşırtacak bir istikamet olmasını istiyorum. Japonya, Hindistan, Afrika gibi... Bir long-weekend kıvamında Rusya da ne zamandır aklımın bir kenarında.

Onun dışında haftasonları Türkiye içinde kaçamaklar yapmadan duramam muhtemelen. Seyahat etmeden yaşayabileceğimi sanmıyorum; ama 2016 için amacım, iş dışındaki zamanlarımın yalnızca seyahat etmekten ibaret olmaması ve diğer ihmal ettiğim şeylere de hayatımda yer vermek:

Kendime, evime zaman ayırmayı, spor yapmayı, yemek pişirmeyi, düzenli uyumayı ve sağlıklı beslenmeyi, gerçekten #dahaiyiben yaratmayı, İstanbul'da tarihi gezilere çıkmayı, henüz kapısından içeri girmediğim müzeleri keşfetmeyi, kendi şehrimde turist olmayı, en az 100 kitap okumayı planlıyorum.

Elbette bu blogu yazmaya da devam edeceğim. Geçen sene iki günde bir yazı yazmaya karar vermiştim. O kadar sık yazmaya hiç fırsat bulamadım ve bunu yapamadığım için de bazen vicdan azabı çektim. O yüzden daha makul bir hedef koyuyorum bu sene: Her pazartesi ve perşembe olmak üzere, haftada iki yazı yazmak.

2016 için gerçekten çok heyecanlıyım. Daha önceki yıllarda hiç hissetmediğim kadar güzel hislerle doluyum bu yıl için ve hepinize çok güzel bir sene diliyorum. Kalbinizde bir kenara atılmış arzularınızın gerçekleşmesi dileklerimle...

Kocaman Sevgiler...

Dip Not: iyi ki varsınız!

29 Aralık 2015

Hoşçakal avukatlık, merhaba 2016!

Hayatımız boyunca çok fazla yolun sonuna geliyoruz. 

Bazen yolun üstünde çıkışa yaklaştığımızı fark etmemizi sağlayan sinyaller oluyor, daha yolun sonunu görmeden biliyoruz sona yaklaştığımızı...

Bazen de küt diye bitiyor yol kalakalıyoruz. 

Tabii en fenası hızımızı kesmeden, kendimizi kaptırmış gazlaya gazlaya giderken yolun bitivermesi oluyor, uçurumdan yuvarlanıp dibe vuruyoruz. 

İnkar edemeyiz, geride bıraktığımız şeyden her ne kadar sıkılmış olursak olalım, her sevgiliden, işten, evden ayrılmak mutlaka biraz hüzün veriyor. Alışkanlıklar oluyor, güzel anılar ve paylaşımlar...

Diğer yandan da kabul etmemiz gerekir ki her sonun, haz veren bir cazibesi oluyor. Kalbin atışlarını hızlandıran o merak ve kaygı karışımı his, bütün algıları açıyor, duyguların hepsini canlandırıyor, insanın üstündeki ölü toprağını kaldırıyor. Seçenekler, bilinmezlik, her şeyin olabilme ihtimali ile sürprizler kışkırtıcı geliyor, zinde tutuyor ve heyecan veriyor.

Durup geçmişe baktığımda, böyle dönemlerde ne zaman her şeyi planlamaya kalkıp, B planları yapıp, paniğe kapıldıysam dibe vurduğumu fark ediyorum. 

Aksine ne zaman ki hiçbir beklentim olmaksızın kendimi bütün güzel hislerimle, hayatın akışına teslim etmeyi başardıysam da hep harika şeyler çıktı karşıma. Ve her seferinde şaşırdım, hayatın, benim tasarladıklarıma kıyasla ne kadar harika şeyler sunabildiğine... 

Ben bu gün hayatımda bir sayfayı daha kapattım.



İki buçuk sene önce, Doğu Londra seyahatim için havalimanına gitmeden önce imzaladığım iş sözleşmesi ile çalışmaya başladığım ofisimde bugün son iş günümdü. 

O ofisin kapısından ilk defa içeri girdiğim günü, her bir ayrıntısı ile hatırlıyorum. Bugün, senelerdir birlikte çalıştığım müvekkillere işleri iade edip, o kapıdan son defa çıkarken, orada geçirdiğim iki buçuk senenin, benim için ne kadar olağanüstü bir deneyim olduğunu fark ettim. 

Daha önce Türkiye'nin en büyük şirketlerinden birinde üst düzey yöneticilik yapmış, iş konusunda akıl almaz biçimde titiz, planlı ve zor beğenir bir patron ile iki buçuk sene boyunca birebir çalıştım. Dönüp bu iki buçuk seneyi düşündüğümde, gerek avukatlık mesleği, gerek müvekkillerle ilişkiler, gerek toplantı üslubu, gerek iş takibi gerçekten iki buçuk seneye nasıl sığdığına hayret ettiğim kadar çok şey öğrendim. Dürüst olmak gerekirse -oldukça rahat olduğum son altı ayı saymazsak- ağlayarak çalıştığım zamanlar da oldu, uyku uyuyamadığım dönemlerim de, ofiste güneşin doğuşunu gördüğüm geceler de... Ofis bilgisayarım New York'tan Mardin'e kadar, nereye gittiysem benimle geldi. Pek çok seyahatimde, seyahat arkadaşlarım kahvaltı ederken, keyif çatarken, yalnızca bir iki saat de olsa, ben bilgisayarımı açıp mailler cevapladım, raporlar ve dilekçeler yazdım. Kaç gece, dışarıda arkadaşlarımla gayet keyifli zaman geçirirken, gelen bir mail veya telefon üzerine eve gidip çalıştım. Sonuç olarak, bir bedel ödedim, çok yoruldum, ama karşılığını hem maddi, hem de manevi olarak her zaman aldım.

Burada geçirdiğim iki buçuk sene, bana yalnızca iş bakımından bir şeyler katmadı. Sigara odasında yapılan bol kahkahalı sohbetler ile M&A raporlarını yetiştirmek için ofiste sabahlara bağlanan geceler, hayatıma harika insanlar kazandırdı. Gerçekten iş ile tamamen bağlantısız biçimde, buluşmaktan, sohbet etmekten, birlikte vakit geçirmekten keyif aldığım bazı çok sevdiğim arkadaşlarımla ben bu ofiste çalışırken tanıştım. 

Hatta "O"nunla tanışmam bile bu ofiste çalışmam sayesinde oldu. Bu iş yerinde çalışmasaydım, benim ofis pencerem ile onun yatak odasının penceresi karşılıklı " the girl next door" kıvamında bir macera yaşayamazdık.

Ve bugün o ofisteki son günümdü. 

Bu, gelişini önceden bildiğim, yumuşak, her şeyin planlı olduğu ve herkesin "severek ayrıldığı" bir son oldu. 

Yakınımdaki kişiler biliyor, bir süre ev hanımı olmayı ve biraz tembellik yapmayı planlıyordum. Ve California maceramızdan sonra O'nunla bir de İsrail'den Ürdün'e doğru yola çıkmayı...

Ama yazının başında dedim ya, "ne zaman ki hiçbir beklentim olmaksızın kendimi bütün güzel hislerimle, hayatın akışına teslim etmeyi başardıysam da hep harika şeyler çıktı karşıma." diye. Yine aynı şey oldu. 

Bu gün yalnızca ofisimle ve ofis arkadaşlarımla değil, aynı zamanda, duruşma salonları, adliyeler ve cübbem ile vedalaştım. Çünkü bu seferki yalnızca bir ofis değişikliği değil. Yeni yılın ilk haftasında, konuştuğum her bir çalışanının sevgiyle bağlı olduğu ve inanılmaz hızla büyüyen bir şirkette, ilk defa açılacak bir pozisyonda işe başlıyorum. Çok heyecanlı ve çok şevkliyim.

2015 benim için, tutku, lezzet, seyahat, heyecan ve keşif dolu bir sene oldu. Dolu doluydu, inanılmaz güzeldi. Bu süreçte, bu yoğunluğun arasında iki günde bir yazı sözümü tutamamış olsam da, tam 108 yazı yazmışım. Umarım bu sene de hayatınıza "bir doz minik güzel şey" katmaya devam etmeyi başarabilmişimdir. Hepsini cevaplayamamış olsam da, her bir yorum, mail, mesaj beni çok mutlu etti, iyi ki varsınız.

Ve 2016, kendime daha düzenli, daha farklı bir hayat kuracağım, yeniliklerle dolu bir yıl olarak önümde uzanıyor.

Sonlardan korkmadan, hayatın getirdiklerine açık olarak kalın!
Hepinize harika bir sene olsun!

27 Aralık 2015

2015 yılının sonu, Gendermenmarkt Weihnachtsmarkt, Der Prater Biergarten, Distrikt Coffeee, Flohmarkt am Mauerpark

2015 yılının son pazar gününü yaşıyoruz. Bir yılın daha sonuna geldik. 

Ben çok severim, yeni yıl başlamadan önce, biraz durmayı, kendi içime çekilmeyi, geride bıraktığım seneye şöyle bir bakış atmayı, evimi fazlalıklardan arındırmayı, yaşadıklarımdan dersler çıkartmayı, bir sonraki sene için yeni kararlar almayı... 

Gelgelelim son iki senedir, Christmas zamanında Almanya'ya weihnachtsmarkt turuna gittiğimden bir zaman kayması yaşıyorum. 

İstanbul'da henüz yeni yıl telaşı ortaya çıkmamışken, sokaklar süslenmemişken, yılbaşında ne yapsak henüz çok önemli bir konu haline gelmemişken, Almanya'ya gidiyorum. Işıl ışıl sokaklar, Noel babalar, sıcacık glühweinlar, konserler, şenlikler, bir kaç gece üst üste yeni yılı kutluyormuş gibi hissediyorum.


Sonra İstanbul'a geri dönüyorum, ışıklara, süslü ağaçlara ve yeni yıl ruhuna doymuş olarak... O zaman buradaki ışıldayan sokaklar ve ağaçlar bana yeni yıla girmişiz de, henüz bunların toplanmasına zaman olmamış gibi geliyor. Olağan hayatımı yaşamaya devam ediyorum.





Sonra ajandamda 31 aralıka büyük bir hızla yaklaştığımızı gördüğümde, hazırlıksız yakalanıyorum. Bu sene ne evimi baştan sona elden geçirip, büyük bir temizlik yapmaya, ne geçen seneyi değerlendirmeye, ne yeni yıl için kararlar almaya zamanım oldu. Önümüzdeki üç gün boyunca ajandamdaki yapmam gereken işler listesi göz önünde bulundurunca, muhtelemen de bunlara yeni yıl başlamadan önce fırsat bulamayacağım. 


Sadece iki yıldır ertelediğim bir şeye el attım bu haftasonu, bilgisayarımda darmadağınık duran bütün fotoğrafları düzgün biçimde arşivlemeye başladım. "Fotoğraf arşivlemek" diyince kulağa oldukça basit bir iş gibi geliyor; ama sürekli bir şeylerin fotoğrafını çektiğim ve sık sık seyahate çıktığımı düşününce, karmakarışık biçimde duran tastamam 319 GB'lık fotoğraflardan söz ediyorum. Kötü olanları silip, beğendiklerimi klasörler altında gruplandırıyorum. Deli bir iş! Çok zaman alıyor, ama diğer yandan geçmişe bir yolculuk yapmak, unutulan güzel zamanları anmak keyif veriyor. 


Ve bunu yaparken, bir kere daha Marie Kondo'ya hak verdim. Aynen onun dediği gibi, düzenlemek söz konusu olduğunda, "parça parça yapmak" doğru bir strateji değil. Çünkü bir iki gün buna uyuluyor, üçüncü gün erteleniyor ve bir hafta sonra tamamen bir kenara atılıyor. Ben iki yıldır her gün 50 fotoğraf düzenleyeceğim diyip duruyordum. Hiç bir zaman bitmeyen, aklımda hep "yapılacak bir iş olarak" kenarda duran bir madde haline gelmişti. Ve şu an geriye yalnızca 50 GB'lık dağınık fotoğraf kalmışken ve bu gece bunu bitirmeden uyumamaya karar vermişken, kesinlikle düzenlemek söz konusu olduğunda, bunu bir iş olarak kabul edip tek seferde yapmanın daha işlevsel olduğuna kesinlikle karar verdim.



Yeni yıl ruhuna uygun olması için, Berlin seyahatimden son yazıyı da fotoğraf düzenleme seansımın arasında buraya kondurayım.

Berlin'de son gecemizde, şehrin en güzel meydanında kurulan Weihnachtsmarkt'ın yolunu tutuyoruz; Gendermenmarkt'ta kurulanın... Bütün Weihnachtsmarkt'lara giriş kontrolsüz ve ücretsizken, buradakinde sembolik bir giriş ücreti alınıyor: 1 Euro. Ve girişte bir güvenlik kontrolü var, çok sarhoş veya çok saçma görünüşlüyseniz içeri giremiyorsunuz.


Bugüne kadar gezdiklerimin arasında, en görkemlisi. Hem iki ucundaki tarihi binaların yarattığı atmosfer büyüleyici, hem de burada yalnızca standlar yok. Devasa çadırların içine, gerçek restoran büyüklüğünde, ahşap barları, ahşap masa sandalyeleri olan onlarca restoran kurulmuş. Weihnachtsmarkt'ta gezerken üşüyünce, sıcacık bu çadırlara girip saatlerce yiyip içebilirsiniz. Tabii ki boş masa bulacak kadar şanslıysanız...







Meydanın ortasında devasa bir sahnede çeşitli konserler ve gösteriler olup biterken, standlarda şampanyalar patlıyor, kahkahalar her tarafı dolduruyor, restoran çadırlarının önünde uzun kuyruklar oluşuyor, waffle ve fondü kokuları birbirine karışıyor. Ve burada konuşulan dil sadece Almanca değil, Avrupa'nın çeşitli yerlerinden onlarca kişi var ortalıkta. İtalyanca, İspanyolca, Türkçe her dilden kelimeler iç içe giriyor. Çok keyifli, çok kalabalık ve çok ışıltılı bir atmosfer sunuyor.


Weihnachtsmarkt'a girer girmez ısınmak için birer Glühwein yuvarladıktan sonra, restoranlardan birine oturuyoruz. İncecik çıtır çıtır bir hamur üstünde seçtiğiniz malzemelerden hazırlanan Flammkuchen, alkol üstüne harika bir lezzet.




Karnımızı doyurduktan sonra, kendimizi curcunanın içine bırakıyoruz. Tezgahlardan keyifli ürünler satın aldıktan sonra, gece yarısına doğru, pembe şampanya içerek, Berlin'deki weihnachtsmarkt turumuzu sonlandırmaya karar veriyoruz.



Glühwein içmeye bayılıyoruz, hem lezzetli hem de o soğuk havada insanın hem içini hem de elini ısıtıyor; ancak diğer yandan, Almanya'ya gelmişken bira içmeden dönmek düşünülemez.


Bu yüzden şehrin en eski Biergarten'ı olan Der Prater Biergarten'ın yolunu tutuyoruz. Buraya daha önce hiç gelmemiştim, ama Berlin'e yolunuz düşecekse, bu adresi not etmenizi şiddetle tavsiye ederim. Tamamen ahşap ağırlıklı devasa kapalı kısmı ve önündeki kocaman bahçesi, güler yüzlü çalışanları ve leziz kendi biraları ile gerçekten çok keyifli ve lezzetli bir adres. 




Ertesi sabah, kahvaltı için istikametimiz belli. Ancak açılış saatine daha çok olduğundan, Berlin sokaklarında uzun ve keyifli bir yürüyüş yapıyoruz. Hava çok soğuk ve saat çok erken olduğu için şehir bize ait gibi. Ortalıkta hiç kimsecikler yok.








District Coffee açıldığında kapıdan içeri giren ilk müşteriler olduğumuz için canımızın istediği masaya oturup, kahvemizi ve kahvaltımızı söylüyoruz. Ancak bir yarım saat sonra, güzel kahvelerimizi yudumlarken, içerisinin tıklım tıklım dolmasını, gelenlerin boş masa olduğunda aranmak için numaralarını bırakmasını hayretle izliyoruz.






Havalimanına doğru yola çıkmadan önceki son istikametimiz, hemen otelimizin karşısında, Mauerparkt'ta kurulan bit pazarı oluyor. Çukurcuma'da fahiş fiyatlara satılan mobilyaların aynılarını burada 10-50 euro arasında değişen fiyatlarla; mezatlarda aynı şekilde çok kıymetli parçalar olarak tanıtılan kesme camdan bardakları yığınların içinden setlerini tamamlama çabası gösterirseniz inanılmaz komik fiyatlarla satın almanız mümkün.





Bir Berlin macerasının daha ve 2015 yılının son seyahatinin sonuna gelmiş olarak, İstanbul'a dönmek üzere havalimanına doğru yola çıkıyoruz. İki - üç günlüğüne dahi olsa, olağan hayatlarımızdan uzaklaşıp keşifler yapmanın ruha ne kadar iyi geldiğini bir kere daha deneyimlemiş olarak...






Pinterest'im

Instagram'ım