17 Aralık 2015

Berlin 2: Du Bonheur, KaDeWe ve Schloss Charlottenburg Weihnachtsmarkt

Berlin'de ikinci günümüzün sabahına erkenden ve çok acıkmış olarak uyanıyoruz. "Gündüz hava akşama kıyasla sıcak olur, çok abartıp kat kat giyinmeyelim, hareket kabiliyetimiz engellenmesin" diyoruz. 

Annemle kesinlikle hemfikiriz, fazla kıyafet alıp taşımanın alemi yok, akşam çıkmadan önce otele geliriz, daha kalın kıyafetler giyeceğiz.



Daha otelin kapısından çıktığımız anda donuyoruz. Bütün gün boyunca, sabah otelden çıkmadan önce kurduğumuz o iddialı ve kendimizden emin cümleleri anıp kikirdeşiyoruz. 

Hava buz gibi, biz üşüyoruz; ama tatildeyiz ya, hiç bir şey keyfimizi kaçıramaz ya, daha  üşümemiz yalnızca daha çok Glühwein içme, daha çok alışveriş yapma sebebimiz oluyor.



O gün ilk durağımız kahvaltı için Brunnen Strasse'deki Du Bonheur. Tuğla, ahşap ve camdan oluşan minimal bir fırın burası. Yalnızca teşhir kısmında alıştığımız üzere her şey üst üste alt alta yüzlerce değil. Her şeyden sadece beş tane var, bir şeyler satıldıkça çalışanlar gidip mutfaktan eksilenleri tamamlıyor. Her şeyden az sayıda olduğu için, seçenekler önünüzde oldukça net biçimde duruyor ve sayısı az olduğu için sanki aldıklarınız kruvasan ve pasta değil de, pırlanta yüzükmüşçesine kaliteli bir görüntü sergiliyor. Leziz cevizli ve bademli kruvasanlarımız ile kahvemizi mideye indirirken, ne yapsak diye düşünüyoruz.


Almak istediğimiz bazı şeyler var, hem onları almak için, hem de Kürk Mantolu Madonna'yı anmak için "Hadi KaDeWe"ye gidelim diyoruz. Metrodan çıkarken, "Maria Puder'i mi bekleyeceğiz biz de alışveriş merkezinin kapısında?" diye takılıyorum. Annem cevabı yapıştırıyor, "Ne yapayım Maria'yı sen de! Sabahattin Ali'yi bekleyeceğim ben."

Beynimde hayatımda okuduğum en iyi aşk romanlardan biri olan bu kitaptan alıntılar var: "Bir ruh ancak benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza ve hesaplarımıza danışmaya bile lüzum görmeden meydana çıkıyordu... Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya -ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. O zaman bütün tereddürler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için her şeyi çiğneyerek birbirine koşuyordu."

Metrodan çıktığımızda kar yağıyor, lapa lapa iniyor tepemize. İnanılmaz güzel. Karın altında biraz oyalandıktan sonra, KaDeWe'ye giriyoruz. Niyetimiz fazla oyalanmadan, alacaklarımızı alıp, Charlottenburg'taki Weihnachtsmarkt'a gitmek. Üstelik de kar yağıyorken ne güzel olur Noel pazarı!






Gelgelelim KaDeWe'ye girdiğimiz anda büyüleniyoruz. Alışveriş merkezinin içine kartondan kocaman bir şehir kurmuşlar. Binalar, taksiler, arabalar... Ve bütün yılbaşı ve Christmas malzemeleri bu karton şehrin içinde satılıyor. Her bir köşesi ayrı eğlenceli. 

Alışveriş merkezlerini genel olarak hiç sevmeyen biri olmama rağmen, KaDeWe'ye bayılıyorum. Çünkü akla gelen her şeyin, tuzun bile binlerce çeşidi var ve içerideki her bir bölüm çok şık yerleştirilmiş. 



Defter aşıkları için kırtasiye katı da çok başarılı, özellikle Nuana'nın defterleri gerçekten çok şık.

Alışveriş faslımızı bitirdiğimizde şarküteri katında gözümüz dönüyor. Hemen kendimize birer sandiviç yaptırıp ve içeceklerimizi alıp terasa çıkıyoruz. Dışarıda lapa lapa kar yağarken, cam küre biçiminde tasarlanmış bu terastan Berlin'i izlerken, ben takvim umurumda olmaksızın, yeni yıla bir kere daha giriyorum.




Bir sonraki istikametimiz Schloss Charlottenburg (Charlottenburg Sarayı). Charlottenburg daha önce bağımsız bir şehirken, daha sonra Almanya'ya katılan bir bölge. Burada bulunan sarayın da iki özelliği var, hem Berlin'in en büyük sarayı, hem de bir zamanların Hohenzollern Hanedanlığı'ndan kalan tek miras. 



Bizim gidiş amacımız ise, bu sarayın avlusunda kurulan ve Berlin'deki en iyi beş arasında sayılan Weihnachtsmarkt. Alexanderplatz'daki gibi gösterişli kocaman dönme dolaplar ve buz pateni pisi yok burada. Diğer yandan alan geniş olduğu için, yeme içme standları çok daha ferah biçimde konumlandırılmış ve hediyelik eşya satan kısımlar kapalı ve sıcak çadırların içine yerleştirilmiş.










Weihnachtsmarkt'larda sıcak şarap aldığınız zaman, bardak için de bir depozito ödüyorsunuz. Bardağı iade ederseniz, birkaç euronuzu geri alıyorsunuz. Ama ben geçen yıldan beri gezdiğim her Weihnachtsmarkt'tan bir fincan alıp, buzdolabımın üzerinde yepyeni bir koleksiyon oluşturmaya başladığım için, çantamda şıngır şıngır gezerek yuvarlıyorum şarapları.

Sosisleri mideye indirip, bol bol Glühwein içtikten ve canlı müzik dinleyip pazardaki bütün tezgahları gezdikten sonra, hava kararmaya başladığında, tekrardan Mitte'ye dönmeye karar veriyor ve metroya doğru yürümeye başlıyoruz. 

Berlin'e ilk gelişim değil ve o an anlıyorum ki, muhtemelen son gelişim de olmayacak. Çünkü Berlin, İstanbul gibi, New York gibi. Bir şehrin içinde onlarca bambaşka şehir var. Ayrıca her mevsim bambaşka şeyler sunuyor. Bu sefer deneyimlediğim Berlin, daha önce gördüğüm Berlin'den bambaşka. Turist kalabalıkları yok, parklarda oturan gençler yok, sokaklarda punklar yok. Sokaklar oldukça boş, herkes alışveriş merkezlerinde hediye alışverişinde ve sevdikleri ile Weihnachtsmarkt'larda. Her geldiğimde, bambaşka bir şeyler keşfedip deneyimleyebileceğimi hissediyorum. Ve bu yüzden Berlin'i ben gerçekten çok seviyorum.

Keyifle kalın!

1 yorum:

parıldayan çiçek dedi ki...

Berlin'i ben de merak ediyorum. İyi gezmeler.

Pinterest'im

Instagram'ım